02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Her şey enerjidir! Nobel ödüllü ünlü fizikçi Richard P. Feynman, zaman zaman davet edildiği çeşitli devlet kurumlarında başından geçenleri kendine has üslubuyla bir mizah yazarına taş çıkaracak şekilde anlattığı “Muhakkak ki şaka ediyorsunuz Bay Feynman“ adlı kitabında, kısa bir süre okul kitapları seçme komisyonunda görev yaptığını anlatır. Tınaz Titiz “Muhteşem” Yüzyıl Ethem Alpaydın, [email protected] M K omisyon, çeşitli yazarlarca orta öğretim öğrencilerine matematiği sevdirmek amacıyla hazırlanan kitaplar arasından seçme yaparken yazımı henüz tamamlanmadığı için sadece ön ve arka kapakları basılmış bir kitabın da nasıl değerlendirmeye tabi tutulduğunu; toplamanın ne kadar eğlenceli bir iş olduğuna örnek olarak da sıcaklıkları birkaç bin derece olan uzak yıldızların toplam sıcaklığının hesaplanması gibi örnekleri anlatıyor. Bir süre sonra sıra fizik kitaplarına gelir ve “enerji” konusunun çocuklarca öğrenilebilmesi için, kurmalı bir oyuncağı, bir otomobili ve bisikletli bir çocuğu hareket ettiren “şey”in ne olduğu sorulur ve ardından da hepsini hareket ettiren şeyin e “enerji“ olduğu cevabı verilerek çocukların enerji kavramını anlamaları (!) sağlanır. Feynman’ın tepesinin attığı bu nokta, ısrarla diploma töreni konuşması yapmak için davet edildiği bir üniversitede yaptığı zehirzemberek konuşmada da örnek olarak verilir. Bu defa ortaokul çocukları değil, hayata mühendis vs olarak atılacak olanlar söz konusudur; Feynman üniversitede okutulan fizik kitabını eline alır ve enerji konusunun tamamen ortaokul çocuklarına belletildiği gibi sadece “buna enerji denir” gibi anlatıldığını gösterir ve kitabı da oturanların önlerine fırlatır. Sonra da belki merak eden olur diye enerjinin ne olduğunu tek cümleyle anlatır: “Kitapta, oyuncağı hareket ettirenin içindeki yayın kurulması, otomobili hareket ettirenin motorunun içindeki kimyasal tepkime ve bisikletli çocuğu hareket ettirenin de biyolojik olarak adale gücü olduğunun açıklandığını sanıyordum. Bunları babam bana küçükkenher ne hareket ediyorsa onu hareket ettirenin güneşin ışıması olduğunu anlatmış; sonrasında da aramızda şöyle eğlenceli bir tartışma geçmişti: Ben: Hayır, oyuncak hareket ediyor çünkü içindeki yay kuruludur. Babam: Peki yay nasıl kuruluyor? Ben kuruyorum. Sen nasıl elini hareket ettirerek kuruyorsun? Yemek yiyerek. Yiyecekler güneş ışıdığı için büyürler; dolayısıyla hepsinin hareket etmesinin nedeni güneşin ışımasıdır. Böylece, hareket’in, güneşin gücünün dönüşümü kavramı olduğunu basitçe anlamıştım.” yi de bunlardan bize ne! Toplumlar ister mevcut refah düzeylerini koruyup sürdürmek, isterse arttırmak istesin, bunun için mutlaka enerji CBT 1265/ 19 17 Haziran 2011 ye ihtiyaç duyacakları anlaşılıyor. Bir kurma oyuncağın kurulabilmesi, bir konuda bir yöntem araştırılması için masa başında çalışılması ya da bir seçim konuşmasının yapılabilmesi, hepsi enerjiye (güneşin ışıması) gereksinim gösteriyor. Bunu ya kendiniz makul bir maliyetle üretebileceksiniz ki bunu bütünüyle yapabilen toplum yoktur ve ayrıca bunu sürdürebileceksiniz ya da sahip olan birilerinden transfer edeceksiniz. Transfer edilecek olan doğrudan güneş ışıması olamayacağı için, onun dönüşüme uğramış formları transfer edilir. Yani yiyecek, kereste, maden cevheri, petrol, insan kaynağı, bilgi gibi “değer”ler. Bunlardan en az birkaçı herkeste olduğu için, bu tür kaynaklar uluslararası tasallut altında OLMAK ZORUNDA’dır ve bunu önleyebilecek hiçbir kural mevcut değildir. Uluslararası kurallar, bu didişmeyi engellemek için değil, olur olmaz toplumların kuralları değiştirmesine engel olmak için konulmuştur. Bizi ilgilendiren kısım, sahip olduğumuz yukarıda sayılan enerji türevleridir. şte didişmenin bitmeyecek kaynağı budur! nsanın ve toplumların refah mücadelesi bitmeyeceğine göre, kaynaklarını doğal sayılması gereken bu tasalluttan korumak için dikkat edilmesi gereken tek nokta vardır: Yüksek sorun çözme kabiliyetine (SÇK) sahip olmak. Her geçen gün ilerleyen bilim ve teknoloji, bu gün için sahip olunan SÇK’ni geçersiz kılmaktadır. O halde, her toplum için değişmez vizyon, SÇK’yi günün koşullarına uygun düzeyde tutabilmek olmalıdır. Bunun farkında olan ve olmayan toplumlar keskin çizgilerle bellidir. Farkında olmayanlar, sürekli olarak, sorunlarının kaynağı olarak “dış mihraklar”ı görürler. Farkında olmayanların sokaktaki yurttaşı durumundakiler, buna karşı çare geliştirebilecek akılfikir düzeyine sahip olamayacakları için “mallarını boykot etmek“, “bayraklarını yakmak”, “milli marşlarını ıslıklamak“ gibi bağırmaçağırma tavırlarıyla karşı koymaya çalışırlar. Farkında olanlar ise tasallutun mekaniğini anlamışlar ve her geçen gün, transfer ettikleri “değer”ler yoluyla bu mekaniği (yani SÇK) daha geliştirmektedir. Yapılması gereken, Sorun Çözme Kabiliyeti kavramını dikkate alarak, olup biteni tekrar anlamlandırmak ve sonrasında da SÇK’yi güçlendirmeye çalışmaktan ibarettir. Not: Yazı, orijiinalinden biraz kısaltılmıştır. Tamamı Sayın Titiz’in sitesinden okunabilinir. uhteşem yüzyıl pek o kadar da muhteşem bir yüzyıl değildi. Şöyle ki, Osmanlı mparatorluğu birkaç yüzyıl boyunca dünyanın en güçlü devletlerinden biri olmasına, dünyanın en verimli bölgelerinden birinde hüküm sürmesine ve bütün yeraltı, yerüstü zenginliğine rağmen bu topraklarda insanlığa fayda sağlayan tek bir buluş bile yapılmamıştır. O kadar yüzyıl boyunca Osmanlılar bilimde kendini gösterememiş, halkından Newton, Kopernik, Leibniz, ya da Pascal eşdeğeri tek bir kişi bile çıkmamıştır. Aksine her yenilik çabası tutucu güçlerce engellenmiş ve ülke, bilim ve teknolojide ilerleyen batıya karşı hızla güç kaybetmiş, ihtişamı mazide hoş bir seda olarak kalmıştır. Günümüz yönetimleri bu yüzyıllara özenirken uygulamaları da aynı yönde ve tarihten ders çıkarmalarını beklememiz boşuna. Örneğin, bugün ülkemizde internet üzerine arka arkaya kısıtlamalar yapılmaya çalışılması, yenilikten korkan ve bir savunma dürtüsü olarak anlamadığını yasaklayan aynı kafa yapısının hâlâ geçerli olduğunu gösteriyor. Buradan anlıyoruz ki eğer dünyada internet diye bir şey olmasaydı, birileri icat etmemiş olsaydı internet hiçbir zaman bizim ülkemizde icat edilemezdi. ngiliz Kraliyet Akademisi 1660 yılında, ngiltere görece olarak önemsiz bir krallıkken kurulduğu ve bilimsel araştırma o ülkede sürekli desteklendiği için 19. yüzyıl endüstri devrimi ngiltere’de gerçekleşti. Takiyuddin’in Tophane’deki gözlemevinin “gözlem yapmanın uğursuz, feleklerin esrar perdesini küstahça öğrenmeye cüret edenin akibetinin meçhul olduğu“ söylenerek III. Murat tarafından 1580’de bir gecede yıktırılmasından1 yüzyıllar sonra uzaya bir Türk astronot gönderilmesi karşılığında 20 Boeing uçağı alınması pazarlığı yapıldığını ise Wikileaks’ten öğrendik2. yimser bir tahminle her biri en az 100 milyon dolardan3 toplam iki milyar doları, yurt içinde uçak ve uzay bilimlerinde eğitim ve araştırmaya harcamak yerine bu biçimde, çok çok pahalı bir taksi gezisinden başka bir anlamı olmayan bir eylem için yurt dışına vermenin ne kadar içi boş ve anlamsız olacağını görememek zor olur. Uzun vadeli, altyapıya dönük aklı başında projeler yerine şaşaalı törenlerle sunulan çılgın projeler gündemde hep. Az eğitimli, fazla çalışkan olmayan, başına gelen felaketlerden ders almak yerine onları yüce bir yaratıcının önlenemeyecek iradesinin sonucu olarak görerek kendisini kolayca haklı çıkarabilen bir halkın çıkardığı devletin ihtişamı nadir, olursa da kısa süreli olacaktır. “Fakirler, kültür ve lüks arasında seçim yapabildiklerinde her zaman önce lüksü seçer,“ diye yazmış Thomas Hardy. Atatürk Kültür Merkezi yıllardır kapalı olmasına rağmen stanbul’da her hafta yeni bir alışveriş merkezi açılıyor. Bir kent büyük bir pazar yeri olmamalıdır. Müzik, görsel sanatlar, tiyatro ve edebiyat, kentliyi birey yapar. Aynı şablon hikâyelerin yinelendiği, iyilerin hep iyi, kötülerin hep kötü olduğu pembe diziler yerine birey olmanın zorluğunu işleyen trajedileri seyretmek bize kendi sorumluluklarımızı hatırlatır. Shakespeare ya da Montaigne, Osmanlı olamazdı. Romanda birey kendi yazgısını sorgular. Çok sesli müzikler bize hep aynı melodiyi dinlemek zorunda olmadığımızı, birden çok sesin uyum içinde birlikte daha güzel olabileceğini gösterir. Mozart, Türk Marşı besteledi ama Osmanlı olamazdı. Devletin sürekli bazı öcüleri neden göstererek halkını kısıtladığı ve bu yüzden kişilerin büyüyüp birey olamadığı, farkların bastırıldığı, başarının değil sadakatin ödüllendirildiği, bireyin devlete karşı hakkını koruyan bir adalet sisteminin olmadığı yerlerde yaratıcılık da olmaz; öğretim, müzik, edebiyat hep aynı bilinen kalıpları yineler. Watt ya da Edison da Osmanlı olamazdı. Bizde kahramanlar iki türlüdür: Ya kaderine razı olmayı bir erdem gibi gösteren, “bir lokma, bir hırka” yaşayan “kul”ların hikâyeleridir, fonda “inleyen nağmeler” çalar. Ya da zorba bir yönetene karşı isyan eden efenin, eşkiyanın hikâyesidir, Köroğlu ya da nce Memet gibi, ki burada eşkiyanın kahramanlaştırılması adaletin doğru çalışmadığını gösterir. Muhteşem yüzyıl o kadar da muhteşem değildi. Beşyüz yıl öncesine özeniyorsak, tarih tekerrür ediyorsa, ilerlememişiz, geçmiş hatalardan ders almamışız demektir. http://www.akat.org/asttarihinden/takiyuddin.html http://www.ntvmsnbc.com/id/25167188 3 http://www.boeing.com/commercial/prices/index.html 1 2 YÖK MEB’den ilham alabilir mi? Prof.Dr. Hatice Ferhan Odabaşı, Anadolu Üniversitesi; [email protected] Milli Eğitim Bakanlığı bu sene uyguladığı bir yarışmayla eğitim fakültelerinin öğretmen yetiştirme çıktılarının akademik yönünü değerlendirmeye bir adım attı. Milli Eğitim Bakanlığı Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi Başkanlığı, 2010 yılı Eğitim Araştırmaları Ödüllü Yarışması ile eğitimde gerçekleştirilen yüksek lisans ve doktora tezlerine fen ve matematik ve sosyal ve beşeri bilimler alanında ödül verdi. Ödüllerin sonuçları açıklandı, 22 Haziranda Ankara da düzenlenecek bir törenle verileceği, ödül kazananların bir çalıştay yapacağı ve çalışmaların kitap haline getirileceği de kazanan yarıştırmacılara duyuruldu. Bilindiği üzere YÖK tarafından belirlenen doçentlik başvuru koşullarında doktora tezinden üretilmiş eserlere hiçbir şekilde puan verilmemektedir. Geçmiş dönemde yapılan doktora tezlerinden ya pılan çok fazla dilimleme ya da başka türlü suistimaller sonucunda alındığını düşündüğümüz bu karar, aslında akademik yaşantının en özgün ve özenli çalışmaları olan doktora tezlerine vurulan büyük bir darbedir. Yaygınlaştırılması ve paylaşılması çok büyük önem arzeden doktora tezleri bu yaklaşım sonucunda tamamen raflarda kalan kayıp bilgi haline dönüşmektedir. Oysa, YÖK’ün eğitim fakültelerinde yapılan tezlerin incelemesini de, akreditasyonunu da sağlayacak bir yaklaşım olarak tüm doktora tezlerini doçentlik sınavında, hali hazırda SSC dergisinde yayın olarak belirlenen önkoşul maddesine doktora tezinden üretilmiş bir makale olarak getirmesi, ya da hiç olmazsa, alt koşullarda bu makaleleri puanlı hale getirmesi ülkemiz Eğitim Bilimleri akademik bilgi birikimi açısından önemli bir kazanç sağlayacaktır. Bir çok akademisyenin değişik ortamlarda paylaştığı bu fikrin YÖK tarafından da benimsenmesi ve uygulamaya geçilmesi dileğimizdir.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle