17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

•KÜLTÜR• DOĞAN KUBAN Bilim, Bilim Dünya her gün daha kalabalık, yeni bilgiler biriktikçe birikiyor. Kullandığımız eşyaların sayısı her gün daha fazla. Gündelik yaşamda kullanılan kavramların sayısı kimsenin bilemeyeceği kadar çok. Bir cep telefonunun içerdiği bilgi ve iletişim kanallarını düşündüğünüz zaman, insanoğlunun bu bilgi yığını içinde boğulması, aklını kaçırması gerekir. A klı kaçırmamanın tek yolu bilgilerin sınıflandırılmasıdır. Yüzyıllardır bilim adamları bunu yapıyorlar. Günlük yaşamda alternatiflerin çokluğu insanlarda karar verememek, öncelik saptayamamak şeklinde ortaya çıkıyor. Bu şaşkınlık süper markette bir peynir, şarap ya da makarna reyonu karşısında ne yapacağınIı şaşıran tüketicinin durumuna benzer. Bu sonsuz bilginin sınıflandırılması sürecinde iki garip insan türü ortaya çıkıyor: Biri bilim adamı. Yani bir bilgi alanının uzmanı. Diğeri hiçbir alanın uzmanı olmayan, fakat her konuda karar veren politikacı. Aristo filozof ve bilim adamı olarak çağının bütün bilgilerini biliyordu. bni Sina da bir polimattı. Bu evrensel bilgi sahibi olmak neredeyse Rönesan’sa kadar uzandı. Leonardo bilim adamlığı yanında sanatçılığı ile ‘homo universalis’in olağanüstü bir örneği idi. Rönesans’dan sonra bilgi hazinesi akıl almaz şekilde zenginleşti. Politikacı daha garip bir insan örneği. Başlangıçta, avcı göçerler hayvan peşinde koşarken en güçlü, en iyi gören avcı olasılıkla kabilenin başkanı oluyordu. Fakat bu tek otorite giderek yerini karmaşık bir iktidar sistemine bıraktı. Göçerler, tarihte izlediğimiz gibi, mutlak politik iradeyi hükümdara bıraktılar. O da seçtiği vezirler ve ordu kumandaları aracılığı ile iktidarını yürüttü. Göçerler yerleşik toplum deneyimine sahip olmadıkları, ya da geniş sınırların kontrolu konusunda bilgi sahibi olmadıkları için Selçuklular ran’da başvezirden en küçük bürokrata kadar yazma bilen ranlılarla bir bürokrasi kurdular. Melik Şah’la birlikte Nizam ülMülk ran Selçuklu Devleti’nin temsilcisi idi. Medresenin ilk kurucusu da odur. Osmanlı’da sultanın otokratik egemenliği sürdü. Fakat askeriye’de, ilmiye’de bilgi, deney ve ehliyet, bilinçli bir meritokrasi ve şanslı bir hükümdar dizisi ile hızla büyüyen imparatorluğu 16. yüzyıl sonuna kadar, kendine olan inancını yitirmeden yaşattı. Avrupa tarihi gelişmesinde bilgi ve uzmanlığın giderek ehil olanlara gitmesini sağlayacak bir örgütlenme büyük rol oynamıştır. Avrupa aristokrasisi başlangıçta Avrupa’nın gelişmesine olanak veren en önemli iktidar bölüşmesi sayılabilir. Asya ve slam’ın otokratları Avrupa’da olmadı. Avrupa’da derebeyleri sonra aristokratlar sonra burjuvalar, sınırlı güçte de olsalar, krallara karşı bir ağırlık oluşturdular. Bu toplumda bilgi sahibi olanları koruyucu odakların sayısını artırdı. Bu süreçte Kilise, devlet içinde devlet olarak, bilgi dağıtımını kontrol ediyordu. Kilisenin bu konumu bizim gibi kul toplumlarında anlaşılmaz. Kilise’nin bağnazlığı, sonunda bilimsel düşüncenin aristokrasiye sığınmasına yol açtı. Bilim, kilisenin kontrolündeki üniversitelerden (ki orada tıp ve hukuk dışında sadece teoloji vardı) çıkıp aristokrasinin ve hükümdarların kurduğu akademilerde gelişti. Bizde her gücün sultanda toplanması buna olanak vermedi. Medrese hocaları bilimin gelişmesine olanak vermediler. Bunu öğrenmek için 19. yüzyılda stanbul’da Üniversite açılması süreci incelenebilir. Osmanlı bir kul toplumudur. Herkes sultanın kuludur. Allah’ın kulu olmak yetmez, aynı zamanda sultanın kulluğu da vardır. Yinelemekten zevk aldığım çok güzel bir Bektaşi hikâyesi var: Kahire’de dervişin biri süslü atların üzerinde geçen gösterişli ve zengin giysileri olan bir atlı grubunu sey K KEZ KULLUK CBT 1269/2 15 Temmuz 2011 rederken, yanındakine sormuş: Yahu, bunlar kim? Bunlar falanca Memluk Beyinin kulları Derviş kollarını havaya kaldırıp B L M ÖZGÜRLÜKLE VAROLAB L R Allah’ım, bir şu Memluk Beyinin kullarına bak, bir de Bilim dincilere göre zaten tanrının yaptığı şeyi kurcasenin kuluna bak!, demiş. lamak olduğundan, olmasa da ziyanı olmayan boşuna bir slam toplumlarının ve özellikle sultan ve halife ün çabadır. Bu garip adamlar, uçağa binme, telefon dinlemevanların birlikte taşıyan otokratın kulları olan milyonla nin bilim denilen bir bilgi üzerine oturduğunu nedense unurın yaratıcılıklarını kanalize edecek hiçbir şey Osmanlı’da turlar. Bilimin ancak özgürlükle kabil olduğunu, ve bilim yoktur. Avrupa’nın örnek olabileceği kurumlar kurulma adamını değerlendirmenin ancak bilim adamlarınca yaya başlansa bile bunlar cumhuriyete kurum olmaktan çok pıldığın kabul edene kadar Üniversite ‘kullaştırılmış’ bir kakavram olarak miras kalmışlardır. labalık olarak kalabilir. Osmanlı toplumunun son yüzyılında dünyadan geri kalGelişmemiş, kurumsallaşmamış, kentlileşmemiş ülkemanın endişesi ile kurulan bütün kurumlarda, Osmanlı ta lerde bilimsel gelişmenin karşısına çıkan en büyük engel, rihinden kalan otokrasi damgalı kurumlaşma vardır. Tayin, demokrasi sözcüğünün özgürlük ile ilişkisinin yok edilmiş yani politik iradenin seçimi mparatorluğu batırdığı gibi, olmasıdır. 1950’den sonra, Cumhuriyet döneminde de bürokratik sıDemokrasi bir seçim yöntemi değildir. Çünkü demokrasi nırlama bilim ve sabir seçim sistemi değil, insanattaki bütün yarana verilen bir değer üzerine tıcı özgürlükleri kıoturan bir düşünsel kurgudur. sıtlayan bir hastalık Onlar, uçağa binme, telefon dinlemenin bilim Eski Yunan’dan bugüne olarak sürüp gitmişdemokrasi kişiye verilen düdenilen bir bilgi üzerine oturduğunu nedense tir. Bilime ve bilim şünce ve davranış özgürlüğü unuturlar. Bilimin ancak özgürlükle kabil oladamının işine kaüzerine kuruludur. Burada rışma tek parti döduğunu, ve bilim adamını değerlendirmenin bunun modalitelerini irdenemlerinde (CHP, lemek benim yapabileceğim ancak bilim adamlarınca yapıldığın kabul DP, AP, AKP) bilim bir şey değil. Fakat deneyimi edene kadar Üniversite ‘kullaştırılmış’ bir kaadamı ve sanatçı yeolan bir üniversite hocası tişmesini engelleyen labalık olarak kalabilir. olarak, bilimsel çalışmanın boyutlara ulaşmıştır. pek çok nedenlerden kısıtlı olduğu Türk üniversitelerinde bilim yapılmasının sadece ÖZGÜR B L M VE POL T KA bir tesadüf olduğunu söyleyebilirim. Bugün Türkiye’de özgür bilim yapılamaz. Zaten denBilimin yaratıcısı olan Avrupa bile lidere ve partiye kul gesini yitirmiş yüksek öğretim kurumları, araştırma bütçesi olan bilim adamları nedeniyle Nazi Almanya’da, Komünist bağlamında, ciddi ve sürekli bir araştırma olanağı verecek Rusya’da çok sıkıntı çekti. Türkiye’nin gelecek kapısı önbütçelere sahip değildir. Üniversite hocalarının rektör, de ce bilim ve özgür bilim adamıdır. Bu kuşkusuz başka kapıkan, vb. hiyerarşiler içinde ve ağır bir öğretim yükü altın ların kapatılması anlamına gelmez. Fakat yakın gelecekte da araştırma yapacak zamanı da yoktur. dünyayı bekleyen sıkıntılar ancak bilime gösterilen saygı mparatorluk, ithal bilimle yaşamıştır. Cumhuriyet de, ve verilen olanaklarla aşılabilir. başka çare olmadığı için aynı yolu izlemiştir. Biz hâlâ Batı’nın onayını arkasına almadan yapamayan üniversitelere sahibiz. Tayfun Akgül Yönetmeliği, programı Batı’dan alınmış, okuttuğu kitaplar Batı’dan çevrilmiş, üniversitede öğretim üyesi olma ölçütleri Batılı bilim dergilerinde bir iki makalesi olmak ve ‘quotation’ sayısı ile saptanmış, kendisi kitap üretemeyen, kütüphanesi zengin ev kütüphaneleri kadar olan, araştırma laboratuarları olmayan, hiçbir zaman yeterli bir hoca kadrosuna sahip olmayan üniversitelerimiz var. Bunların içleri de özel üniversiteler sayesinde boşaldı. Türkiye büyüdükçe üniversiteler arttı. Yapı sayısı ile öğrenci sayısı büyük. Bunun ötesi sorunlu. Kanımca Türk Akademia’sı temel bilim öğretimi alanında uluslararası literatüre giren yayınların ciddi bir dökümünü yapmalı, içeriklerini, kapsamlarını alanlarına getirdikleri katkıları saptamalı ve bu katkıyı sayısal verileriyle dünyanın seçme üniversiteleriyle karşılaştırmalıdır. B (Bahattin Baysal’ın TÜBA yayınları içinde çıkan “Türkiye Niçin leri Teknoloji Üretiminde Yetersiz, 2011” adlı Kimya alanı ile ilgili konferansında Türkiye’nin konumunu özetlemiştir.) Hocaların geçim sıkıntısı, bir kenara savrulmuşlukları, bilimi dışlamış bir toplum ve devletin kucağında bir türlü büyüyemeyen bilimsellik kavramı, ülkenin geleceğinde eylemli olarak olmasa bile, düşünce olarak söz sahibi olamamanın bilinci ve sıkıntısı, ve bütün bunların neden olduğu bilimsel yetersizlik, hatta çöküntü Türk bilim yaşamını karartmıştır. Bu alanda en şanslı olan tıp fakülteleridir. Çünkü araştırma konuları her gün önlerine gelen hastalarıdır. Ve her insan özgündür. Dolayısıyla özgün bir konu olarak sunulma olanağı verebilir. Fakat çağdaş bilim pahalı laboratuarlar ister. Konusu genelde kurumsaldır. Sosyal bilimler ise ‘kul’ geleneğinden vazgeçemeyen politikacının baskısından bizim gibi ülkelerde kurtulamazlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle