Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Yemin Yemin bir taahhüttür. Yemine, birey, kurum ya da daha üst örgütlenmeler arasındaki taahhüt türlerinden birisi olarak bakılabilir. Tınaz Titiz Öğrenilmiş çaresizlik ve Stockholm Sendromu Ülkemizde yeni yapılan seçim sonuçlarını açıklamak için Stockholm Sendromu olarak adlandırılan bir duruma atıf yapılmaktadır. Wikipedi’de bu sendrom “rehinenin kendisini rehin alan kişiye duygusal anlamda bağlanması olarak” tanımlamaktadır. Prof. Dr. Nevzat Yüksel Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı, nyuksel@isbank.net.tr Aynı kaynağa göre “ilk kez psikiyatr Bejerot tarafından tanımlanan sendrom, ismini 1973 yılında sveç’in başkenti Stockholm’de yaşanan bir olaydan almaktadır. Banka soyguncusu tarafından altı gün boyunca rehin tutulan bir kadın, soyguncuya duygusal olarak bağlanır. Serbest kaldığında soyguncuyu savunmakla kalmaz, nişanlısını terk ederek kendisini rehin alan banka soyguncusunun hapisten çıkmasını bekler.” Stockholm Sendromu başka rehine olaylarında da yaşanmıştır. Bu sendromun anlamını genişleterek insanın kendisini zora sokan, üzen koşulları benimsemesi, savunması ve bu koşulları yaratan nedenleri görmemesi, onun yanında yer alması olarak da tanımlayabiliriz. Ben bu yazıda bu sendromun psikolojik açıklamaları üzerinde durmak istiyorum. Çağdaş psikiyatride depresyonu açıklamak için “öğrenilmiş çaresizlik” denen bir model üzerinde durulmaktadır. Bu model 1975 yılında Seligman tarafından geliştirilmiştir. Bu model iki temel deneye dayanır. lk deneyde elektrik şokundan kaçma yolları kapalı iken (kafesin kapısı kapalı iken) bir süre köpeğe elektrik şoku uygulanır. Köpek bir süre kaçma yollarını arar ve bir süre sonra çabalamayı bırakır. kinci deneyde aynı köpeğe elektrik şokundan kaçma yolu açıkken (kafesin kapısı açıkken) şok verildiğinde köpeğin uyarandan kaçmadığı görülmüştür. Önceden elektrik şoku uygulanmayan köpeklerde bu durum gözlenmemektedir. Bu model psikiyatride deneysel depresyon modeli olarak kullanılmaktadır. Benzer modellerde antidepresan ilaçlar çabalama süresini arttırmaktadır. nsanda da benzer deneyler yapılmıştır. Bu deneyler çözümsüz bulmacalar, yüksek ses vb. gibi uyaranlarla yapılmıştır. Deneklere sesi kontrol edemeyecekleri bir ortamda gürültü uyaranı verilmiş, aynı deneklere daha sonra aynı uyaran, sesi kontrol edebilecekleri bir ortamda uygulanmıştır. kinci deneyde deneklerin sesi kontrol edecek düğmeyi bulmakta güçlük çektikleri, daha geç buldukları veya zorlandıkları görülmüştür. Aynı gözlem çözümsüz bulmaca verilen deneklerde de gözlenmiştir. Aynı deneğe çözümü olan bir bulmaca verildiğinde çabalama süresi kısalmaktadır. Uzun süreli çaresizlik insanın bilişsel durumunu olumsuz yönde etkilemekte, doğruyu bulmakta zorlanmakta, çözüm üretmekte zorluk yaşamasına neden olmaktadır. Bilişsel işlevlerde (karar verme, yargılama, dikkat, planlama, problem çözme, yaratıcılık, olumsuz etkilere karşı koyabilme, tepkilerin denetimi ve zihinsel esneklik, bellek, işlem hızı, algılama, değerlendirme, çözüm üretme vb.) tedavi edilmemesi halinde kalıcı bozukluklara yol açabilmektedir. Ortaya bozukluğun derecesine göre klinik durumlar da çıkabilmektedir. Depresyon bunlardan biridir. Depresyon benlik saygısı düşüklüğü, yetersizlik ve güvensizlik duyguları, çökkün (depresif) duygulanım, suçluluk duyguları, umutsuzluk, çaresizlik duygusu, ilgi azlığı, zevk alabilme yetisinde kayıp veya azalma, bellek bozukluğu, dikkat ve konsantrasyon yetisinde azalma, ölüm ve özkıyım düşünceleri, sosyal geri çekilme, işlevsellikte kayıp, enerji azalığı, yorgunluk, uyku sorunları, cinsel istekte azalma veya kayıp gibi belirtilerle karakterize bir klinik durumdur. Girişim duygusunu da ortadan kaldırır. Öğrenilmiş çaresizlik depresyonun nedenlerinden biridir. Klinik durumlarla, uyuma yarayan normal insan tepkilerinin arasındaki temel farkın bir nitelik farkı olmadığını bir derece farkı olduğunu da burada belirtelim. Ölçü aşırıya kaçtığında hastalık durumları ortaya çıkmaktadır. Bu belirtiler hastalık şiddetine ulaşmadan daha hafif düzeylerde birçok insanda bulunabilir ve davranışlarını etkileyebilir. Çaresizlik algısı insanda temel güven duygusunu azaltır. Benlik saygısı azalır. Benlik saygısında azalma bağımlılık eğilimini arttırır. Çaresizlik duygusu, davranış ile sonucun bağlantısız olması, istemli davranışlarda azalmaya neden olur. nsan giderek geri çekilir, bazen her şeyden, kendi canından bile vazgeçer. Depresif birinin olaylara bakışı da değişir. Elinden bir şey gelmeyeceğini, böyle gelmiş böyle gideceğini düşünür. Kararları da etkilenir. Benlik saygısının yüksekliği ise sorumluluk bilinciyle birliktedir. Benlik saygısı yüksek olan kişi kendi kaynaklarını harekete geçirerek dünyayı değiştirebileceğini, dayanağının yalnızca kerndi gücü olduğunun farkındadır. Koşulları değiştirme cesaretini ve bu alanda çabalama cesaretini gösterir. Onun için başarılamayacak iş yoktur. Bir konuda başarısız olsa bile yeni projeler, yeni çözümler üretmeye çalışır. Çabayı elden bırakmaz. Dirençkendir. Sorumluluk vermeme veya aşırı denetleme de benzer etkileri yapabilmektedir. Yaşlılarda sorumluluğun ellerinden alınması depresyon nedeni olarak görülmektedir. Benlik saygısı azalmış, bağımlılık eğilimi artmış, istemli davranışları azalmış birey bir mahkum psikolojisi içine girebilir. Bu ruh hali, içinde bulunduğu durumdan çıkış yollarını arama bulma çabalarını ortadan kaldırabilir. Öğrenilmiş çaresizlik halkımızda yoğun biçimde bulunmaktadır. Bunun temel nedenlerini önce o insanın yaşam koşullarında sonra da tarihimizde aramamız gerekmektedir. Osmanlılar döneminde ziraat ve yönetim Müslümanların, bilim ve ticaret ise Müslüman olmayanların elinde idi. Hükümdar gerek duyduğunda gençleri askere alır, savaşa gönderir, onlardan ölmelerini isteyebilirdi. Buna karşın eğitim ve sağlık kurumlarının ülke çapında yaygınlaştırılması, herkesin bu hizmetlere ulaşmasının sağlanması, kendini geliştirme yollarının açık olması gibi çabalar yoktu. Bu tür kurumları hükümdarlar ve yakınları kendileri için yaptırıyorlardı. Halkı düşünen yoktu. Birey kavramı yoktu. Herkes hükümdarın kulu idi. Seçme şansı yoktu. slam tarihine bakacak olursak ayrıntıları değişebilmekle birlikte Emeviler ve Abbasiler döneminde de durum böyle idi. Bu değişmez ortam ister istemez bir öğrenilmiş çaresizlik duygusu yaratmış ve bu duygu nesiller boyu aktarılmıştır. Bu tür davranış kalıplarının kendi kendini kopyalaması, bulaştırması ve çaresiz olmayan insanların zihninde de sürmesinin sağlanması, onları da çaresizleştirmesi söz konusudur. Bu durum halen de sürmektedir. Cumhuriyetle beraber bu yaklaşım değişmekle birlikte, sorunlarının önemli bölümünü henüz çözememiş olan ülkemizde halktaki çaresizlik duygusu yoğun biçimde sürmektedir. Seçim sonuçlarına bir de bu yanı ile bakmak gerekir. T anım olarak bir ifadenin taahhüt sayılabilmesi için, taahhüdün yerine getirilmemesi halinde taahhütte bulunacak olanı maddi / manevi bir yükümlülük altına sokabilecek bir karşılığın güvence olarak gösterilmesi gerekir. Örneğin, “Artık sigara içmeyeceğim” ifadesi bir taahhüt gibi görünse de bir karşılık gösterilmediği için bir hükmü yoktur. Eğer: • bu ifadenin arkasından “eğer sigara içersem X” şeklinde bir tamamlayıcı geliyorsa ve • X, taahhütte bulunan kişi açısından gerçek bir yükümlülük yaratabiliyorsa ve • bu koşula uyulup uyulmadığı bağımsız gözlemci(ler)ce serbestçe denetlenebiliyorsa (örneğin gizlice sigara içmek denetlenemeyebilir) ancak bu durumda gerçek bir taahhütten söz edilebilir. Burada X’e bir isim vermek gerekirse taahhüdün güvencesi denilebilir. Güvence, taraflardan birisinin bağlı bulunduğu konusunda kuşku bulunmayan değerlerden birisinin şahit gösterilmesi şeklinde de olabilir. Fenerbahçeliliğinden kuşku bulunmayan bir kişinin, “artık sigara içmeyeceğim; eğer içersem Galatasaraylı sayılayım” ifadesi buna göre gerçek bir taahhüt sayılabilir. Taahhüt hiyerarşisi: Evin erkeğinin hizmetçiye verdiği “karımı boşayıp seni alacağım“ sözü, müteahhidin “yuvanızı yapacağım“ taahhüdü, satıcının satın alma görevlisine “abi sen ihaleyi bana ver, ben de komisyonunu hesabına yatırayım“ anlaşması, bir ülke başbakanının “geliştirmeyi düşündüğümüz nükleer santralı bizden alın, atıklarınızı biz alırız” uluslararası sözleşmesi ya da “bir daha şu partiye oy vermezsem gözüm körolsun” yemini ve bunlara benzer taahhütler arasında bir saklı güvenilirlik hiyerarşisi vardır. Hiyerarşideki yeri neresi? Bir toplumu oluşturan çeşitli sosyoekonomik katmanlar açısından en güvenilir taahhütlerin birbirinden farklı olduğu görülüyor. Küçük ve herkesin birbirini iyi tanıdığı yörelerdeki esnaf arasında “ağızdan çıkan söz” en güvenilir taahhüt iken, belirli bir inanç grubuna dahil kişiler arasında “Allah şahidim olsun ki” türünden yeminler en güvenlisidir. En ağır hakaretlerin genellikle iki eksende (şeref ve cinsel namus) toplandığı toplumumuzda, bu iki öbek aynı zamanda taahhütler için de en güvenilir kavramları içeriyor. “Şerefim üzerine yemin ederim ki”, daha üst sosyal statüye ait olanların benimsediği taahhüt türü iken, “annem aynı zamanda eşim de olsun ki” yemini ayak takımının pek kullandığı türdür. En güvenilir olanlar aslında en kolay bozulabilir olanlardır.. Bu bir çelişki gibi görünebilir ama değildir. Güvenilir olanların nedeni güvenilir olagelmişliğidir! Tuhaf görünebilir ama paranın paradoksu denilen, “para kabul edildiği için kabul edilir”e pek benzer bir durumdur bu. Çünkü, yeminlerin, bir toplum kesimi içinde, o kesimin değer ölçülerine uygunluk ve zamanın aşındırıcılığına dayanmış olmaktan olmaktan başka bir güvencesi yoktur. Bozulmayı sağlayan ajan “yalan” kavramıdır.. Zaman içinde, kimi insanlar yeminin bu “bozulabilirlik” özelliğini keşfedip kendi çıkarları için kullanmayı akıl ettikçe, yalan yere yemin etmek gibi bir yozkültür üremiş bulunuyor. Bir yandan da her şeye rağmen bundan korkup çekinenler bazı antidot’lar üretmişlerdir. Yemin ederken ayağını kaldırmak, köpeğe ekmek doğramak vs gibi. Daha melun tipler ise, yeminin dayandığı değerleri her ne iseleraşabilecek yeni operatörler arayışına girmişler ve “davamız uğruna” virüsünü laboratuvarda böyle üretmişlerdir. Milletvekili yemini de bozulmaya uğrayanlardandır.. Artık yazılı etik güvencelere ihtiyaç var.. Yeminlerin ortak özelliği, fuzzy nitelikli oluşları nedeniyle geniş bir alanı kapsamalarıdır. Nerede başlayıp nerede biteceği, tutulmaz ise ne yapılacağı tamamen paylaşılmış değerlerce belirlenir. Eğer paylaşılmış değerler aşınmış ise fuzzy kavramlar tamamen belirsizlik haline gelir. şte bu noktada daha belirgin, sınırları iyi tanımlanmış, kolay denetlenebilir dar kapsamlı taahütlere ihtiyaç vardır. Etik Güvence adı verilebilecek olan bu tür taüahhütler, bu yozlaşmayı bir ölçüde aşmak, belki de yeminin birleştiriciliğini geriye getirmek amacıyla ortaya çıkmıştır. Haziran 2011 seçimlerinden sonra iyiden iyiye ortaya çıkmış olsa da epeydir yürürlükte bulunan, “yemin ederiz ama uymayız da” ilkelliğine bir de buradan bakınız. HALKTA YAYGIN BULUNUYOR KALICI BOZUKLUK YAPAR CBT 1268/ 18 8 Temmuz 2011