22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kâğıtsız Medya Kâğıtlıyı Yenecek mi? Meriç Velidedeoğlu Enerji bolluğunun sonu mu? Nükhet Barlas, Çevre Danışmanı, Endüstri Mühendisi, www.earthtale.com/cevregundem/ K âğıtsız medya, dijital medya; kâğıtlıyı, klasik medyayı yenecek mi? Yoksa yendi mi? Sayın Orhan Bursalı, 25 Şubat 2011 tarihli Bilim Teknoloji ekindeki, bu konuyla ilgili yazısının başlarında, henüz yenemediğini söyler gibiydi. Ya da ben öyle anladım. Bursalı, kâğıtlı medyada, “kâğıt” ve “matbaa” olmak üzere iki etken olduğunu belirtiyor kâğıdın keşfiyle başlayan; 600 yıl önce de matbaa makinesinin bulunmasıyla bütünleşen 2000 yıllık bir “süreç”ten söz ediyor. Ve bu “süreç” için, “uygarlığımızı büyüttü, yetiştirdi, geliştirdi, akıllandırdı, eğitti belleğimiz/aklımız ve bütün bunların taşıyıcısı oldu” diyor. “Oldu”, geçmiş zaman; herhalde “oldu, bitti” demek istemiyordur. Ama, “...onlara uygarlığımızın Bilge ikilisi olarak bakabiliriz” deyişinde de, eşsiz görevler yapmış, insanlığa büyük katkılarda bulunmuş olmayı değerlendirmenin yanı sıra, “artık” kenara çekilmek zamanı gelmiş havasında bir “uyarı”da yok mu? Haklı olarak: “Eh! 2000 yıl da az buz bir zaman değil” diyebilirsiniz. Sanırım, “dijital dünya”lılar, “dijitalci”ler de tam olarak bu kanıda. Bunu Bursalı da yazısında şöyle diye getiriyor: “Gizli kapaklı diyorlar ki bize; hadi, kâğıt ve matbaanızı ne yapacaksınız bakalım... Birdenbire korkak oldunuz!” Bu ağır nitelemeye aynı ölçüde yanıt beklerken, Bursalı’nın: “Yazılı basıncılar, biraz müzelik gibi bir durumdayız!” itirafını okuyunca duraladım. şte kitapsever bir dinozorun, sesinin soluğunun kesildiği bir an daha. Ama o denli yalnız değiliz; çağımızın ünlü düşünürü Umberto Eco daha yeni haykırdı: “Kitap ölmeyecek!” diye. “Kâğıtmatbaa” ikilisinin aristokrat evladı. “kitap”, bu konuyla ilgili olarak üzerinde en çok konuşulandır. Öyle ki, uluslararası ekonomiksiyasi toplantılar da bile, kenarından köşesinden olsa da kitaptan söz edildiği oluyor. 2009 yılında, U.Eco’nun kısaltılmış söylemle “yazılı mı, dijital mi” konusunu tartıştığı yazarsenarist J.C. Carricire; 2008 Davos zirvesinde, gelecek için önemli olarak görülen dört konudan birinin “kitabın geleceği” olduğunu belirtir. 2023’de “kitabın ortadan kalkacağı” dile getirilir Davos’da. Tartışmada, J.C. Carriere’in bu açıklamasına U.Eco’nun yanıtı da şöyledir: Okumak için maddi bir ortam gerekir. Bu maddi ortam, sadece bilgisayar olamaz. Bir roman okumak için, bilgisayar başında iki saat geçiririm; gözleriniz tenis topu gibi olur (...) Kaldı ki, bilgisayar elektriğin olmasına bağlı ve banyo küvetinde okuyamazsınız, yatakta yan yatarken de. Dolaysıyla kitabın daha ensek bir gereç olduğu ortada. “Yatakta yan yatarak okumak”; doğrusu bu keyfi en katı “dijitalci”lerin bile yadsıyamayacağını düşünüyorum; bilmem siz ne dersiniz? Neyse ki, Bursalı’nın da “dijital dünya” denemesinin sonucu olumsuz. Gerçi iki saatte pek etmiyor ama yaşanan olumsuzlukların da “bir”den fazla olduğunu ortaya koyuyor. Şöyle anlatıyor: “Ben bir hafta gazete perhizi denedim; bütün iletişim nternet üzerinden yaptım; okudum, yazdım çizdim... Bir hafta sonra yoruldum; bana hem pahalıya geldi hem de daha çok zaman harca CBT 1255/ 19 8 Nisan 2011 dım.” Ne var ki, “Yengi (zafer) bizim!” diye sevinemedim; çünkü Bursalı yazısını, insanların alışkanlıklarını terk edebileceklerini söyleyip şöyle sürdürüyor: “Gazete ve dergiden biraz daha kolayı, pratik ve ucuz başka bir ortam bulduklarında, olay büyük ölçüde bitecektir!” diyor, kuşkusuz yalnız gazete, dergi için değil, kitap için de. Kitaba dokunabilen, kimi zaman okşayan, kucaklayan; yatağında yan yatarak okuduktan sonra yastığının altına koyup birlikte uyuyan insana, insanlara hüzün verici bir açıklama... Peki, böyle bir açıklama karşısında U.Eco ne derdi acaba? Nitekim kendi, “...her koşulda yapılan okuma eyleminin gereklerine rahatlığında ayarlanan ortamlarını geliştirmesiyle, geleneksel biçimiyle kitaptan soğumak düşünülemez mi?” diye sorulduğunda verdiği yanıt, hiç de iç açıcı değil. Şöyle demiş: “Her şey olabilir!”. Tam bir teslim olma durumu değil mi? Hayır; çünkü bu yanıtın ardından yine direnişe geçiyor U.Eco. Bakın ne diyor: “ nternet denen müthiş icadın da gelecekte ortadan kaybolacağını düşünebiliriz. Tıpkı güdümlü balonların göklerimizden kaybolduğu gibi. Hindenburg, savaştan kısa bir süre önce New York’ta alev aldığında, güdümlü balonların geleceği öldü. Aynı şey Concorde için de geçerli. 2000’de Gonesse’teki kaza onun sonu oldu.” Dahası, J.C Carrie’re de Eco’yu destekleyip: “Sinema ile radyo, hatta televizyon kitabın elinden hiçbir şey almadı; kitap hiçbir şey kaybetmedi; zarar görmeksizin atlattı” diyor.Gerçekten “atlattı” mı acaba? Örneğin Davos zirvesine göre “atlatılan”ancak 15 yıllık bir “süreç”. Neyse ki, Bursalı’nın biçtiği süre daha rahatlatıcı; “iki bin yıllık geçmişi olan alışkanlıkların kaybolması kolay değil. Üçdört kuşağın geçmesi gerekir” diyor. Kitap için oldukça avutucu olabilecek bir süreç ama Eco, bu süreci de kabul edemiyor ve bun düşünürce (filozofça) bir deyişle ortaya koyuyor: “Tarih her şeye karşın olağandışıdır!” diyerek. Ardından da, bu “olağandışı”lığın kitaptan yana, onun yararına oluşacağını vurgulamak için, bir karşılaştırma yapmaktan da kendini alamıyor. Diyor ki: “Yazının elin uzantısı olduğunu ve bu bakımdan neredeyse ‘biyolojik’ olduğunu düşünebiliriz. Doğrudan doğruya vücuda bağlı iletişim teknolojisidir yazı (...) Modern icatlarımız, sinema, radyo, internet ise biyolojik değil.” Kitabın bu tür yüceltilmesine katılırız ya da katılmayabiliriz; ama yaşamakta olduğumuz “dijital dünya zaten bir boyutuyla kitaba uzanıyor;” esas dev boyutuyla da bilindiği gibi, basına yani “gazete”ye. şte Bursalı, yazısının büyük bölümünü bu konuya ayırıyor ve şunu soruyor: “Kâğıt ve matbaa, daha doğrusu klasik basın/yani konumuz olan gazete devirlerini doldurdu mu? Eco tartışmada bu konuya pek değinmiyor. Ne de olsa “O” köktenci, tam bir “bibliyafil” (kitapsever). “Dijital dünya ve gazeteler” hakkında, gerek verdiği bilgilerle, gerekse yorumlarıyla, doyurucu ve düşündürücü yazısından dolayı Bursalı’ya teşekkür ediyor, yenilerini beklediğimizi kendisine duyurmak istiyorum. S on yıllarda gelişmiş ülkelerde görülen küçük düşüşlere rağmen, hızla kalabalıklaşan ve endüstrileşen dünyamızda enerji talebi büyümeyi sürdürüyor. Üretimin artması ise zorlaşıyor. Üstelik, bugün enerji gereksinimimizin büyük kısmını karşılayan fosil yakıtlardan çıkan sera gazlarının iklimi değiştiriyor olması, önümüze yeni kısıtlar getiriyor. Temiz enerji teknolojilerinde ümit verici gelişmeler var ama bunların fosil yakıtların sağladığı enerji bolluğunu yaratmaları, şimdilik, mümkün görünmüyor. Dünya enerji üretiminin üçte birini petrol sağlıyor. Enerji yoğunluğu yüksek, rezervden çıkartması da, taşıması da kolay olan petrolün, medeniyetin gelişmesindeki katkısı yadsınamaz. Fakat, üreticilerin iyimser tahminlerine karşın, pek çok uzmana (ve Uluslararası Enerji Ajansı’nın son raporuna) göre 2006’da tepe yapan ham petrol üretimi, bir daha o seviyeleri göremeyecek. Giderek, verimi düşük rezervlerden çıkartılıp işlemlere tabi tutulanlarla birlikte toplam üretim hâlâ artışta ama (artan maliyet ve çevre risklerinin üstüne) bunlar için fazladan enerji harcandığından, kazanılan net enerji küçülüyor. Petrol katkısı olarak tahıldan üretilen, sera gazı emisyonu düşük etanolün ise (zaten kıtlaşan) gıda üretimine zarar verdiği tartışılıyor. Fosil yakıtlardan, yenilenebilir ve temiz kaynaklara geçiş sürecinde, (kömürün yarısı kadar karbondioksit salan) doğalgazın önemi artıyor ama giderek derinlerdeki şist tabakalarından üretilen doğalgazın (bu süreç hesaba katıldığında) kömürden bile daha fazla emisyon saldığı hesaplanıyor. Ayrıca, bol miktarda su kullanılıyor ve su kirliliği yaratılıyor. Rezervleri daha zengin olan ve enerji üretiminde payı petrole yakın olan kömür, son yıllarda Çin yüzünden en hızlı büyüyen kaynak. Yüksek emisyonları, gelecekte karbon tutma teknolojileriyle düşürülebilse bile madencilik sırasında yaratılan doğa yıkımı büyük. şletme sırasında sera gazı salmadan yoğun enerji üretebilen nükleer enerji de yeniden gündemde. Fakat nükleer santralların hem parasal ve çevresel maliyeti çok yüksek hem de uranyum çıkartma, yakıt zenginleştirme gibi faaliyetler sırasında bolca sera gazı yaratılıyor. Henüz dünyada nihai bertaraf tesisi bulunmadığından yüksek düzeyde radyoaktif olan atıklar su havuzlarında birikip duruyor. Japonya’daki büyük deprem sonrasında görüldüğü gibi doğal afetler, savaş, terörist saldırısı gibi olasılığıdüşükamasonufelaket riskleri tamamen önlemek de mümkün değil. Bazı bilim insanlarının öngördüğü gibi buzulların erimesi hızlanır, deniz suları yükselirse, çoğu kıyılarda bulunan santralların ne olacağı da zaten endişe konusu. Bütün bu nedenlerle, önümüzdeki on yıllarda, nükleer enerji yatırımlarının, ancak eskiyen kapasiteyi karşılayacak düzeylerde kalacağı tahmin ediliyor. Akarsuların önüne kurulan barajlardan elektrik üretimi de yenilenebilir teknoloji sayılıyor ve bugün var olan barajlarla, dünya kapasitesinin sadece üçte birinin kullanıldığı hesaplanıyor. Ama baraj yapım maliyetleri yüksek, yüzlerce (veya binlerce) insanı yerinden ediyor, üstelik, tropikal bölgelerde yapılan çalışmalar, su altında bozuşan ağaçların güçlü bir sera gazı olan metan saldığını gösteriyor. Rüzgâr ve güneş gibi temiz ve neredeyse sınırsız kaynaklardan enerji üretme maliyetinin tahmin edilenden daha hızlı ucuzlaması sevindirici. Fakat bu kaynaklar kesintili, depolamak ise zor ve pahalı. En verimli kullanım üretildikleri yerde tüketilmeleri. Ama çoğunlukla bol güneş ve sert rüzgâr alan ücra köşelerde üretildiklerinden pahalı iletim ağlarına, farklı kaynakları birlikte verimli kullanabilmek için de bilgisayarlara, akıllı sistemlere gereksinim var. Ayrıca, bu enerjileri taşıyabilmek, (örneğin ulaşımda kullanabilmek) için önce elektriğe (veya hidrojene) dönüştürülmeleri gerekiyor ki bunların da depolanması sorunlu. Bu yüzden, hem verim düşüyor hem maliyet artıyor. Önümüzdeki on yıllarda fosil yakıtlara olan talebin, gelişmiş ülkelerde azalması, gelişmekte olan ülkelerde ise büyümeye devam etmesi bekleniyor. Gelişmiş G20 ülkelerinin, petrol teşviklerini (orta vadede) kaldırma kararı, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltma yolunda önemli bir adım. Bu ülkeler yeni teknolojilerin geliştirilmesine de büyük yatırım yapıyor. Ama kalabalık Çin ve Hindistan’ın rolü belirleyici olacak. Çin, 2009’dan beri artık en büyük enerji tüketicisi; önümüzdeki 15 yılda ABD’nin bugünkü tüm kapasitesi kadar yeni kapasite eklemesi bekleniyor. Çin’in yenilenebilir enerjiye yönelmesi, bu teknolojilerin ucuzlamasına ve yaygınlaşmasına katkı sağlayabilir. Aksi halde, dünya fosil yakıt rezervleri daha da çabuk tükenecek. Önümüzdeki birkaç on yılda petrol ve doğalgaz tükenirken bunların yerini alacak yeni teknolojiler aynı hızda geliştirilemezse, ekonomiler de yaşam kalitesi de sarsılabilir. Gelecekte okyanus tabanlarında bolca bulunan metanhidratları çıkartmak, uydulardan güneş enerjisini yeryüzüne ışınlamak, aydan getirilecek toryumu nükleer yakıt olarak kullanmak gibi fikirler var. Ama maliyetten öte, bunların sağlayacağı enerjinin, harcanacak enerjiyi (belli sürede) karşılaması gerek. Bir zamanların soğuk füzyon rüyası da henüz gerçekleşmekten uzak. Rüzgâr, güneş, jeotermal, biyokütle, dalga enerjisi, atıklardan ve alglerden yakıt üretimi... gibi bildiğimiz tüm üretim yöntemlerini de değerlendirerek bile 2050’ye kadar iki milyar daha artacağı hesaplanan nüfusa, bugünün imrenilen tüketim düzeyini sağlamak mümkün görünmüyor. Yenilenebilir enerji fiyatlarının şimdikinin yüzde onuna düşeceğini varsayan bir çalışma, dokuz milyarlık nüfusun enerji gereksinimini (verimi yüksek) Avrupastandardında karşılayabilmenin sırf parasal maliyetini, bugünkü toplam küresel gayrı safi hasılanın iki katı olarak hesaplıyor. Su ve gıdada olduğu gibi en kolay ve ucuz yaratılabilecek kaynak ise israfı önlemek. Kayıpları ve israfı önleyerek, her aşamada verimi arttırarak elde edeceğimiz enerji fazlası, fosil yakıtların yerini alacak ve iklim değişikliğini önleyecek teknolojilere geçiş sürecinde bize, en azından, zaman kazandıracak. Enerji geleceğimizde, devlet politikaları, teknolojik gelişmeler kadar tüketici tercihleri de etkili olacak. Bireylerin bu sürece yapabileceği katkı az değil.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle