24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Geleceğini hoyratça tüketen toplum ve eğitimdeki acıklı görünüm Yeni eğitim yılına girerken tüm eğitim sistemimizde acıklı bir gerçek göze çarpıyor. İlköğretimden üniversiteye dek ülkede eğitim sistemi, diğer bazı alanlarda olduğu gibi çok ciddi bunalım ve çöküşün içinde görülüyor. YÖK sistemi belirli bir zihniyet tarafından tamamen ele geçirildi; rektörlüklerin büyük kesimi, bilimden, demokrasiden uzak kişilerce işgal edildi; öğretim üyeleri susturuldu; öğrencilerini dikkate almayan, geleceğe hazırlamayan ve hatta geleceklerini karartan bir sistem haline geldi. Prof. Dr. Cahit Helvacı, Dokuz Eylül Üniversitesi, Eski Fen Blimleri Enstitüsü Müdürü, cahit.helvaci@deu.edu.tr programlarını sürdürebilecek düzeyde değildir. Mustafa Kemal’in ve onun Cumhuriyet’inin ideolojisi, tembellikten kaynaklanan başarısızlığı asla hoş görmezdi. Ne var ki günümüzde Türkiye’deki üniversiteler, çoğunluğunu oluşturan niteliksiz bir kalabalığın devletin gereksiz ve haksız af katkılarıyla sürekli ödüllendirildiği kurumlara dönüştürüldü. Bu nedenle, üniversite eğitimi, gerçek anlamda lise düzeyine indirgendi. Bu durum, yapılan üniversite giriş ve diğer başarı sınavlarında da açıkça görülmektedir. lköğretimde yapılan taşımalı eğitim, bir yandan Türkiye’nin kırsal kesimini ve şehirlerin varoşlarını yeterli temel eğitimden yoksun bırakırken, bir yandan da ilköğretim çağındaki çocuklara önemli zorluklar ve sıkıntılar yaşatıyor. Kırsal kesim ve şehirlerin varoşları öğretmen yerine bir imama terk edildi. Bu kesimlerde ciddi bir eğitim faaliyeti gözlenmezken, halk dinsel cemaatler içinde hızla örgütlenmekte. Böyle ortamlardan gelen çocukların modern eğitime uyumları da olumsuz yönde etkilendi ve hatta olanaksız hale geldi. Zamanında kırsal kesimi aydınlatmak için başlatılan ve Cumhuriyet tarihimizde ayrı bir yeri olan unutulmaz Milli Eğitim bakanlarından Hasan Ali Yücel’in, Köy Enstitüleri Projesi, laik ve çağdaş bir eğitimi gerçekleştirmek üzere hayata geçirilmişti. Ne yazık ki, bu proje 5. Milli Eğitim Şurasında antilaik ve demokratik olmayan güçler tarafından tamamiyle sonlandırıldı. Bugün ise, bilimsel ve demokratik yöntemlere dayanması gereken eğitim sisteminde, dogmalar ve dini kurallar egemen oldu, ve bu tür eğitim sistemi anaokullarına dek indirgendi. Sonuçta gelecekte toplumun nasıl şekillenmesinin istenildiği apaçık görülmektedir. Özellikle 80’li yıllarda başlayan ve 2000’li yıllarda hızla yayılan görsel ve yazılı medyadaki içeriksiz yayınlar, diziler ve televole programları tüm toplumu, özellikle gençleri ve çocukları son derece olumsuz şekilde etkiledi. Saatlerce süren niteliksiz diziler, tüketimi özendiren programlar, öğrenmeden ve üretmeden sürekli tüketen, sorumsuz ve duyarsız bireyler üretti. Bu durum, hayatın tüm kesiminde olduğu gibi benzer şekilde eğitim ve öğretim sistemine de yansıdı. Demokrasi, evrensel insan hakları ve bilimsel kavramların özgürce tartışılmadığı ve doğru biçimde hayata geçirilmediği için her alanda kalite ve düzey belirgin şekilde düştü. Mustafa Kemal Atatürk’ün eş’ siz öngörüsü ile söylemiş olduğu ‘’Çalışmadan, öğrenmeden, yorulmadan rahat yaşamanın yollarını alışkanlık haline getirmiş milletler evvela haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonrada istikballerini kaybetmeye mahkumdurlar.’’ sözlerinden herkesin ders çıkarması gerekir. Eğitimdeki bu gidiş, ülkenin geleceği için ağır bir tehdit oluşturur. Karşıt görüş açıklayan kişilerin cezaevlerine kapatıldığı, düşünce ve bilim özgürlüğünün sınırlandırıldığı, bilimin yerine inancın konulmaya çalışıldığı bir ülkede gerçek eğitimden ve demokrasiden söz edilemez. Bu koşullarda ileri demokrasi savları ise ironi olmaktan öte bir anlam taşımaz. Bilimsel, akılcı, demokratik, özerk, tarafsız, objektif ve evrensel bir eğitim ortamı geç kalınmadan hayata geçirilmeli. Bu amaç, herkesin temel yurttaşlık görevlerinden biri olmalı. Y ÖK ve ÖSYM’deki bilinen sorunlardan sonra, Milli Eğitim Bakanlığı’na, intihal eylemi gibi etik değerlere aykırı davranışları yargı kararıyla saptanmış bir kişinin getirilişi ise son derece düşündürücüdür. ÖSYM Başkanının da daha önceki bilim dışı uygulamaları biliniyor, şimdi ise sınav skandalları ile gündemdedir. leri demokrasi söylemleriyle eğitimdeki tüm tepe noktaları, o makamlara uygun olmayan kişiler getirilerek işgal edildi. Son olarak, hükümetin kanun hükmündeki kararname (KHK) ile TÜB TAK ve TÜBA’da yapısal değişikliğe giderek eğitim ve bilim alanında darbe yapmış oldu. Bu kurumlar bağımsız ve özerk statüleri yok edilerek sıradan birer kurum haline getirildiler. CBT 1279/ 18 23 Eylül 2011 Yıllarca üniversitede doktora düzeyinde “Bilimsel Yayın ve Rapor Yazma Teknikleri” ile “Bilim Etiği” dersi vermiş bir öğretim üyesi olarak, Bugün, bilimsel ve demobu durumu anlamam kratik yöntemlere dayanve öğrencilere anlatması gereken eğitim sistemam olanaklı değil. Mart 2010’da uzunminde, dogmalar ve dini ca bir süre müdürlükurallar egemen oldu, ve ğünü yürüttüğüm bu tür eğitim sistemi anaFen Bilimleri Enstitüsü Müdürlüokullarına dek indirgendi. ğü’nden ayrıldıktan Sonuçta gelecekte toplusonra, bu göreve yemun nasıl şekillenmesinin ni gelen kişi, dersi veren öğretim üyesiistenildiği apaçık görülni bile bilgilendirmektedir. meden, “Bilim Etiği” dersini, doktora eğitimi ortak zorunlu dersler programından çıkardı. Böylece bilim yapmaya çalışan genç insanlara mevcut gayri ciddi ve bilim dışı örnekleri anlatma olanağı da ortadan kaldırıldı. Bir ülkenin darbelerle düze çıktığı ve daha gelişmiş bir demokrasiye eriştiği dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Bu durum aydın ve demokratik bireyler tarafından kabul gören ortak bir gerçektir. 1980 askeri darbesini yapanlar darbeye gerekçe gösterilen nedenler ve sorumlular yerine, öncelikle ülkedeki ulusalcı, aydın ve demokrat insanların üzerine insafsızca giderek tümünü yok etmek ve ezmek için harekete geçti. Kimileri asılarak kimileri hapislerde kimileri ise sürgünlerde perişan ve yok edildiler. Öte yandan yeraltına sinmiş tarikatçı ve dinci örgütler darbecilerin desteği ile mantar gibi tüm ülkeyi işgal için harekete geçtiler. Süregelen hükümetler ise bu güçleri hem siyasi hem de ekonomik olarak sonuna kadar destekledi. Eğitim kuruluşları ve üniversiteler, ideolojilerin B L M ET Ğ ÇIKARTILDI ve inançların sergilendiği, belli bir dünya görüşünün egemen kılınmaya çalışıldığı bir ortam değildir ve olmamalıdır. Belirli dogmaların hâkim olduğu ortamlarda bilimin ve özgürlüğün barınması mümkün değildir. Çünkü bilim sürekli olarak gerçeği arayan ve gerçekle bağdaşmayan hiçbir şeyi kabul etmeyen bir düşünce sistemidir. Eğitim kuruluşları, farklı görüş ve düşüncelerin hoşgörü ile harmanlandığı ve tartışıldığı ortamlardır. Hiçbir şeyin mutlak olarak doğru olmadığı bilinen ve sınırsız koşulsuz bir öğrenmearaştırma coşkusunun başkaca hiçbir şeye feda edilmediği yerlerdir ve böyle olmalıdır. Ne var ki gerekli karar ve önlemlerin zamanında alınmayışı nedeniyle üniversite ve yükseköğretimin sorunları adeta içinden çıkılmaz bir hal aldı. Tüm bu sorunlara karşın büyük potansiyele sahip olan ülkemizin geleceğe nasıl ve hangi düzeyde taşınacağı genel olarak üniversitelerimizin ve oralardan yetişecek gençlerimizin kalitesi ve üretkenliği ile doğru orantılı olacaktır. Hal böyleyken siyasal iktidarlar bugüne değin üniversite ve eğitim sorunlarına kendi politik çıkarlarının doğrultusu dışında hiçbir çözüm getirmedi. 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra ilköğretimden yükseköğretime dek yapılan değişimler ile bir yandan demokratik ve laik eğitim sistemi sonlandırılırken, öte yandan üniversitelerin demokratik işleyişi ve bağımsızlığı yok edildi. Yüksekokul niteliğindeki tüm okulların YÖK sistemiyle üniversiteler içinde toplanması, uluslararası düzeyde gerçek anlamda üniversite olma yolunda hızla yükselen birkaç üniversitenin de zaman içinde çöküşüne ve düzey kaybetmesine neden oldu. Vakıf üniversitelerinin hızla çoğalması ise, devlet üniversitelerinin öğretim üyesi kaybetmesine ve dolayısıyla eğitim düzeylerinin düşmesine neden oldu. Çünkü vakıf üniversitelerinin kuruluşunda alt yapı ve öğretim üyesi gereksinimleri ciddi bir planlamaya dayandırılmadı ve gerekli koşullar aranmadı. Bütün bu nedenlerlerden dolayı Türkiye’deki üniversiteler, olması gereken düzeylerinin altına indi, gerçek işlev ve özelliklerini hızla yitirdi. Türk üniversitelerinin bu durumu OECD raporlarında da açıkça görülmektedir. ATATÜRK’ÜN ÖNGÖRÜSÜ Öte yandan, ilk ve orta öğretimde uygulanan ezbere dayalı, düzeysiz, laboratuvar uygulamalarından yoksun ve içeriği yetersiz öğretim, üniversitelere katılan öğrencilerin bilgi düzeylerini düşürdü. Türkiye’de eğitim yetersizliğinin asıl nedeni ve kökeni orta öğretimdedir. Dershane katkısıyla üniversiteye giren öğrencilerinin bilgi seviyesi, gerçek üniversite KÖTÜLÜĞÜN KÖKEN ORTAÖĞRET MDE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle