24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POL T K B L M Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com B TK K MYASINDA SON GEL ŞMELER: Yineliyorum; bunları yazarken Nazi Almanya’sının rejimle uzlaşan ya da susmayı seçen bilim adamları hâlâ aklımdan çıkmış değil... Kanun Hükmünde Kararnamelerle Kurgulanan Yeni Bir Sistem (4) AKP’de ifadesini bulan İslâmi hareket, siyasiiktidarının kurumlarını oluştururken, fikir babalarının tam da Osmanlı’nın bürokratları gibi düşündükleri görülmektedir. Osmanlının bürokratları hangi kültürle yoğrulmuşlardı? İslâmi hareket çevrelerince iyi tanındığını sandığım Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak, “İslam’ın Ayak İzleri” adlı eserinde (2011), Osmanlının fikir hayatındaki durgunluğun ve bilimdeki duraksamasının nedenlerini anlatırken bu kültüre ilişkin açıklamalar da yapıyor: “...Osmanlılarda düşüncenin, gerek klâsik İslam düşüncesiyle, gerek bizzat Osmanlıların diğer alanlardaki parlaklığıyla ve altı yüz yıllık uzun ömrüyle mütenasip bir yükselme gösteremediği söylenebilir. ...bu meselenin temelinde üç önemli faktör yatmaktadır: 1) Osmanlılardan önce İslam dünyasında düşüncenin canlılığını bir ölçüde kaybetmiş olması (ki Osmanlılar İslam düşüncesini böyle bir noktada devralmışlardır), 2) Osmanlı ideolojisinin merkeziyetçi devletçi yapısı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan düşünce tarzı, 3) ŞiîSafevi faktörü.” Ocak’ın ileri sürdüğü ilk faktör genelde kabul gören tarihsel bir gerçeğe işaret ediyor. Diğer iki faktörse, Osmanlının, İslam’dan devraldığı fikir hayatındaki durgunluğu hangi nedenlerle kıramadığını açıklıyor. Bunlardan ilkiyle ilgili çözümlemesi şöyle: “...Osmanlı İmparatorluğu’nun merkeziyetçi yapısının çok tabii bir sonucu olarak medreseler, kanaatimizce Osmanlılarda genellikle bürokrasiye eleman yetiştiren kurumlara dönüşmüş, ulema da bürokrasinin bir parçası haline gelmiş... ...son devirlere kadar bu konumu hiçbir şekilde değişmemiş... ...merkezî yönetimden bağımsız[laşamamıştır]. İlim ve düşünce ancak bu sınırlar içinde ve devlet hizmeti için söz konusu olmuş[tur]. ...Zaten, Osmanlı devleti gibi güçlü merkeziyetçi ideolojiye dayanan ince hesaplanmış bir askeri bürokratik yapıda, merkezden ve devlet ideolojisinden bağımsız bir ilim ve düşünce ortamının yeşermesi o kadar kolay olmazdı.” Ocak’ın, diğer faktöre ilişkin çözümlemesiyse şu: “...ŞiîSafevi faktörü, 16. yüzyıl başlarında İran’da Safevi devletinin fiilen kurulmasıyla, Osmanlı merkezi yönetimini birinci derecede meşgul eden çok önemli siyasidini bir mesele haline geldi. Osmanlı İmparatorluğu, ...Şah İsmail’in Şiîlik propagandalarına karşı da, devlet ideolojisinin temeli olan Sünniliği savunma zorunda kaldı. Ulema, bu savunmanın fikir ve inanç temellerini hazırlamakla görevlendirildi. ...bu tarihlerden itibaren artık Osmanlı uleması faaliyetlerinin önemli bir bölümünü bir yandan yönetimce sorulan konularda fetva vermeye hasrederken, diğer yandan Sünniliği sımsıkı ve katı bir doktrin haline dönüştürdü. İşte ŞiîSafevi faktörünün Osmanlı dini düşüncesinin kendi içine kapanarak katılaşması hususuna etkisi bu derece kuvvetli olmuştur.” Ocak, çözümlemelerini şöyle bağlıyor: “...Osmanlı İmparatorluğu, kendi devlet anlayışı istikametinde geliştirdiği yapısının çok tabiî bir tezahürü olarak, kendine uygun bir şekilde dogmatikleştirdiği Ehli Sünnet düşüncesi içinde ve kendi pratik ihtiyaçlarına cevap verebilecek tarzda bir düşünce ortamının oluşmasını teşvik etmiş... ...bundan ayrılmamaya yüzyıllar boyu itina göstermiş ve her türlü ayrılma teşebbüslerini ağır bir şekilde cezalandırmıştır...” İmdi, bunları okuduktan, özellikle son üç aylık icraatıyla, bilim kurumları dahil, bütün kurumları bürokratik merkeziyetçi, katı bir devlet yapısının birimleri haline getirdiğine tanık olduktan sonra, AKP’yi, Osmanlının devlet yapısının ve fikir hayatının şekillenmesine hakim olan düşünce tarzının, kültürünün günümüzdeki temsilcisi olarak görmez misiniz? Hele de, Suriye’deki SünniŞii çatışmasını ‘bizim içişimiz’ saymasından ve [Şii] İran’a karşı konuşlandırılacak radar sistemine evet demesinden sonra... Hal böyleyse, bilim kurumlarının bundan sonraki misyonları da galiba, Sünniliğin katı bir devlet doktrini olarak bu coğrafyada yeniden hakim kılınmasının ilmi dayanaklarını ortaya koymak ve zamanımızın bir gerçeği olarak, artık geniş kitlelerce okunup öğrenilebilen doğa bilimlerinin tanrının varlığı konusunda kuşku yaratan yönlerini törpüleyecek ilmî kanıtları üretmek olacaktır... Özür ve düzeltme: Geçen haftaki yazının son iki satırının yazıyla ilgisi yoktur. Bir önceki yazıdan kalmadır. Yazarımızdan ve okurlarımızdan özür dileriz. Kadın bilimcilerimizin bitki ilaç patent başarısı İstanbul Üniversitesi’nde 1213 Eylül tarihleri arasında düzenlenen “Doğal Ürün Kimyasında Yeni Gelişmeler” isimli konferansta söz alan yerli ve yabancı konuşmacılar, doğal ürün kimyası konusunda yapılan çalışmaları multidisipliner bir açıdan ele alarak, bu alandaki son gelişmeler hakkında bilgi verdiler. Ülkemizin önde gelen bilim insanları, ülkemiz çok zengin bir endemik bitki örtüsüne sahip olduğu halde, bitki özlü ilaç üretiminde çok fazla varlık gösteremediğine dikkat çektiler. Reyhan Oksay oğal Ürün Kimyasında Yeni Gelişmeler” konferansına katılan, ülkemizin ve dünyanın sayılı doğal ürün kimyası uzmanlarından, TÜBA Şeref Üyesi Prof. Dr. Ayhan Ulubelen, stanbul Teknik Üniversitesi Kimya Bölümü’nden Prof. Dr. Gülaçtı Topçu ve stanbul Üniversitesi, Eczacılık Fakültesi Analitik Kimya Anabilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ufuk Kolak ile doğal ürünler kimyası alanında ülkemizdeki son gelişmeleri ve kendi çalışmalarını sorduk. Öncelikle söz konusu konferansın düzenlenmesinden sorumlu Prof.Dr. Gülaçtı Topçu’ya konferansın ana amacını sorduk: “Böyle bir konferansı düzenlemekteki ana amacımız doğal ürünler kimyasını Türkiye’deki Kimya ve özellikle Eczacılık Fakültelerine ve Türkiye’ye öğreten ilk bilim kadını olan ve dünyaca tanınan Prof. Dr. Ayhan Ulubelen’in meslekteki 60. yılı ve 80. yaş gününü kutlamaktı. Bu kutlamanın IUPAC (International Union of Pure and Applied Chemistry) tarafından Kimya Yılı olarak olarak seçilen 2011 yılında yapılması da hoş bir rastlantı oldu. Bu kutlama çerçevesinde Elsevier yayınevinin bilimsel bir dergisi olan Phytochemistry Letters’ın 2011 yılındaki 4. sayısı Prof. Dr. Ayhan Ulubelen’in onuruna çıkacaktır, o sayının da Managing Guest Editorlüğünü yapmaktan büyük bir onur duydum. Bu özel sayı için, benimle birlike uzun yıllar Hocamız ile birlikte çalışan iki meslektaşım Prof. Dr. Nezhun Gören ve Prof. Dr. Sevil Öksüz de Guest Editörlük yaptılar. Avrupa’da ve Amerika’da seçkin bilim adamlarının özellikle belli yaş dönümlerinde (70, 75, 80 veya 90. yaşı gibi) yaş günlerini bilimsel toplantı veya konferans şeklinde kutlama alışkanlığı oldukça yaygın olmasına rağmen Türkiye’de bu pek alışkanlık haline gelmemiştir.” “D lantıda dikkat çeken gelişmeleri şöyle özetledi: “Son 10 yıldır piyasaya çıkan ilaçların pek çoğunda ilacın etki mekanizması enzim inhibisyonuna dayanmaktadır, bu nedenle sunulan çalışmalarda ilaç olma potansiyeline sahip doğal veya sentetik olarak hazırlanan doğal bileşiklerin aktivite testlerinin pek çoğu enzim inhibisyonuna dayanan metotları içermekteydi. Ayrıca bazı doğal orijinli yarı sentetik bileşiklerin farklı sentetik türevleri ve kontrollü salımlı, daha etkin nano formülasyonları sunuldu. Dünyada doğal ürünlerle yapılan çalışmaların azalmadığı, aksine bu alandaki çalışmaların çok daha multidisipliner bir şekilde sürdürüldüğü, sunuşlarda açıkça izlendi”. Prof. Dr. Ayhan Ulubelen bitki kimyasının en fazla geliştiği ülkeler arasında Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, Pakistan, Japonya ve Avrupa’da Almanya’yı, onlar kadar olmasa bile Türkiye’yi sayıyor. CBT 1279/ 6 23 Eylül 2011 “Tabii ki konferansın ikinci amacı Doğal ürünler ve Doğal Ürünler Kimyası (Natural Products Chemistry) konusunda dünyadaki son gelişmelerin hangi noktaya geldiğini ve bu çalışmaların ne kadar multidisipliner bir ekiple gerçekleşebileceğini bir kez daha konuşmacıların sunuşları ile gözler önüne sermekti” diyerek konferansın içeriğini açıklayan Prof.Topçu, top DÜNYADA DOĞAL ÜRÜN ÇALIŞMALARINA HIZ VER L YOR Prof. Ulubeler bitki kimyasının ülkemiz bilim dünyasında hak ettiği saygıyı görmediğini şu sözleriyle belirtiyor: “Gerek gazeteler gerekse televizyonlar bitkilerden yararlanarak her çeşit hastalığı tedavi ettiğini söyleyen kişilerle dolu. Pek çok ülkede olduğu gibi ülkemizde de halk arasında kullanılan bazı bitkiler vardır, bunlar halk arasında çay şeklinde içilerek soğuk algınlığı, mide ağrısı gibi, ya da barsak bozukluğu gibi rahatsızlıkları tedavi eder, ancak son zamanlarda çok daha ciddi hastalıkların bu kanallarla tedavi edilebileceğini söyleyen ve hastaların sağlığını tehlikeye atabilecek kişilerin var olduğu görülmektedir. Bu nedenlerle bitki kimyası çalışmalarına özellikle doktorlar tarafından şüphe ile bakılmakta.” Prof. Kolak sentetik veya bitkisel kaynaklı herhangi bir preperatın ilaç olarak kullanılması için Sağlık Bakanlığı’ndan ruhsat alınması gerektiğini belirtiyor. Ancak bazı ürünlerin ilaç adı altında kaçak olarak satıldığını, bazı ürünlerin ise Tarım ve Köy şleri Bakanlığı’nın izni ile piyasaya verildiğini ve bunların reçetesiz olarak satıldığını açıklıyor. Sağlık Bakanlığı’nın bu konuda bir şey yaptığını sanmadığını söyleyen Prof. Ulubelen ülkemiz eczacılık fakültelerinde bu alandaki faaliyetlere ilişkin şu bilgileri veriyor: “Ülkemiz eczacılık fakültelerinde, özellikle stanbul ÜLKEM ZDE DOĞAL ÜRÜN ÇALIŞMALARI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle