25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

GÜNCEL TIP Mustafa Çetiner cetiner.m@superonline.com www.mustafacetiner.com Sağlık Postpartum depresyon Postpartum depresyon veya doğum sonrası depresyon (PPD) genellikle 2.8. haftalar arası başlar ve en çok bir yıl kadar sürer. Tedavi görmeyen kadınlarda 3 ay ile bir yıl arasında kendiliğinden düzelebilir. Annenin bebeğine karşı ilgisizliği veya düşmanca duyguları ön plandadır. Anne bebeğine zarar vermeye kalkışabilir. Hastalık kişinin çevresince önemsenmeli ve dikkatli olunmalıdır. Ağır depresif belirtiler yanında intihar düşünceleri ya da girişimleri görülebilir.Dr. Gülçin Arı Sarılgan, Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Psikiyatri Böl. Son yıllarda insanların kahvaltı etmeden kendilerini sokaklara atmalarının obezite sıklığını arttırdığı ileri sürülüyor. Bir başka çalışmaya göre de gün içinde hissedilen yorgunluk ile sabah kahvaltı etmemek arasında doğrusal bir ilişki olduğu görülüyor. Yine aynı çalışmada akademik performans düşüklüğü, öğrenme zorluğu gibi eğitim açısından olumsuz faktörlerin kahvaltı etmeyenlerde daha fazla olduğu gösterildi. CBT 1279/17 23 Eylül 2011 Batılı toplumlarda yapılan istatistiklere bakarsanız yetişkin yaşta her 3 kişiden ikisi aşırı kiloludur. Bu artışın çok iyi bilinen nedenleri var. Ancak son yıllarda insanların kahvaltı etmeden kendilerini sokaklara atmalarının obezite sıklığını arttırdığı ileri sürülüyor. Amerika Birleşik Devletlerinde 1991 yılında yapılan bir çalışma her dört çocuktan birinin kahvaltı etmediğini göstermiş. Aslına bakarsanız kahvaltı yapılması veya yapılmaması ile kilo artışı arasında bilimsel olarak doğrudan bir ilişkinin var olduğunu söylemek için erken. Ancak bazı bilim insanları, sabah kahvaltı etmenin en azından öğün sayısını arttırdığını ve daha sık ve az yemeye neden olduğunu ileri sürüyor. Bu durum, diyetle ilişkili olarak termogenezi (ısı oluşumu) ve metabolik hızı arttırıyor çünkü. Bilimsel çalışmalar obez kişilerin sabah kahvaltısını daha çok atlama eğiliminde olduğunu açıkça gösteriyor. Aynı çalışmalar, sabah kahvaltı etmeyenlerin edenlerle karşılaştırıldığında daha büyük porsiyon yediklerini, yediklerinde yağ içeriğinin daha fazla olduğunu ve atıştırmaya daha eğilimli olduklarını kanıtlamış. Ancak yanıtlanması gereken önemli bir soru var. Acaba bu durum bir neden mi, yoksa sonuç mu? Obezlerin akşam geç saatlerde çok yemek yediklerini ve bu nedenle aslında sabahları tok uyandıklarını ileri sürmek mümkün. Yakın zaman önce NHANES III olarak adlandırılan ve Amerika Birleşik Devletlerinde gerçekleştirilen bir çalışmada kahvaltı tip ve alışkanlıkları ile günlük kalori alışı ve vücut kitle indeksi arasındaki ilişki araştırıldı. Toplam olarak 16.543 deneğin katıldığı bu çalışmada sabah kahvaltı yapmamanın en azından kilo vermeye yardım etmediği gösterildi. Çalışma sonunda beklendiği gibi sabah kahvaltısında et ve yumurta yiyenlerde vücut kütle indeksi daha yüksek bulundu. “Seasonal Variation of Blood Cholesterol Study” (SEASONS) çalışma sonuçları da sabah kahvaltısını atlayanlarda, sabah kahvaltı edenlere göre obezite riskinin 4,5 kat daha yüksek olduğunu ortaya koydu. Japon çalışma grubunun yaptığı çalışmanın sonuçları da oldukça çarpıcı görünüyor. Tıp öğrencileri üzerinde yapılan bu çalışma, gün içinde hissedilen yorgunluk ile sabah kahvaltı etmemek arasında doğrusal bir ilişki olduğunu göstermekte. Yine aynı çalışmada akademik performans düşüklüğü, öğrenme zorluğu gibi eğitim açısından olumsuz faktörlerin kahvaltı etmeyenlerde daha fazla olduğu gösterildi. Benzer ilişki orta öğretim öğrencileri için de geçerli bulundu. Yani kahvaltı edenler, etmeyenlere göre daha kolay sorun çözüyor, ruhsal durumları daha iyimser oluyor. Yaşları 1113 arasında değişen grup ile yapılan bir başka çalışma ise kahvaltı edenlerin daha hızlı öğrendiğini gösteriyor. Bu bulguların elbette hormonal, nörolojik veya kognitif bazı nedenleri olmalıdır. Ancak günümüzde kahvaltının bu etkiyi nasıl sağladığı tam olarak açıklanamıyor.Bu durumda bizlere anne babalarımızdan duyduk ğumuz “kahvaltı en önemli öğündür” sözüne inanmak düşüyor. Kimileri “kahvaltı en önemli öğündür” önermesinin Franz Kafka sayesinde doğduğuna inanır. Kafka, “Metamorfoz” isimli kitabında Gregor’un babasına söyletir bu cümleyi. Kafka olmasa da aslında kahvaltı tarih boyunca hep önemli olagelmiştir ve çalışmalar gösteriyor ki, boşuna değildir bu. Kahvaltı sözcüğü, Türk kültüründe kahvaltıdan sonra kahve içmek bir gelenek olduğundan, kahveden önce yenen anlamına gelen “kahve altı” sözünden türemiştir. İngilizcede ise kahvaltının karşılığı olan breakfast sözcüğü “break the fast” yani “oruç bozmak” anlamındadır. Bildiğimiz anlamda kahvaltının hayatımıza girmesi 19. yüzyılda ve kapitalizmin gelişimi iledir. İnsanların düzenli mesai yapmaya başladığı bu yüzyılda yemek saatlerinin düzensizliği ciddi kargaşa yaratıyordu. Kimileri sabah saatlerinde işe başlıyor ve sabah 10.00 sularında yemek için işe ara veriyordu. Bu nedenle kahvaltının aslında “kapitalizmin bir uydurması” olduğuna bile inanlanar vardır. Düşünüyorum da; nedeni ne olursa olsun, kahvaltı iyi ki var. Sağlığa yararı bir yana, keyif açısından da kahvaltısız bir yaşam düşünülmez bence… Yaşasın Kahvaltı! D oğum, kadın için en önemli yaşam olaylarından biridir. Doğum sonrası dönem, aileye yeni bir üyenin katılması ile yeni bir düzenin kurulduğu bir dönemdir. Kadınlar doğum sonrası ilk yıl içinde, psikiyatrik hastalıklar (anksiyete bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk, depresyon ve nadiren psikoz) açısından anlamlı risk altındadır. Ancak depresyon bu hastalıklar açısından en baskın olduğundan doğum sonrası psikiyatrik hastalık dendiğinde ilk akla gelen doğum sonrası depresyondur. Sıklığı %520 olarak bildirilmekle beraber, genel bazal sıklığının %10 olduğu kabul edilir. Doğum sonrası depresyonun bulgularını, doğum sonrasındaki ilk günlerde sıklıkla görülen “Postpartum Blues ya da Lohusalık Hüznü”nden ayırt edilmesi güç olabilir. Postpartum Blues yeni doğum yapmış annelerin%5070’nde görülen normal sınırda olan bir üzüntü veya endişe hali, kolay ve sık ağlama, en yakınlarına sıkıca bağımlılık tablosu şeklinde ortaya çıkar. Bu durum genellikle en fazla on gün sürer ve belirtiler kendiliğinden yakınların sosyal desteği ve ilgisiyle kaybolur. Lohusalık Hüznü’ne sebepleri; kadında doğumla birlikte ani gelişen hormonal değişiklikler, doğum süreciyle ve bebekle ilgili endişeler ve annelik rolünün kadına getirdiği sorumlulukların farkındalığı sayılabilir. Daha nadir olarak on doğum yapan kadından birinde daha şiddetli bir depresyon tablosu gelişebilir. Doğum sonrası depresyon genellikle daha geç 2.8. haftalar arası başlar ve en çok 1 yıl kadar sürer. Tedavi görmeyen kadınlarda 3 ay ile 1 yıl arasında kendiliğinden düzelebilir. Annenin bebeğine karşı ilgisizliği veya düşmanca duyguları ön plandadır. Anne bebeğine yeterli bakımı vermemekten ve hatta bebeğine zarar vermekten korkabilir. Bu sebeple hastalık kişinin çevresince önemsenmeli ve dikkatli olunmalıdır. Ağır depresif belirtiler yanında intihar düşünceleri ya da girişimleri görülebilir. Doğum sonrasında ortaya çıkan ağır bir depresyon, kadının ileriki yaşamını da etkileyecek Bipolar BozuklukManik Depresif Hastalığın ilk atağı da olabilir. Bu nedenle PPD geçiren kadınlar psikiyatri uzmanı tarafından uzun süreli olarak izlenmelidir. Bazı risk etmenlerini taşıyan kadınlarda doğum sonrası depresyonun daha sık görüldüğü bilinmektedir. Bu risk etmenleri kadının ya da eşinin işsizliği, sosyal desteğin yetersiz olması, evlilik sorunları, beklenmedik yaşamsal olaylar (ölüm, ayrılık gibi), planlanmamış gebelikler, multiparite, daha önceki gebeliklerde depresyon geçirilmesi, yüksek riskli gebelik yaşamış olması, kayıpla sonlanan gebelik ve doğum deneyimleri, erken annebebek ayrılığı ve bebeğin bakımı ile ilgili duyulan kaygılardır. Annenin ailesinde geçirilmiş “Doğum sonrası depresyon” öyküsü de riski arttıran bir etmendir. Bir ya da daha fazla risk etkeni taşıyan kadınların doğum sonrası depresyon için taranması önerilmektedir. Tarama için en sık kullanılan yöntem Edinburgh Postpartum Depresyon Skalasıdır. LOHUSALIK HÜZNÜNDEN FARKI Gerek genetik gerekse hormonal, yeni doğum yapmış olan kadının anksiyete eşiğinin düşmesine, günlük stres yaratan durumlarla daha zor baş etmesine sebep olmaktadır. Genetik etkenlerin üstünde durulmasının sebebi postpartum depresyon gelişen kadınların birinci derece akrabalarında mizaç bozukluğu oranının normal popülasyona göre daha yüksek olmasıdır. Hormonal sebepler incelendiğinde, bazı veriler östrojen hormonunun rolü olduğunu düşündürse de yapılan araştırmalar bunu desteklememiştir. Gebelik boyunca yüksek olan östrojen düzeylerinin doğumla birlikte ani düşmesinin postpartum depresyon ile ilgili olmadığı görülmüştür. Kortizol düzeyinin etkisini değerlendiren araştırmalarda da anlamlı bir sonuç çıkmamıştır. Bazı araştırmacılar, doğum sonrası geçici tiroid disfonksiyonunu PPD ile ilişkilendirmişlerdir. Depresif mizacın tiroid bozukluğu ile ilgili olabileceği düşünülmektedir. PPD ele alındığında anne sütü ile beslemenin olumlu ve olumsuz etkileri olabilmektedir. Anne sütü veren kadınlar, kendilerine ayıracak zamanlarının çok az oluşu, emzirme nedeniyle uykusuz kalmaları, ilaç kullanmaları gerektiğinde bebeğe zararı olacak endişesi duymaları gibi nedenlerle kolaylıkla negatif duygudurumuna girebilirler. Bunun yanında anne sütünün hızla kesilmesinin bazı hormonal değişiklikler yoluyla depresif belirtileri daha da kötüleştirdiği düşünülmektedir. Misri ve ark.’nın yaptığı bir çalışmada PPD’u olan ve anne sütü kesilen 51 kadından, %83’ünde depresyonun anne sütünün kesilmesinden sonra başladığını, %17’sinde ise depresyona bağlı olarak anne sütünün kesildiği, ayrıca depresyonun ağırlığının anne sütü ile besleme süresini anlamlı olarak etkilemediği gösterilmiştir. Doğum sonrası depresyon sık görülmesine karşın çoğu kez tanı konulamamaktadır. Bu durumun başlıca nedenleri kadının negatif duyguları nedeniyle kendini yalnız hissetmesi veya utanması, rutin kontrol için çağrıldığı doğum sonrası 6. haftaya kadar doktorla görüşme olanağı bulamamış ya da hangi bölüme başvuracağını bilememiş olması, yeni doğan bebeğin verdiği heyecanla yakınmalarını dile getirememesi olabilir. Ayrıca çevrenin ilgisinin daha çok yeni doğan bebek üzerinde oluşu sebebiyle PPD atlanabilir. Ülkemizde PPD ile ilgili yapılan çalışmalar oldukça yetersizdir. Çok merkezli ve büyük sayıda gebenin doğum sonrası takibi ile yapılacak çalışmalar ile Türk toplumuna özgü risk faktörleri daha net saptanabilir. PPD’nin eğer hafif veya orta şiddette ise annenin emzirmeyi bırakması önerilir ve antidepresan tedavi başlanır. Hasta yakın takibe alınır ve ayrıca hastanın eşiyle de görüşme yapılarak durumu hakkında bilgi verilir. Destekleyici terapi uygulanır. Tablonun şiddetli olduğu bazı durumlarda psikiyatrik hospitalizasyon düşünülebilir. Depresyon çok şiddetli ise elektroşok tedavisi düşünülebilir. Eğer PPD erken dönemde ve yeterince tedavi edilmezse, yıllarca sürebilen tedavisi zor bir hale dönüşebilir. B YOLOJ K FAKTÖRLER ANNE SÜTÜ’NÜN ETK S TET KLEYEN ETMENLER TEDAV
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle