Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Bir dünya aydını: Hasan Âli Yücel Bilimde Recep Nas, Em. Öğretim Görevlisi, recepnas@uludag. edu. tr H CBT 1258/ 19 29 Nisan 2011 asan Âli Yücel şair, yazar, denemeci, felsefeci, eğitimci, edebiyat araştırmacısı, dahası bir devlet adamıdır. Yükseköğrenimine önce Hukuk Fakültesi’nde başlıyor, ama bu öğrenimi kısa sürer. Çünkü o meraklıdır, çok soru sorar. Müderris Celâlettin Arif’le derste tartışır: Bu müderrisin bir ders kitabı vardır, derslerini bu kitaba göre işler, kitabının dışına taşmaz. Oysa iyi bir öğretmen kendi kitabı da olsa kitabı izlemez, kitaba katkıda bulunur. Hasan Âli, bu kitaptan işlenecek olan konuyu önceden okumuş, ama anlayamamıştır. Derste hocayı dinler, gene anlamayınca, “Efendim, anlattığınızı anlamadım” der. Bunun üzerine hoca kitabında yazdıklarını bir daha yineler. Hasan Âli “Efendim, gene anlamadım” deyince, müderris de “E, bir kere anlattık anlamadınız, sonra bir kere daha anlattık yine anlamadınız. Bu kadar anlayışsızlıkla hukuk talebeliği edinilemeyeceğini zannederim” diye bir karşılık verince, Hasan Âli, ”Çok hakkınız var, benim gibi anlayışsız birinin hukuk talebesi olamayacağı muhakkak, ama sizin gibi anlatmasını bilmeyen birinin de hukuk müderrisi olmayacağını zannediyorum.” diyerek sınıfı terk eder (Turan, 2001: 50; Yücel, 1993:82). Sonra felsefe öğrenimi görür. zmir’de öğretmenken, 3 Şubat 1923’te Mustafa Kemal’e “Cumhuriyetin eğitim anlayışında medreselerin yeri ne olacaktır?” diye sorar. Bu tek soru bile onun eğitime kafa yorduğunu, ileriye dönük düşüncelerinin olduğunu gösterir. Bir süre lise öğretmenliği yapar, ardından MEB’de müfettiş ve Ortaöğretim Genel Müdürü olarak çalışır. 1935’te milletvekili, Atatürk’ün ölümünden bir buçuk ay sonra da Milli Eğitim Bakanı olur. Bakanlığı yedi yıl, yedi ay, yedi gün sürer, 1946’da Bakanlıktan çekilir. 1950’de CHP’den de, Ulus gazetesinden de ayrılır (Coşkun, 2007: 271275) Hasan Âli Yücel’in yaptıkları da, yapıtları da bu yazının içine sığmaz. Cemal Süreya’dan esinlenerek söyleyeyim, birini anlatsam öbürünün boynu bükük kalır. 1. Maarif Şurası’nı mı söylesem, köy enstitülerinin açılmasını mı… Böylesine önemli işleri tek başına yapmadı kuşkusuz, yararlı olabilecek kişileri tanıyordu, insan seçmesini de biliyordu. Zaten o, bir kişinin atacağı dev adımlar yerine bin kişinin atacağı insan adımlarını özlüyordu. 57 kitap yazmıştır (Coşkun, 2007:261). Çocukları unutmamış, ‘Sizin çin’ adlı kitabı çocuklar için yazmıştır. O yurtseverdi. 15 Mayıs 1919’da Yunanlılar zmir’e girince, stanbul’daki yazarlar direnme gücü oluşturmak üzere toplanırlar. Bu toplantıda Hasan Âli de vardır, daha yirmi iki yaşındadır. Ünlü ‘Sultanahmet mitingi’ne de katılır. Söylemeden geçilmez, Tercüme Bürosu’nu kurdu. Bu büro hiç de kolay kurulmadı. Gerek kurulurken, gerekse bütçeden pay ayrılırken sert tartışmalar olmuştur. Örneğin bir milletvekili, Erasmus’un Deliliğe Övgü kitabına ilişkin “Kültürümüzü delilere mi teslim edeceğiz” diyebilmiştir. Tercüme Dergisi’ne yazdığı önsözde, “Bu çeviri girişimi, dünyayı anlamakta, hayatı tanımakta ve kendimizi bulmakta bir ilerleyiştir, büyük Türk Hümanizmasının yayılmasıdır. Düşünsel gelişimimiz, insanlığın yarattığı büyük dimağların hayat ve evren görüşlerinden haberdar olmakla sağlanacaktır. Bu, çağdaş fikir dünyasına açılan bir kapıdır.” O hümanisttir, bir dünya aydınıdır. Ondandır ki, UNESCO, doğumunun 100. yılı olan 1997’yi ‘Hasan Âli Yücel Yılı’ olarak kabul etmiştir. O laiktir, laiklik anlayışını şöyle açıklar, ”.. Cumhuriyet Devleti esasen din ile devleti ayırmış; dini sırf bireylerin vicdanlarına, duygularına bırakmış olduğu için Cumhuriyet, çocukların terbiyesinde bilginin ahlak ve ahlakın bilgi kadar dini kaynaklardan ayrılmış olarak verilmesini temin etmiştir. Bu itibarla Cumhuriyet okullarında devlet eliyle din öğretimi yapılamaz. Telkin ettiğimiz ahlak, dini kıymetlerle müeyyidelendirilemez. ” (02. 03.1942) O eğitimcidir. Kızı Canan Eronat (1993:13), “Laleli’deki evimizde sık sık öğrencileriyle toplanıyor, gece geç saatlere kadar beraber düşünüp tartışarak; neyi değil de nasıl öğreneceklerini öğreterek hocalığı bir sanat gibi geliştiriyordu” diyor. Öğrencisi Niyazi Berkes de Eronat’ı doğrulurcasına “Bize derin bir felsefe bilgisi değil, geniş bir felsefe ilgisi vermiştir” diyor (Tanilli, 1997). Ona göre “Öğretmen ilkten üniversite kürsülerine kadar daima bir eğitmen olduğunu iyi bilmelidir. Terbiyeci niteliği zayıf olan bir öğretmen ne kadar bilgin olursa olsun, başarıyla yetiştirilmesi için kendisine verilen insanları olgunlaştıramaz. ” O biliyordu ki, Roosevelt’in dediği gibi “Bir insanı ahlaki yönden eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela yetiştirmektir”. Yücel, köy enstitülerini anlatırken (31. 08. 1940) şunu da der, “..Böyle yetişen ve alacakları görevi küçük cüsseleriyle kıyas edilemeyecek ciddiyetle yapan köylü çocuklarımızın yarın yetiştirecekleri kuşakları tahayyül etmek çok güç bir şey değildir”. Ama bunu ‘tahayyül’ etmek bile istemeyenler ya da ‘tahayyül’ edince tüyleri diken diken olanlar vardı. Canlanacak köyden korktular, ilkin programının içini boşalttılar, sonra da kapattılar köy enstitülerini. Fakir Baykurt, “Bize Hasan Âli’nin p.çleri dediler. Biz onun belinden değil ama, beyninden geldik” derdi. Canan Eronat’ın (1993:23) deyişiyle, “Geldi 46, keyifler kaçtı. Babam 5 Ağustos’ta kendi isteğiyle bakanlıktan ayrıldı. Kapanmaz kapı, çalınmaz oldu.”. Halkçılık yerine popülizm güç kazandı. Popülist halka yaranır, halkçıysa halkın yararına çalışır. Cevat Memduh Altar’ın dediği gibi, ”Demokrasi, halkın yalnızca istediklerini yapmak değil, istemesi gerekenleri yapmaktır”. Öyle ya, popülist halkın isteklerini, halkçıysa halkın gereksinmelerini dikkate alır. Canan Eronat (1993:1), babasını şöyle anlatıyor:”Babam yaptığı işten çok keyiflenen biriydi. Bu keyif sözcüğünü, bugünün içi boşalmış, içini yemiş, anlamını yitirmiş haliyle almıyorum. Babam için yaşamak keyifti. Kafası, yüreği ve bütün benliğiyle ânını yaşamak. Acısı tatlısıyla duya duya, doya doya yaşamak. Bütün dikkati ile çevresindeki güzellikleri yakalayarak. Biraz da dervişçe… Neşesi tetikte, nüktesi kınında, sevgisi yürekte, gürül gürül yaşardı babam. Dost canlısı, vefalı babam”. Oğlu Can Yücel’den de dinleyelim: “Hasan Âli çok iyi bir baba, çok iyi bir öğretmendi. Örnek bir aydındı. Sevecen, neşeli, içi güzel, içi temiz bir adamdı. Kendisine şükran borçluyum. (…) Şiiri, musikiyi, insanı sevmesini bana o öğretti”. Can Yücel, ’Çağın en güzel gözlü maarif müfettişi’ olan babasının ölümünden sonra şunu demiş: “Ölüm, elbette bir kayıptır. Ama kazancı da vardır. HasanÂli’nin ölümünün kazancı ise, gitgide kalpsizleşen bu toplumda, hâlâ, kalbi olup da, o kalbin sektesinden ölen insanların bulunduğunu göstermesidir.” (Yücel, 1990:12) Hasan Âli Yücel’i 26 Şubat 1961’de yitirdik, bu yıl ölümünün 50. yılı. Aydınlanma devrimcisi ışıklar içinde yatıyor şimdi. Ama Brecht, “ nsan, kendisini düşünen hiç kimse kalmadığı zaman gerçekten ölür”demiş ya, Hasan Âli Yücel’i düşünen çok, saygıyla anan çok, onun için o gerçekten ölmez. KAYNAKLAR Coşkun, Alev (2007) Hasan Âli Yücel Aydınlanma Devrimcisi, 2. baskı. stanbul:Cumhuriyet Kitapları Eronat, Canan (1993) “Canan Eronat’ın Konuşması” Ankara:abece dergisi, Sayı:79 (13) Tanilli, Server (1997) “Hasan Âli Yücel’in Aydınlığı” Cumhuriyet, 26. 12. 1997 Turan, Şerafettin (2001) “Hasan Âli Yücel ve Kültür Politikası” Doğumunun 100. Yılında Hasan Âli Yücel, stanbul:MEB Yayınları:3412 (4454) Yücel, Hasan Âli (1990) Geçtiğim Günlerden, stanbul: letişim Yayınları (1993) “Gazi Eğitim Öğrencileriyle Söyleşi”(1956) Hasan Âli Yücel Anma Toplantısı, Ankara:Türk Eğitim Derneği Yayınları (7988) “inanmak” yoktur! Timur Karaçay, tkaracay@baskent.edu.tr S A ayın Filiz Eyüboğlu diyor ki: “Algoritmanın, matematikteki FONKS YON ile alakası yoktur.” Yüzyıllardır doğru bildikleri bir düşünceyi kökünden değiştiren bu sözü, matematikçiler, çerçeveletip odalarına asmalıdırlar. Tabii, altına parantez içinde şunu yazarak: (Algoritma terimi bir matematikçinin adından gelir.) Bu arada, Sayın Eyüboğlu fonksiyon olmayan bir algoritma bulur ve fonksiyonla yaratılmayan bir şifre yazarsa, bilim dünyasını sarsacak bir buluş yapmış olur. Bilimsel tartışmaların başlangıç kuralı, bilim adamlarının kullandıkları terimlere yükledikleri anlamları açıklıkla ortaya koymalarıdır. Sayın Eyüboğlu bunu yapmıyor, “katılmıyorum” demekle yetiniyor. Fonksiyon, algoritma, şifre kavramları arasında bir ilişki olmadığına inanıyor, bu inancına hiç kuşku duymuyor. Üstelik, farklı sandığı kavramların tanımlarını vermekten (özellikle istenmiş olmasına karşın) kaçınarak iddiasını sürdürüyor. Bu yöntem, bilimsel araştırma ve tartışma yöntemi değildir. Konuya bilimsel kuşkuyla yaklaşsa, azıcık araştırma yapsa, o üç kavramın en genel halinin fonksiyon olduğunu görecektir. Bilimde bir fikre inanmak yoktur; çünkü bilim din değildir. Örneğin, çok sık rasladığımız gibi, bir bilim adamı ortaya çıkıp, “Ben evrime inanmıyorum!” diyemez. Çünkü evrim bir din değil, bir teoridir. O teoriye dayanak yapılan jeolojik, paleontolojik, biyolojik, fiziksel vb. bir çok kanıt vardır. O teoriden kuşku duyabilirsiniz. Ancak, o kanıtları çürütemediğiniz sürece, evrim teorisi geçerli kalır. Bir gün birisi çıkıp primatlardan çok öncesine (65 milyon yıl) ait bir insan iskeleti bulursa, evrim teorisini anında çürütmüş olur. Bunu yapmak isteyen çok hevesli var… Ama bu güne dek bu iş başarılamadı. Üstelik, her gün ortaya çıkan yeni kanıtlar, evrim teorisinin halkalarını tamamlıyor, teoriyi sağlamlaştırıyor. Bilimsel kuramın yanlışlanması (falsification) denilen kural, Karl Popper’den bu yana bilimde geçerli olan altın bir kuraldır. Yanlışlanan bilgi (teori), bilimsel bilgi olmaktan çıkar, çöpe atılır, yerine yenisi konur. Bilimin asıl gücü bu oluşumda yatar. Bilimsel bilgi (teori) inanmak için değil, yanlışlanmak için orta yerde durmaktadır. Yanlışlanana kadar dimdik ayakta kalacaktır. Bu tartışmayı uzatmanın, eskilerin deyimiyle, “abesle iştigal” olacağını biliyorum. Tartışmaya konu olan yazıdaki esas vurgu gözden kaçıyor. YGS olayı, eğitim sistemimizin hastalıklarının küçük bir göstergesidir. ÖSYM, sınavları olması gerektiği gibi kusursuz yapsa ne değişecek? Gene her yıl 1.500.000 gencimiz sokağa atılmayacak mı? Eğitim sistemini eleştirmek isteyenler “Algoritma fonksiyon değildir!” türünden bilim insanlarını gülümseten iddiaları ortaya atmak yerine, asıl sorunu tartışmaya başlasalar daha iyi olmaz mı?