Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
•KÜLTÜR• DOĞAN KUBAN Anadolu Kentlere Aktı. Sonra... Ankara’nın 2. Dünya Savaşı sırasındaki halini anımsayanlar; asfalt yollar, bakanlıklar, apartmanlarla el değmemiş doğanın yan yana olduğunu, Yenişehir’in ortasında Kocatepe’nin ya da İncesu’nun ya da Dışkapı’nın dışarısının Maltepe’den ötesinin, Çankaya ve Kavalıdere’nin Anadolu bozkırı olduğunu hatırlar. B ugün bozkır fiziksel olarak çok uzaklara gitti. Fakat bozkır insanı Ankara’da. Beton ve asfalt bozkırı yok edebilir. Fakat bozkır insanı öyle değişmez. Okusa da değişmez, apartmanda otursa da değişmez. Elinde cep telefonu ile dolaşsa da değişmez. Türkiye’nin ve geri kalmış bütün ülkelerin sorunu da budur. Bozkırı değiştiren bozkır insanı kendini değiştirmekte zorluk çeker. Dünyanın geleceği bağlamında Doğu ile Batı arasındaki çekişme bir anlamda kır insanı ile kent insanı arasındaki mücadele ile belli olacaktır. Biz bu mücadelede kentte oturan bozkırlılarız. Bunu göçerle eşdeşleştirmek doğru değildir. Bu kavga uzun zamandır devam ediyor. Ve sadece Türkleri ilgilendirmiyor. Almanya’da Türk gettoları, Milano’da Sicilya gettoları, New York’ta Porto Riko gettoları, Washington’da zenci gettoları, Los Angeles’de Meksikalı gettoları, bunlara zengin kentlerde fakir gettolarını ekleyebilirsiniz. Bir getto asfalt kenarında bozkır gibidir. Başka deyişle kentte yaşasa da kırsaldan kalan tavırlar apartman kapısından geçince değişmez. Bozkırkent karşıtlığı metaforu, kentleşme bağlamında, Türkiye’nin geleceğini saptayacak çatışma çekirdeğini simgeler. Bu çatışma bütün dünya tarihinde değişik odaklar arasında olmuştur; olmak zorundadır. Çünkü dünyada insanlar, toplumlar, ülkeler, yöreler, inançlar, politik ideolojiler, servetler arasında her zaman dengesizlik vardı. Yine var. Tarihte bu dengesizliğin keskinleştiği anlar, dönemler, hatta çağlar olabilir. Göçeryerleşik çatışması, MüslümanHıristiyan çatışması, zenginfakir çatışması, Komünistkapitalist çatışması, dindardinsiz çatışması, yobazlaik çatışması, zayıfgüçlü çatışması, kadınerkek çatışması, aristokratburjuva çatışması, barbaruygar çatışması, okumuşokumamış çatışması, kentliköylü çatışması, , düşünendüşünmeyen çatışması, kuşaklar arası çatışma, menfaat çatışması... sa. yılamayacak kadar çok çatışma var. Bunlar sosyal yapı bozukluklarından olduğu kadar, insanın fizyolojikpsikolojik yapısından kaynaklanıyor. Okurlara küçük bir keçi öyküsü anlatayım: Sevimli, tutkulu ve olağanüstü çalışkan bir köylü komşumuz keçileri seviyor. Aralarında birkaç aylık keçiler de olan bir sürü. Onları otlatmaya bahçesinin bir köşesine götürüyor. Bu küçük sürünün yolu üzerinde keçilerin çok sevdiği bitkilerin sürgünleri var. Bıraksan bir iki saatte yiyip bitirecekler. Fakat sevimli komşumuz küçük keçi yavrularını terbiye etmiş. Ahırdan çıktıkları zaman sadece küçük bir el hareketi ile onları otlağa yönlendiriyor. Bu keçi yavruları hiçbir zaman terbiye almayan insan yavrularından daha çabuk disipline alışıyorlar. Bir el hareketiyle diyelim patikanın solunda sıraya giriyorlar. Yolda iştahlarını çeken bir fidan görünce sahiplerinin nereye baktığına bakıyor, eğer bakmıyorsa, küçük sürgüne yetişmeye çabalıyorlar. Bizim komşu onların yanına küçücük bir uyarı taşı atıyor. Üç aylık keçi yavrusu hemen sürüye dönüyor. Hiç bunu gördünüz mü? Daha ilginç bir şey. Keçi kendi annesi gibi, kendine süt veren sahibini de sesiyle tanıyor. Küçük keçilerin adı var. Çağırınca geliyorlar. Bu özelliklerini çobanlardan da dinledim. Beş yüzlük bir keçi sürüsü çobanın sesini tanır ve çağırınca sıraya girermiş. Geçen gün trafikte 3040 yaşında keçiler, eşekler ve ayılar gördüm. Keçi yavruları kadar duyarlı değillerdi. Onlar hiçbir sese ve işarete, herhalde akılları olduğu için, hiçbir kurala uymuyorlardı. Toplumsal çatışmalar, keçi kadar disipline uymayan insanoğlundan kaynaklanıyor. . Keçiye keçi olduğu hatırlatılabiliyor. nsana insan olduğunu mezara kadar anlatamıyorsunuz. Anadolu kırsalının kentlere akışı keçi sürüsünün düzenli otlağa gidişi kadar olamadı. B R KEÇ ÖYKÜSÜ CBT 1279/2 23 Eylül 2011 Bugün dünya çelişkileri arttı ve iletişimin olağanüstü gelişmesi nedeniyle bu çelişkilerin farkında olanların sayısı da çok arttı. Kentlerdeki köy gettolarında yaşayanlar lüks apartmanlarda, lüks otomobillerinde, fakat akıl ve bilgilerini gettolarında yaşarlar. Bunlara bilgi gettosu diyelim. Türkiye’nin hiçbir sorunu, bilgi gettosu sorunu çözülmeden çözülemez. Bunu her şeye deva gibi ileri sürülen eğitim de çözemez. Çünkü onu gerçekleştirecek olanlar da o gettoda yaşıyorlar. Çağa yabancı gettolu insan her an toplum dengesini bir ölçüde bozar. Toplumların ortak aklı bu çelişkilerin keskin uçlarını törpülemek zorundadır ya da insanlar yok olacaklar. Birkaç aylık olayları anımsayın: Deprem ve Fukuşima, Arap ayaklanması, kendi vatandaşlarını kurşuna dizen Breivik kaçığı, kendi vatandaşlarını kurşuna dizen Libya, Suriye rejimleri, on üç trilyon dolarlık borcunu –biz de dahil dünyanın enayilerine ödeten, bir dev uygarlık temsilcisi (hangi uygarlıksa), dünya devi ABD’nin ordusunu törpüleyen baldırı çıplaklar, toplantı üzerine ÖNCE B LG GETTOSU SORUNU ÇÖZÜLMEL toplantı yapan sırıtkan politikacılar, açlık sınırında yaşayan yüz milyonlar, araba sahibi olmayı en büyük amaç bellemiş protokeçiler, yılda bir milyon yedi yüz bin kişiyi keskin bıçak gibi öldüren şık arabalar. Bu evrensel kargaşa bilim akademisi sorunu gibi küçük bir taşçıktır. Toplumsal bilinçlere ulaşamaz. Geçenlerde Economist dergisi iletişim kolaylığı nedeniyle mahalle kahvesine dönüşen bir dünyadan söz ediyordu. Aslında sorun kahve sohbetine dönüşen sözün dünyanın dört bir köşesine kolayca ulaşması değil, sözün içeriğinin boşalması. Eğer akıllı bir adamsanız, yandaş ya da karşıt bir gazetenin ya da televizyon istasyonunun bir günde ürettiği boş ve saçma düşünceler üzerinde biraz durun. Ve hangi konuda olursa olsun sözünü ettiği konuya bir aydınlık (çözüm demiyorum) getirip getirmediğine bakın. Bunların hangisi kahve dedikodusunun cılız entelektüel düzeyinden uzaklaşıyor? Bütün dünya her gün ekonomik bunalım, savaş, ölüm, hapislik, fakirlik, açlık tehdidi altında yaşamıyor mu? Arabasını öndeki arabayı geçmek için zorlayan zavallı, kendi yaşamını zorlayan evrensel ve ulusal olaylardan haberli mi? Amerika’nın on üç trilyon dolar açığı varmış, ya da Türkiye sekiz yılda, bütün Cumhuriyet Tarihinden çok borç yapmış. Direksiyondaki protokeçi bununla ilgilenir mi? Bu tür adamlarla ilgilenmeyen bozkırlakent arasındaki çelişkiyi anlayıp dertlenir mi? Gelişememiş ülkelerde silahlar, demokrasi gereği bozkırın elindedir. Bu, evrensel kapitalizm sizi sömürüyor demektir. Tayfun Akgül