26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POL T K B L M Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Üniversitesanayi işbirliğini konu alan toplantıların zaman dizini epeyce eskiye dayanır. O düzenlemelerde başı çekenler de genellikle akademisyenlerdir... Eğrisi ve doğrusu ile kolesterol ve ilaçları üzerine Kolesterol halk sağlığı açısından belki de en “medyatik” molekül. Üstelik, şimdiye kadar birisi 1964, diğeri 1985’de iki Nobel Tıp Ödülü kolesterol ile ilgili buluşlar sayesinde alındı. Günümüz tıp biliminde hâlâ güncelliğini koruyor kolesterol. Bugün indekslere göre kolesterol ile ilgili yılda yaklaşık 1500 bilimsel makale yayımlanıyor. Ancak gerek bilim çevrelerinde, gerekse medyada süregelen bir tartışma da güncelliğini koruyor: Acaba kolesterolün kalp damar hastalıklarındaki rolü abartılıyor mu; daha da önemlisi, bununla ilgili olarak kolesterol düşürücü ilaçların, özellikle de statinlerin yararlı etkileri acaba abartılıyor mu? Doç. Dr. Doğan Yücel “Bizim size öğrettiklerimizin yarısı muhtemelen yanlıştır ama maalesef hangi yarısı olduğunu bilmiyoruz.” Çalışmaya 1971’de ikinci kuşak denekler (çocuklar), 2002’de üçüncü kuşak denekler (torunlar) da alınıyor ve bugün hâlâ sürdürülüyor bu çalışma. şte bugün başta yüksek kolesterol olmak üzere, kalp damar hastalığı ile ilgili risk faktörleri (yüksek tansiyon, sigara, şişmanlık, şeker hastalığı, fiziksel aktivite azlığı, yüksek trigliserit, düşük iyi kolesterol) ve kalp damar hastalığı ile yaş, cinsiyet, psikososyal etkenler arasındaki ilişkiler büyük ölçüde Framingham Çalışması’nın sonuçlarına dayanıyor. Kan kolesterolü yüksek kişilerde, kalp damar hastalığından ölüm riski de kolesterol yükseldikçe artmaktadır. Eğer kişide kalp damar hastalığı varsa, kolesterol yüksekliğinin etkisi çok daha fazla görülüyor (Şekil 2) ÜSİMP 4. Ulusal Kongresi’nden Notlar (3) Ülkemizde, üniversitesanayi işbirliğini teşvike yönelik düzenlemelerin, kaynağını ‘1990’lı yılların TÜBİTAK’ından alan bir ‘kadro hareketiyle’ başladığını belirtmiştim. Bu hareketin bir bilim kurumunda yer almış olması ve başı çekenlerin içinde akademisyenlerin bulunması, ne yazık ki üniversitelerin de kurumsal olarak bu harekete sahip çıktıkları ya da söz konusu işbirliğine hazır oldukları anlamına gelmiyor. Bazı üniversitelerin sanayi ile işbirliği yapmak için öne atıldıkları elbette görülmüştür. Ama bazı akademisyenlerin kişisel tercihlerinin, daha çok da işbaşına gelen rektör ve ekibinin kendi üniversitelerinin misyonu konusundaki anlayışlarının belirleyici olduğu bu gibi durumlarda bile bilim insanlarının kendi uğraş alanlarının (konuyla ilgili ilk yazımda belirttiğim) doğasından kaynaklanan önemli güçlükler ortaya çıkmıştır. İşbirliğine açık, buna niyetli bilim insanları da sanayicinin dilini anlamakta ve onların davranış normlarını, kabullerini, gereksinmelerini doğru okuyabilmekte zorlanmışlardır. Bu tür üniversitelerde, işbirliğinin tarafları arasında, deyim yerindeyse, ‘tercümanlık yapmak’; bilim insanlarının yüksündükleri işleri kotarmak ya da fikri haklarla ilgili sorunların çözümünde ve gerekli formalitelerin yerine getirilmesinde görüldüğü gibi yetersiz kaldıkları noktalarda onlara yardımcı olmak ve işlerini kolaylaştırmak için bazı birimlerin kurulduğu da olmuştur. Bu birimler, üniversitelerindeki bilgi ve deneyim birikiminden sanayicileri; sanayicilerin gereksinmelerinden üniversitelerinin bilim insanlarını haberdar etmeyi de üstlenmişlerdir. Ama bu birimlerde görev alan insanların bu çetrefilli işleri öğrenip deneyim kazanmaları da bir zaman ve sabır meselesidir. Tabiîi bu söylenenler, işbirliğine açılma ve bunu başarma arayışındaki kadroların bulunduğu üniversiteler içindir. Yoksa, üniversitesanayi işbirliğinin belirli bir anlayış çerçevesinde üniversite sistemimize yerleştiği; bunun bir misyon olarak kabullenilip gereklerinin yerine getirilmesine çalışıldığı söylenemez. 2011 Martı’na ait verilere göre, 30 üniversitemizin yerleşkesinde teknoloji geliştirme bölgesi bulunması ve dokuz üniversite yerleşkesinde daha bölge kurulmasına izin verilmiş olması, bu konuda herhangi bir yanılgıya yol açmamalıdır. ‘Yazılım geliştirdiği ya da ARGE faaliyetinde bulunduğu’ için bu bölgelerde yer verilen 1543 firmanın kaçında ve hangi düzeyde üniversiteyle işbirliğinin gerçekleşmiş olduğuna ilişkin herhangi bir değerlendirme çalışmasına ulaşılamamakla birlikte, bu bölgelerle ilgili olarak Sanayi Bakanlığı’nın web sitesinde yer alan ve işbirliğine karine teşkil edebilecek göstergelerin (‘alınan patent sayısı’ gibi) hiç de iç açıcı olmadığı görülebilmektedir. Demek ki, ana amacı bu işbirliğine zemin hazırlamak olan teknoloji geliştirme bölgelerinde bile bu konuda henüz yeterli bir başarı elde edilebilmiş değildir. Bu bölgelerde farklı bir resmin ortaya çıkması da zaten beklenemezdi. Çünkü, daha önce de sözünü ettiğim gibi işbirliği için her şeyden önce, ARGE yapmayı, yenilikçilik ve yaratıcılığı bir kültür normu olarak benimsemiş; rekabetçiliğini bu yeteneklerine dayandırmayı amaç edinmiş; yetersiz kaldığı noktada üniversitenin kapısını zorlayan bir sanayinin varlığı gereklidir. Ancak böyle bir sanayi, o bölgeleri üniversiteye ulaşmanın sıçrama tahtası olarak kullanabilirdi. Oysa sanayimizin bu düzeyin epeyce uzağında olduğu biliniyor. Sanayiden gelen ve daha ziyade ‘araştırma’ konusunda olması beklenen böyle bir işbirliği zorlaması olmadıkça, üniversitelerimizin kendiliklerinden buna hazır hale gelmesi ancak bunu kendilerine misyon edinmeleriyle mümkün olurdu. Önemle belirtilmelidir ki, ‘hazır hale gelmek’, bilim insanlarının işbirliğine kendilerini açık hissetmeleriyle sınırlı bir mesele değildir. ‘İşbirliğine hazırım’ diyebilecek bir üniversitenin, önce bilim ve/veya teknolojinin belirli bir alanında sanayiye sunabileceği bir yetkinlik geliştirmiş olması gerekir. Meseleye bu açıdan bakıldığında, bu niteliğe sahip üniversite sayısının da çok fazla olduğu söylenemez. Konuyla ilgili notlarım henüz bitmedi... B u konuda bir kafa karışıklığı var. Cumhuriyet Bilim Teknoloji’nin 6 Mayıs 2011 tarihinde yayımlanan sayısında da bu kafa karışıklığı “ laç Kullanımında Kafa Karışıklığı: Kolesterolü Nasıl Düşürmeli?” başlığıyla yer aldı. Bilim çevreleri ve medyadaki kafa karışıklığı bu yazıda da açıkça görülüyordu. Kafa karışıklığına çözüm her zaman bilim olmuştur. Bilim olanı olduğu gibi kendimizden bir şey katmaksızın, nasılsa öyle görebilmek ve gösterebilmektir. Karışıklık iki noktada odaklanıyor: Birincisi, kolesterol ile kalp damar hastalıkları arasındaki ilişki. kincisi statinlerin yararları ve zararları… CBT 1268/ 6 8 Temmuz 2011 Üreticisine yılda 1 milyar doların üzerinde kazandıran ilaçlara “Blockbuster” ilaçlar deniyor. (Blockbuster, havadan atılan çok etkili bomba anlamına geliyor.) Bugün blockbuster ilaçların başında statin grubu bir ilaç olan Lipitor (Atorvastatin) geliyor. Lipitor, üreticisi Pfizer şirketine yılda yaklaşık 13 milyar dolar getiriyor (2010). Bu Pfizer’in yıllık gelirinin dörtte birinden daha fazla. Diğer bir statin Crestor (RosuvastaDamar tin) de blockbuster ilaçlar arasında yer alıyor. sertliği riski Üreticisi Astra Zeneca’ya yıllık getirisi 5.6 milyar dolar. (2012 projeksiyonu yaklaşık 7 milyar dolar) Statinler ilaç piyasasında böylesine güçlü, ilaç şirketlerine böylesine büyük kârlar kazandıran ilaçlar. Kan kolesterolü (mg/dL) Günümüz kapitalist toplumunda büyük şirŞekil 1. Görüldüğü gibi kolesterol ile damar sertliği riski arasında ketler kaçınılmaz olarak yaşamın her alanına kesin bir ilişki var ve bu ilişki kolesterol düzeyi yükseldiği ölçüde girerler. Bu büyük ilaç şirketleri için de böydaha da güçleniyor (Kaynak: Stamler J, Wentworth D, Neaton JD. ledir. Kazandıkları gelirin önemli bir kesimiJAMA 1986;256:28232828). ni “promosyon” olarak satışları teşvik amacıyla Bu konuda her ne kadar medyada kafa karışıklığı sürüyorsa da bilim ortamında kuşkuya yer yoktur. Çünkü yarım yüzyılı aşkındır süregelen ve yüzbinlerce deneği kapsayan bilimsel çalışmalarla kolesterolün kalp damar hastalığı, daha doğrusu kalp damar hastalıkları içinde başı çeken damar sertliği (ateroskleroz) riskini, özellikle de koroner kalp hastalığı riskini arttırdığı kanıtlanmıştır. Bu çalışmaların başında Framingham Kalp Çalışması gelir. Bu çalışma 1948’den beri sürüyor. ABD’de, Massachusetts eyaletinin Framingham kasabasında, kasaba nüfusunun 30 – 62 yaşındaki sakinlerinin üçte ikisini kapsayan, 5209 kişiden oluşan bir çalışma olarak başlatılıyor. Bu deneklerin düzenli olarak 2 yılda bir kapsamlı muayeneleri yapılıyor, yaşam biçimleri araştırılıyor, laboratuvar testleri kaydediliyor. KALP DAMAR HASTALIKLARIYLA L ŞK “Kolesterol şüphecileri” genellikle kolesterol ile kalp damar hastalığı arasındaki bu güçlü ilişkiyi kabul etmez. Kolesterol şüphecilerinin düştükleri en önemli yanlış tek başına kolesterol yüksekliğini ele almalarıdır. Oysa yukarıda da değindiğimiz gibi kalp damar hastalığının tek belirleyicisi yüksek kolesterol değildir. Öte yandan, kan yağlarındaki bozukluk da kolesterol ile sınırlı değildir. Hem kolesterol bileşenlerinin (iyi kolesterol: HDLkolesterol düşüklüğü ve kötü kolesterol: LDLkolesterol yüksekliği), hem trigliserit gibi kandaki diğer yağ türlerinin yüksekliği hem de kan yağlarının proteinleri olan apolipoprotein yüksekliğinin [Lipoprotein(a) ve Apolipoprotein B gibi] önemi vardır. STAT NLERE GEL NCE…
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle