02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Siz okuyor musunuz? Basında, “okumak” konusunda yine bazı araştırma sonuçları, haber ve yorumlar yayınlandı. Çoğu oldukça iç karartıcı olan bu yazılara baktığımızda ortaya hep aynı bilinen sonuç çıkıyor: Okumayan bir toplumuz!... Erdoğan Yılmaz (İstanbul Kültür Eğitim Kurumları Genel Müdürü) O kumuyoruz ama çoğumuz her şeyi biliyor, her konuda konuşmaya, hatta bir uzmanmış gibi ahkam kesmeye bayılıyoruz. Bunu yaparken kendimizi haklı göstec recek bazı gerekçeleri de “cevap cepte hazır” tutumu ile hemencecik sıralayıveriyoruz. Bana göre en tutarsız ama bir o kadar da afilli laflardan biri “hayat üniversitesi”nden mezun olmak! O kitapsız, okumasız, yazmasız; görmeyi değil bakmayı, dinlemeyi değil durmadan konuşmayı öğreten bu üniversite (!) bizi “allame” yapıvermiş. “Bu “biz”in içinde “okumayan okur yazar” takımından pek çok üniversite mezunu da var. Hayat üniversitesinin içini, pek de bir işe yaramayan sözüm ona “müthiş deneyimler” her şeyi şıp diye anlayıp yorumladığına inandırılmış “olağanüstü bir zekâ” ya da ve dibi delik kocaman ve boş bir küpe benzeyen “zehir gibi bir akıl” dolduruyor. Bu sözüm ona üniversitede “bilimsel kuşku, nesnellik, sorma, sorgulama, inceleme, araştırma” ya da “karşımdakine de bir kulak vereyim, birkaç kitap karıştırayım, hiç değilse internetten biraz arayıp tarayayım” gibilerden kötü (!) alışkanlıklar yok. “Hayat üniversitesi” efsanesine inananlar için “aç tavuk kendisini darı ambarında görür” dersek yanlış olmaz. Kuşkusuz, gerçekten önemli deneyimler yaşamış ve daha önemlisi bunları biriktirirken ayrıştırmış, bütünleştirmiş, ilişkilendirmiş, sonuçlar çıkarmış, nesnel ve bilimsel bilgi ışığında kendini geliştirmek için kullanabilmiş, bunu yaparken çevresine kat kılarda bulunmuş, alçakgönüllü, yaratıcı ve üretici insanlara bir sözümüz olamaz. Sözümüz, doğru dürüst okuyup yazmadan, bir şeyi merak edip araştırmadan, kulaktan dolma, sadece kendi “deneyim”ini ve kendi hayatını referans sayan; bunları her tür bilimsel kaynak, kanıt ve belge yerine kullananlaradır… Yani “kerameti kendisinden menkul şeyh”leredir. Bunlara başka ne ad verilebilir ki? Kısacası okumayanın, “hayat üniversitesi”ni bitirdiği ve deneyim zengini olduğu savı bir yana, gerçekten bir iki üniversite bitirse de okumayanın, araştırmayanın, kendini sürekli geliştirip yenilemeyenin günümüzde artık bir “kıymeti harbiyesi” yoktur. Yoktur, çünkü Sn. Acar ve Zuhal Baltaş hocaların araştırmasına göre, hangi işte olursa olsun bir çalışan, o işte geçirdiği toplam hizmet süresinin %15’ini eğitime ayırmamışsa ve işe başladıktan 18 ay sonra yenilikleri ve gelişmeleri izlememişse o birey kazandığı her şeyi tüketmiş oluyor… Bunun yarattığı eksiği, önceki üniversite eğitimi de kapatamıyor. Bütün bunları neden mi yazdık? Aşağıdaki “iç karartıcı” bilgi ve bulgulara bakınca içimizden böyle geldi de ondan. Şunları bir okuyun bana hak vereceksiniz: Türkiye’de kişi başına 56 kitap düşüyor ama bu kitapların gerçekten okunup okunmadığına dair bir bulgu yok. %30’u üniversite, %8.3’ü yüksek lisan mezunu 1830 TABLOYA BAKIN yaş arası gençler, iş yoğunluğu, dersler, çevre, alışkanlık, internet ve televizyon gibi nedenlerle okumaya zaman bulamıyor. Bu gençlerin %90’ı kitaba para vermeye kıyamıyor veya ucuz olduğu için korsan kitaba yöneliyor. Çok ilginç bir saptama da şu: Gençlerin %82.5’i kendilerine kitap hediye edilmesini istemiyorlar. Gazete okuyanların oranı da çok düşük: %10.2. Gençlerin %35’i magazin, %39’u spor, %1.5’i ekonomi ve yalnızca %3’ü köşe yazarlarını okuyor. Kitap genel ihtiyaç maddeleri arasında 235. sırada ve düzenli okuma oranı binde bir … ………. Bu ve benzer saptamaları çoğaltmak kolay da, buradan ne sonuç çıkartacağız? “Bu gençler de hiçbir şey okumuyor” diyerek onlara mı yüklenelim? Yetişkin olarak buna hiç hakkımız olmadığını düşünüyorum. Okuyan bir gençlik için okuyan anababa, okuyan öğretmen, okuyan yönetici, okuyan siyasetçi, her meslekten okuyan örnek ve model yetişkinlere gereksinim olduğunu unutmayalım. Çocuklar ve gençler “oku oku” demekle değil kitap alan, evinde küçük de olsa bir kütüphane yaratan ve o kitapları okuyan yetişkinler görerek bu alışkanlığı kazanabilir. Onların, yatıp kalkıp “dersini, ödevini yaptın mı, testlerini çözdün mü sınavlara hazırlandın mı, kaç soru yaptın, ne aldın” gibi sorularla şurdan şuraya götürülmesi olanaksızdır. Bunda tüm eğitim sisteminin, anne babaların, eğitimcilerin, siyasetçilerin payı ve sorumluluğu çok büyük... Akşit Göktürk’ün “Okumayan okur yazarlar”larıyla Uğur Mumcu’nun “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan”larına sıkça rastladığımız onca olumsuz örneğin etkisini azımsayamayız. Her şeyi bilen ve her konuda sadece konuşan yetişkinlerden çocuk ve gençlerimizin başka ne öğreneceğini sanıyoruz? N o t: Sayılar ve daha fazlası için bkz.: http://www.des.org.tr/icerikoku.asp?id Yurdunu Kalbinde Taşıyan Adam Yard. Doç. Dr. Hacer Gülşen (İstanbul Kültür Üniversitesi) “Memleketim, memleketim, memleketim, ne kasketim kaldı senin ora işi ne yollarını taşımış ayakkabım, son mintanın da sırtımda paralandı çoktan, Şile bezindendi. Sen şimdi yalnız saçımın akında, enfarktında yüreğimin, alnımın çizgilerindesin memleketim, memleketim, memleketim...” Ne zaman Cengiz Dağcı’nın bir eserini okusam, Nâzım Hikmet’in bu şiirini hatırlarım. Hasret kokan bu şiir, bakmışım dilimden gözüme akmış gitmiş. Cengiz Dağcı, benim için her zaman yurdunu kalbinde taşıyan bir yazar oldu. Nihayet geçen hafta, onu daha yaşarken hatırlamak, onu anmak, onu hatırlatmak isteyen akademisyenler bir araya geldi. CBT 1261 / 14 20 Mayıs 2011 Etkinlik, 31 Mart ve 1 Nisan 2011 tarihlerinde önce Marmara Üniversitesi’nde daha sonra da stanbul Kültür Üniversitesi’nde gerçekleşti. Cengiz Dağcı’nın hayatı, sanatı ve eserleri hakkında bilgiler verildi. Kalabalık bir öğrenci katılımıyla gerçekleşen etkinlik halka da açıktı. Peki kimdir Cengiz Dağcı? 1920 yılında Yalta’nın Kızıltaş köyünde doğan yazar, halen Londra’da yaşamaktadır. O, Kırım halkının adeta sesi olmuş, II. Dünya Savaşı’nın öncesi ve sonrasında yaşadıklarını gerçekçi bir şekilde eserlerinde anlatmıştır. Kendisi de Ukrayna cephesinde tank teğmeni olarak görev yapmış, Almanlara esir düşmüştür. Yaşadıklarından eserlerinde izlenimler bulunur. Özellikle son eserlerinde çocukluk hatıraları dikkat çekicidir. lk kitabı “Korkunç Yıllar” 1956 yılında yayımlanır. Daha sonra onun devamı olan “ Yu r d u n u Ka y b e d e n Adam”(1957) gelir. Bu kitabının son sayfasında yazdıkları gelecek eserinin adeta müjdecisidir: “ çinde doğup, gülüp oynadığım yerlerde benim dilim konuşulmuyor artık…Son fırtına, ağa cı devirdi. Bizler, uçurduğu birkaç yaprak, boşlukta yolunu şaşırmış, ümitsiz ve şaşkın, meçhul bir geleceğe doğru, yalpa vurup duruyoruz.” Nitekim 1958 yılında “Onlar da nsandı” adlı kitabı yazar. Cengiz Dağcı’nın eserleri önce Varlık, daha sonra da Ötüken Yayınevi tarafından basılır. “Ölüm ve Korku Günleri” (1962), “O Topraklar Bizimdi” (1966), “Badem Dalına Asılı Bebekler” (1970),”Yoldaşlar” (1992), yazarın 25’i bulan eserlerinden yalnızca birkaçıdır. Duyuşu romantik ancak eserleri ele alış tarzıyla gerçekçi olan Cengiz Dağcı, özellikle Kırım halkının yaşadığı acı dolu yılları yansıttığı bölümlerde sanatının zirvesine çıkar. Çocukluk hatıralarıyla yoğrulan bölümlerde de okuyucuya adeta zaman içinde başka zamanların kapısını açar. Cengiz Dağcı, “Yoldaşlar” adlı eserinin sonunda şu satırları yazar: “Kimsesi yoktu teğmenin. Anne ve babası Kırım’dan toplu sürgün sırasında ölmüşlerdi açlıktan ve susuzluktan. Yalnızdı teğmen. Ama yaşıyordu teğmen.” Ukrayna cephesinde tank teğmeni olarak görev yapmış Cengiz Dağcı, belki de o teğmen. Yalnız ama yaşıyor. Dimdik ve ayakta. Kitaplarını hâlâ okumadıysanız, yurdunu kalbinde taşıyan yazarın kitaplarını bugünden itibaren okumaya başlayabilirsiniz. Size iyi okumalar dilerim!
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle