Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Demokrasiden anladığımız: Senbenbizim oğlan! Prof. Dr. Rana Yavuzer Anadolu, profdrranaanadolu@gmail.com Doçentlik jüri üyesi seçimi için bir öneri Prof. Dr. Candan Gökçeoğlu Hacettepe Üni., Jeoloji Mühendisliği; cgokce@hacettepe.edu.tr D emokrasi terimi; Hellen dilindeki, demos: halk ve krotos: güç kelimelerinin birleşiminden türemiştir. Halkın özgür ve eşit biçimde yasama ve yönetime katıldığı bir yönetim şeklini betimler. Demokrasilerde, her birey eşittir ve özgür iradesi ile kendini ifade ederek sesini duyurur. lginçtir; ismini ve kökenini aldığı antikçağlardan beri demokrasi, her zaman da demokratik şekillerde uygulanmamıştır. Örneğin ilk demokratik yönetim olarak tarihe geçen Atina şehir devletinde; kadınların ve kölelerin oy hakkı yoktu. Antik Roma da durum aynıydı. Antikçağların demokrasi anlayışının da antik olmasını doğal karşılayabilirsiniz. Öte yandan ABD’de Afrika kökenlilerin ve kadınların, Avrupa’da kadınların ve Güney Afrika’da siyahilerin oy hakkı kazandığı tarihleri düşünecek olursak, bu sorunun pek de antik çağlara özgü olmadığı hemen anlaşılacaktır. koruma müdürleri gibi sadık ancak sınırlı sorumlu emektarlar köşelere yerleştirilir. Bu tip demokrasinin alt gruplarını çeşitli meslek örgütlerinin, sendikaların vb. yönetimlerinde de sık sık görebiliriz. Görünüşte çok sayıda üyeden oluşan bu kitle örgütleri her nasılsa çokluk ve uzun zamanlar aynı ya da benzer yüzler tarafından yönetilir. Burada işin püf noktası, kitleleri yönetime asla karıştırmamayı becermektir. S CBT 1258/ 18 29 Nisan 2011 Bizdeki demokrasi şekillerini şöyle sayabiliriz; Beş parmak demokrasisi, senbenbizim oğlan demokrasisi, çoğunluk otokrasisi demokrasisi, sen benim kim olduğumu biliyor musun? demokrasisi. Şimdi bu türleri örneklerle açıklayalım: Beş Parmak Demokrasisi: Temel olarak iki tipi vardır: Rakamsal ve Fiziksel. Rakamsal Beş Parmak Demokrasisinde; bir elin parmaklarını geçmeyen sayıdaki kişiden oluşan bir birimin kendi kendini demokrasi ile yönetmesi beklenir. Örnek olarak üniversitelerdeki bilim dallarını verebiliriz. Beşin içinden üçü çıkarıp demokratik olarak yönetime gelmek adına bir avuç suda ne fırtınalar kopar, ne ayak oyunları, ne vaatler, ne göz dağları verilir bir bilseniz. Akademinin yararı mı? O da ne? Onu düşünüp gözetecek halde değildir kimse, ortalık savaş alanıdır her ikiüç yılda bir! Bu baştan yanlış bir anlayış. Akademik kurumlar beş parmak demokrasisi ile değil, akıl mantık, birikim ve vizyonla, plan, program dahilinde yönetilmeli. Rahmetli hsan Doğramacı hoca bu konuyu defalarca dile getirmiş, çağdaş üniversitelerden örnekler vermiş ama bir türlü dinletememiştir. Oy veren kişi sayısı ne denli az olur ise oylama da o denli şaibeli ve sağduyu dışı sonuçlar vermeye eğilimlidir. Beş kişi ile oylamalı demokrasi olmaz! Fiziksel Beş Parmak Demokrasisi: Ev ortamlarında çoğunluk kadınların karşı karşıya kaldığı metazori bir demokrasi şeklidir. Ya beş parmağın izi çıkacaktır, ya da demokratik biçimde kocababaabi –dost vb. bir süperior erkek sözü dinlenecektir. Bu demokrasinin daha da renkli olanı; gırtlaklama, asit dökme, ölesiye dövme, parçalara ayırıp farklı çöp konteynırlarına koyma, töre usulü linç etme, bacağından vurma gibi ileri biçimleri de vardır. Genelde kadınlar üzerinde kurulan bir demokrasidir. SenBenBizim Oğlan Demokrasisi: Aslan sosyal demokratlarımızın pek güzel uyguladıkları bir demokrasi biçimidir. Senbenbizim oğlan şeklinde kurulan trilateral ile demokrasi yürütülür. Tüm dış etkilere kapalıdır, ve her şey önceden kapalı kapılar ardında kararlaştırılır. Küçük ama çok emin bir sistemdir. Özellikle siyasi bir partinin bu biçimde yönetilmesi, yöneticilerin sonsuza kadar işbaşında kalmasını sağladığı gibi, iktidara gelme riskini de tamamen yok eder. Özerk akıl yürütme potansiyeli taşıyan herkes hemen dışlanır. Bunların yerine özel kalem sekreterleri, B ZDE DEMOKRAS ÇEŞ TLER Hasbelkader çoğunlukta olmanın dikta oluşturma hakkı verdiği bir demokrasidir. Demokrasi tanımına da en çok uyan tiptir! Çoğunluk olunduktan sonra geride kalanlar yok sayılır veya yok edilebilir de. Çoğunluk iktidarlarının severek savundukları bir demokrasidir. Burada yöntem olarak çoğunluk kavramı alabildiğine sulandırılmıştır ve eşitlik kavramı ise bulunamayacak kadar derinlere bir yere gömülmüştür. Bir biçimde elde edilen çoğunluğun, aynı zamanda mutlak haklılık ve doğruluk olduğu saplantısı vardır. Sağduyu ücretsiz ve süresiz izne çıkarılır. Çoğunluk otokrasisi demokrasisi yöntemi uygulayanlarda, yükseklik, erişilemezlik duygusu ve baş dönmesi gibi bazı yan etkiler yapar. Ani ve dramatik sonlanma kaçınılmazdır. ÇOĞUNLUK OTOKRAS S DEMOKRAS S Toplum yaşamımızın her kesiminde, en yoğun biçimde kullandığımız demokrasi biçimidir. Yolda, trafikte, markette, işte, güçte, okulda, devlet dairesinde, aklınıza gelen her yerde garantili ve geçerli bir yöntemdir. lle de birileri olma zorunluluğu olan Doğu toplumlarının prototip içsel devinim yöntemidir. Aslında bu demokrasi biçimine doğada sık rastlanmaktadır, tüy kabartma, göz devirme, tırnak çıkarma, yüksek perdeden hönkürme gibi örnekleri sık sık doğal yaşam kanallarında, televizyonda seyrederiz. Gündelik yaşantıda bu yöntemin uygulamalarına gelince; şehir içinde dört çeker araç kullanarak trafikte terör estirmek, sırada bekliyenleri bir omuz darbesiyle itip bankonun arkasına yönelmek, düğünde dernekte, sevinçte, hüzünde, olur olmaz silah çekip iki el havaya ateş etmek, her fırsatta kaba zorbalıkla işini halletmek, çalışanına emeğinin karşılığını vermemek sayılabilir. Toplumsal yaşantının ne kolay ve ne güzel şekilde sürdürüleceğinin en iyi göstergesi bu tip demokrasidir. Yalnız buradaki kolay ve güzel yaşam sadece bu yöntemi uygulayan için geçerlidir. Yukarıda sayılan demokrasi tip ve yaşayışlarımız çağdaş demokrasi anlayışına ne derecede paraleldir? nsanlık tarihi boyunca, ilk ortaya çıkışından itibaren, demokrasi kavramı ve yaşayışları da uygarlıkla paralel bir gelişim göstermektedir. Çağdaş uygarlık; eşitlikçi, sadece çoğunluğun değil, azınlığın ve hatta tek tek, her bir bireyin özgürce sesini duyurabildiği, düşüncesini dile getirdiği ve yönetimde söz sahibi olduğu, birin hakkının, binin hakkıyla eşit önem taşıdığı bir demokrasi anlayışı getirmiştir. Çağdaş demokrasi asla rakamların kitleler üstündeki hegemonyası değildir. Uygar yaşam, çağdaş demokrasi anlayışını gerektirir ve uygarlık; gerçekte tek dişi kalmış bir canavardan ziyade hemen her seferine gecikmeli katıldığımız bir katar gibidir. K M OLDUĞUMU B L YORMUSUN, DEMOKRAS S SONUÇ: ayın Prof. Dr. Metin Balcı’nın CBT’de yayımlanan “Yüksek sayıda makalelerin sırrı!” başlıklı yazısının ilgi ile okudum. Balcı ülkemiz açısından son derece önemli olan bazı temel akademik konulara değinmiş. Bu yazıda, Balcı’nın özellikle doçentlik sınav jürilerine ilişkin tespitlerine ek yorumlar bulunmakta ve somut bir öneri sunulmaktadır. Doçentlik başvuruları için Üniversitelerarası Kurul (ÜAK) tarafından halen uygulanan kriterlerin temelini, SCISSCI gibi dizinlerde yer alan dergilerdeki yayınların sayısı oluşturuyor. Elbette bu koşullar sadece başvuru için gereklidir, aslen sonucu belirleyecek aşama, jüri değerlendirmeleridir. Bu noktada görülüyor ki; doçentliğe giden yolda, farklı iki aşama mevcuttur: asgari başvuru koşullarının sağlanması ve ayrıntılı jüri değerlendirmesi. Her iki aşama da ayrı ayrı ele almayı sağlayacak yalıtıma sahiptir. Asgari başvuru koşullar için birçok kriter tanımlamak mümkün. Örneğin lisansüstü eğitimde tez danışmanlığı yapmış olmak, doktoradan sonra belli bir süre geçmiş olması ve bu sürede yapılacak yayınlar, bu yayınların yer aldığı dergilerin etki faktörü, toplam atıf, dış atıf vb. gibi. Ancak bilim dalları arasındaki farklılıkların, adaleti ve kaliteyi zedelemeyecek biçimde ele alınması; şu anki kriterler için, Balcı’nın da belirttiği gibi adaylar tarafından keşfedilmiş gibi görünen yan yolların, sayıya bağlı her yeni kriter için keşfedilmeyeceği nasıl garanti edilecek? Asgari kriterler için getirilecek her önerinin altında aslında adayın bir husustaki (örneğin kişisel olgunluk, bilimsel olgunluk, bilimsel etki, süreklilik vb gibi) olgunluğunun ölçümü hedeflenmektedir ve bu elbette ki makul bir amaçtır. Ancak böylesine zor bir ölçüm şu anki sistemde hiç yok mu? şte burada başvurunun ikinci aşaması olan jüri değerlendirmesi devreye girmektedir. Jüri üyelerinin asgari başvuru kriterlerini sağlamış bir dosya hakkındaki özgür görüşünü engelleyecek bir sınırlama yoktur. Asgari kriterler, adayın dosyasının jüri üyelerine ulaşması için uygulanan niceliksel bir filtreleme anlamındadır. Bundan daha fazla bir anlamı olmadığını, şu an adaylar da çok net bilmektedir. Hiçbir aday “kriteri sağlıyorum o zaman doçent oldum” dememekte. Böylesine içselleştirilmiş bir mekanizmanın varlığı açık bir avantajdır. Ama bu avantajı doğru kullanmak için jüri üyesi olma niteliklerinden de bahsetmenin zamanı gelmedi mi? Sayın Balcı’nın yazısında yer alan “Doğal olarak tüm profesörler (profesörler arasında ayrım yapılamayacağına göre) doçentlik sınavlarına girmeye başladı” ifadesi, mevcut durum için doğrudur. Ancak, bu konudaki bakış açısı ve uygulamalar değişmediği sürece, doçentlik niteliklerinin sadece adaylara kriter tanımlayarak çözülemeyeceği gerçeğine daha geç ulaşacağız. Çok açık olan bir durum vardır ki; bir hususu değerlendirmek için o hususta tecrübeli ve başarılı olmak gerekir. Bu tespite kimse itiraz edemez. Araba kullanmayı bilmeyen bir kişinin “ehliyet sınavında değerlendirme yapmasını” açıklayamazsınız. Ancak, kendisi dahi asgari kriterleri sağlayamayan ya da ucu ucuna sağlayan profesörlerin jüri üyesi olmasını nasıl açıklayacağız. Çok sayıda üniversite ve profesörler mevcuttur. Bunun doğal bir sonucu olarak, aynı bilim alanında çalışan çok farklı niteliklerde profesörler bulunuyor. Doçentlik sınavı gibi çok ciddi bir konuda karar verecek jüri üyelerinin, ilgili bilim alanında yetkinliğini tartışmasız biçimde ispat etmiş profesörler arasından seçilmesi gerekmektedir. Bilimde yetkinlik hususu yine bilimsel yöntemlerle tartışılmaktadır ve zaman içinde çeşitlenen, eskiyen, yeni üretilen öneriler literatürde mevcuttur. Üretkenlik, etki ve sürekliliği dikkate alan hindeks, doçentlik sınavı için jüri seçiminde çok rahat kullanılabilecek bir ölçüttür. hindeks artık bilim dünyasında yayın sayısı, atıf sayısı kadar kabul görmüştür. Sonuç olarak, bir bilim alanında mevcut profesörlerin hindeks değerlerine göre en yüksek olandan başlayarak sıralanması, öncelikle ilgili bilim alanının genel profilini gösterecektir. Daha sonra, bu sıralamanın en üst dilimi havuz olarak kullanılıp, jüri kombinasyonları üretmek mümkün. Bu yöntem ile adaylar da, ülkemizin önde gelen bilim insanları tarafından değerlendirileceklerini bilecekler. Dolayısıyla, mevcut profesör olma kriterlerinin daha üstünde olması gereken, doçentlik sınavı jüri üyesi olma nitelikleri ortaya çıkacaktır. Böyle bir yöntem, Balcı’nın belirttiği ve “yan yollar” olarak özetlenebilecek davranışlardan adayları koruyacaktır. Ayrıca, asgari başvuru kriterleri üzerinde nitelik ölçmeye yönelik ek kriter tartışmaları sonlanacak, başvuru kriterleri asli amacı olan filtrelemeye uygun kalacaktır. Bir an önce jüri seçimi ile ilgili uygun çözümlerin hayata geçirilmesi ve doçentlik sınavı tartışmalarının ortadan kaldırılması gerekmekte. Bu husus ülkemizin akademik geleceği açısından çok büyük önem taşıyor.