24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR ANT B YOT K YER NE ALTERNAT F TEDAV atışları var. Bu parçacıklara doğru, kısa lazer atımları yönlendirildiğinde, parçacıklar kısa bir süre için ısınıyor ve titreşmeye başlıyorlar. Bununla birlikte nano parçacıklar en iyi mikroskoplar altında bile görünmedikleri için incelenmeleri çok zordur. MaxPlanck Katı Cisim Araştırmaları Enstitüsü’nden Markus Lippitz, doktora öğrencisi Thorsten Schumacher ile birlikte Stuttgart Üniversitesi’nde geliştirilen nano anteni, hassas titreşimler için bir sensor olarak kullanarak yeni bir gelişmeye imza attı. Bu amaçta 70 nanometre inceliğinde disk biçimindeki nano anten, daha küçük olan bir altın parçacığının yakınına yerleştirilmiş. Anten, lazer ışının çok iyi bir şekilde demetlenerek, incelenen nano parçacıkla bağlanmasını sağlıyor. Bir nano parçacık bu tür bir lazer ışınına yerleştirildiğine ve titreştiğinde, lazer ışınının yoğunluğu çok hafif bir şekilde ayarlanabilmekte. Parçacığın nano mekanik titreşimleriyle meydana gelen ışık değişimleri anten tarafından güçlendiriliyor ve ölçülebilir duruma geliyor. Bu optik yapı bu yüzden titreşimleri tıpkı stroboskopla olduğu gibi görünür kılmakta. sinde ipliksi kurtların üç temsilcisine ait örnekler bulmuş. Bunun için yerkabuğunun 0,93,6km derinliğinde, kayacın içinde gizlenen su rezervlerine sondajlar yapmışlar. Beatrix maden ocağında bugüne kadar bilinmeyen bir tür saptanmış. Yeni türe Faust romanındaki şeytanın isminden esinlenilerek Halicephalobus mephisto adı verilmiş. Mephisto’nun I Yunanca’daki anlamı “Işığı sevmeyen”dir. Çeşitli türleri inceleyen araştırmacılar, iplik kurtlarının gerçekten de suya ait olduğunu saptamışlar. Suyun yaşı 300012.000 yıl olarak açıklandı. Eşeysiz üreyen yarım milimetre büyüklüğündeki iplik kurtları neredeyse elli santigrat derece sıcaklığa kadar dayanıyor ve bakterilerle besleniyor. tedavi edilmeye çalışılır diyor araştırmaya katılan Mark Holmes, yeni MRSA kökü, sütün pastörize edilmesi sırasında öldüğü için süt tüketimi tehlike oluşturmuyor. Ancak bakteriyi taşıyan hayvanlarla temasta bulunmak ya da pastörize edilmemiş süt içmek bakterinin bulaşmasına neden olabilir, diyor, The Lancet Infectious Diseases dergisinde. Günümüzde git gide daha fazla hastalık etkeni antibiyotiklere karşı direnç kazanıyor, hatta bazı bakteriler daha şimdiden antibiyotiklerle tedavi edilemeyecek duruma geldiler bile. Dünya Sağlık Organizasyonu WHO’dan yapılan açıklamaya göre, 2010 yılında neredeyse yarım milyon kişiye tüberkülozun bir türü bulaşırken, hastaların üçte biri de yaşamını yitirmiş. Bu hastalık birçok antibiyotiğe karşı duyarsızdır.. WHO dirençli bakterilerin yayılışını, penisilin ve diğer antibiyotiklerin gereksiz ve hatalı kullanımına bağlıyor. Leipzig Fraunhofer Hücre Terapisi ve mmünoloji Enstitüsü bilimcileri, şimdi antibiyotiğe karşı bir alternatif buldu. Mikroplar antibakteriyel peptitlerle tedavi edilecek. Şimdiden çok sayıda bakteriyi öldüren yirmi kısa aminoasit zinciri saptadık bile, diyor araştırmayı yöneten Andreas Schubert. Peptitler mesela enterokoklar, mayalar ve küf mantarları ve ağız boşluğunda bulundukları taktirde diş çürümesine yol açan Streptococcus mutans bakterileri üzerinde etkili olmuş. Hatta deneyler sırasında, çok dirençli olarak bilinen S t a ph y lo coccus aureu s hastane bakterisinin büyümesi bile engellenmiş. Bilimciler ilk önce mantarlar ve bakteriler üzerinde etkili olduğu bilinen peptitlerden, sekans varyasyonları ürettikten sonra bunları çeşitli bakteriler üzerinde test etmişler. Çürümeye neden olan bakteriler yaklaşık bir saat kadar yapay üretilen antibakteriyel peptitlerin etkisinde bırakılmış. Yeni üretilen peptitler, pozitif yüklü aminoasit taşıdıkları için negatif yüklü bakteri zarıyla birleşerek içinden geçebilmişler. Antibakteriyel peptitlerin etkisi sadece birkaç dakika içinde ortaya çıkıyor. Ayrıca on mikrometrelik dozdan itibaren etkili olan klasik antibiyotiklerin aksine peptidler bir mikrometrenin altında bile etkililer. Dahası peptitler sağlıklı hücrelere de zarar vermiyor. Şimdi peptitleri canlı enfeksiyon modelleri üzerinde test edecekler. ngiliz Kuş Bilim Vakfı uzmanları bülbülün otuz yıl içinde sadece şarkılarla ve masallarla anılacağını söylediler. Doğadaki tüm bülbüllerin tükeneceği konusunda uyaran BÜLBÜLÜN SOYU TEHL KEDE Yeraltındaki yaşam sanıldığından çeşitli çıktı. Üç kilometre derinlikte bile hâlâ çok hücreli canlılar dolaşıyor. Güney Afrika’daki maden ocaklarındaki bin yıllık sularda iplik kurtları bulundu. Oysa bu kadar derinlikte sadece tekhücrelilerin yaşadığı sanılıyordu. plik kurtlarının bu kadar derinlerde yaşayabiliyor olması, Mars ve güneş sistemimizin diğer gezegenlerindeki canlı arayışlarında da dikkate alınmalı, diyor araştırmacılar Nature dergisinde. Princeton Üniversitesi’nde Tullis Onstott ve arkadaşları, inceledikleri beş maden ocağından iki YERALTINDAK ŞEYTAN Cambridge Üniversitesi bilimcileri, inek sütünde ve insanlarda metisilin adlı antibiyotiğe dirençli Stafilokok aureus hastane mikrobuna ait yeni bir kök buldu. Kısaca MRSA olarak isimlendirilen bakteri bazı hastanelerde uygulanan standart testlerle saptanmış. Laura Garcia Alvarez yönetimindeki ekip, antibiyotiğe karşı dirençli olan bakteriyi keşfedince ngiltere’deki ineklerdeki enfeksiyonları incelemiş. Araştırmacılar sütün içindeki bakterinin MRSA olduğunu tahmin ediyorlardı ama gerçekleştirdikleri testlerle, örnekleri bilinen köklerin içine sınıflandıramadılar. Bakterinin kalıtımı incelenince, farklı MecA geni versiyonuna sahip bilinmeyen bir MRSA köküne ait olduğu ortaya çıktı. Halihazırda uygulanan testlerin birçoğuyla özgün MecA versiyonu arandığı için, yeni versiyon saptanamıyor, ki bu da testlerin yenilenmesi gerektiği anlamına gelmekte. Danimarka gibi ülkelerde yeni MRSA kökü insanlarda da saptanmış. Fakat hastaneler hala eski testlerle çalıştıkları için yeni kök fark edilemez ya da yanlış antibiyotiklerle NEK SÜTÜNDE MRSA KÖKÜ araştırmacılar, bu ötücü kuşun en çok korunması gereken türlerin kırmızı listesine alınmasını önerdi. ngiliz ornitologlarının yaptıkları sayımlara göre 2008 yılında, 1995 yılına kıyasla yüzde 53 oranında daha az bülbül bulunmuş. Bülbülün yok oluşuyla ilgili şimdilik sadece tahminler yürütülmekte. ngiltere’de bülbülün azalışından karaca, alageyik ve Hindistan ve Çin’den ithal edilen Munçak geyiği (diğer adı havlayan geyik) sorumlu tutuluyor. Bu hayvanların hızla çoğalıp yayılmaları sonucunda bülbülün tercih ettiği yaşam alanları yok olabilecek. Bülbüllerin kış aylarında konakladıkları güney Sahra’daki ve yıllık göç rotalarındaki yaşam koşulları da git gide kötüleşmekte. 2012 yılında Afrika ve ngiltere’de gerçekleştirilecek kapsamlı bir araştırmayla bülbülün yok oluşuyla ilgili yeni bilgilere ulaşılması bekleniyor. Nilgün Özbaşaran Dede Araştırma CBT 1265/ 4 17 Haziran 2011 Yeni bir yöntemle nano parçacığın “kalp atışı”, yani uyarılmış parçacığın minik titreşimleri ölçülebildi. Nature Communication dergisindeki yazıda, araştırmacıların, ultra hızlı doğrusal olmayan spektroskopinin sinyallerini güçlendirmek için ilk kez nano antenler kullandıklarından söz edilmekte. Minik altın nano parçacıkların da kalp NANO PARÇACIĞIN “KALP ATIŞI” GÖRÜNÜR KILINDI ÖNCÜ İNSANLARDA ERKEKLER EV KUŞU, KADINLAR GEZGİN Güney Afrika’daki iki mağarada bulunan 19 fosil dişi inceleyen Amerikalılar, eski atalarımızda dünyayı dolaşanların kadınlar olduğunu buldu. Erkekler yaşamlarını daha çok doğdukları bölgenin çevresinde sürdürüyordu. Dişlerden 11 tanesi Paranthropus robustus, üç tanesi ise Australopithecus africanus türüne ait. Dişler yaklaşık 2,4 ila 1,7 milyon yıl yaşında. Bilimciler fosil dişlerin minesindeki stronsiyum izotop izlerini incelemişler. Stronsiyum, kayaçlarda ve yeryüzünde bulunan doğal bir element. Farklı kayaç türleri ve jeolojik bölgeler, farklı stronsiyum izleri taşır. Bu madde besinlerle birlikte insan bedenine de girer ve diş minesinin sertleşmesi sırasında buraya yerleşir. Bu süreç, öncü insanlarda aşağı yukarı sekiz yaşında gerçekleşmiş. Boulder Colorado Üniversitesi’nde Sandi Copeland ve arkadaşları, iki mağarada bulunan daha büyük dişlerin (erkeklere ait oldukları sanılıyor) mağaralardaki dolomitlerdeki stronsiyum izotop izlerini taşıdığını görmüşler. Oysa küçük dişlerin çoğunda, yani kadınlara ait olduğu sanılanlarda, bölgeye ait olmayan izler bulunmuş. Farklı izler güneydoğu yönündeki iki ila üç kilometrelik mesafedeki en yakın bölgeye ve kuzeydoğu yönündeki beş ila altı kilometre mesafedeki diğer bir bölgeye ait. Buna göre genç kadınlar diğer bir gruba katılmak ve eş bulmak için en azından bu kadar mesafe kat etmiş olmalılar, diyor bilimciler. Erkekler ise mağaraları ve buradaki besinleri tercih ettikleri için kendi bölgelerinde kalmışlar.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle