02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BÜYÜK OKYANUSTA MEGA DEPREMLER Kuril Adaları 15 Kasım 2006 Büyüklüğü 8.3 Siçuan, Çin 12 Mart 2008 Büyüklüğü 8.0 Sendai, Japonya 11 Mart 2011 Büyüklüğü 9.0 13 Ocak 2007 Büyüklüğü 8.1 Kuzey Amerika Levhası Juan de Fuca Levhası Karayip Levhası Avrasya Levhası Filipin Levhası Kokos Levhası Pasifik Levhası Sumatra, Endonezya 26 Aralık 2004 Büyüklüğü 9.1 Nazka Levhası Artarktika Levhası manın sonucuydu (Nature, vol 451, p561 ve Şekil 2) Bu olaydaki gibi bir ikileme, aralarında birkaç ay olan ve farklı fayların üzerinde oluşan büyük depremlerin sağlam bir jeolojik mekanizma ile birbirleriyle ilişkilendirilebileceğini gösteriyor. Ancak bu varsayım aralarında daha uzun sürelerin olduğu, birbirlerinden daha uzak depremler için geçerli olmayabilir. Bunun için Lay, büyük bir deprem yaşamış bölgede, sıra dışı sismik faaliyetlerin kaydedilmiş olabileceğine dikkat çekiyor. Böylece bir önceki olay, fayın dengesini bozup, fayı yeni depreme hazırlamış olabilir. Lay buna örnek olarak, 2008 Mayıs ayında Çin’de meydana gelen 7.9 büyüklüğündeki Siçuan depremini gösteriyor. “2004 Sumatra depremi, şok dalgalarının bu bölgeden geçip gitmesi sırasında sismik faaliyetleri arttırdı” diye konuşan Lay, “Şimdi 2008’deki deprem gecikmiş bir artçı şok muydu, yoksa tümüyle bağımsız bir deprem miydi?” sorusuna yanıt arıyor. Bu sorunun yanıtını vermek zor. Çünkü büyük depremler dünyanın yüzeyinde dalgalanan tektonik dalgalar üretir ve rutin olarak uzak faylarda daha küçük depremleri tetikler. Dolayısıyla Çin’deki faaliyet artışına kimse şaşırmadı. Stein bu konuda şöyle konuşuyor: “Eğer 6.2 veya daha büyük bir deprem meydana gelmiş ise, gezegenin üzerindeki en ufak bir kum tanesi bile bu olaydan etkilenir.” Küresel ölçekte büyük depremlerin diğer büyük depremleri tetiklediği yönündeki varsayımın önündeki en büyük engel istatistiktir. USGS’den Tom Parsons ve El Paso’daki Texas Üniversitesi’nden Aaron VeMaule, Şili lasco, depremlerin ger27 Şubat 2010 çekten de random olmaBüyüklüğü 8.8 yan bir düzen içinde birbiri ardına tetiklenebileceğini kanıtlamak için rakamların aralıklarını sıkıştırma yoluna gittiler. Mega depremlerin az sayıda olmasını telafi etmek için büyüklüğü 7 ve üzerinde olan depremlere odaklandılar. ki bilim insanı daha sonra bu depremler arasındaki istatistiksel bağlantıları incelediler. Aynı anda dünyanın dört bir yanındaki büyüklüğü 5 ve üzerindeki depremleri aynı şekilde incelediler. 30 yıllık bir döneme sığan depremleri iyice gözden geçirdikten sonra büyük depremlerin 1000 kilometrelik bir mesafede düzenli olarak başka tektonik faaliyetleri tetiklediğine ilişkin anlamlı bir bulguya erişemediler. Mega depremlerin birbirini izlediği yönündeki tartışmalar devam ediyor. Ne yazık ki bugüne dek bütün bu tartışmalardan Japonları rahatlatacak bir sonuç çıkmıyor. Büyük depremlerin yerel olarak kümeleneceği öngörüsü çok büyük bir olasılık. Normal olarak büyük depremlerin ertesinde artı şoklar beklenir; bazen de bu artçılar asıl deprem kadar büyük olabiliyor. Stein son bulgulara dayanarak şu açıklamayı yapıyor: “Şu anda bir deprem kümesi içindeyiz ve bu kümeleşmenin merkezi Japonya. Sendai’den sonra diğer büyük depremlerin de eli kulağında. En azından bu noktada görüş birliği sağladık.” Japonya’daki depremin ABD’nin batı kıyılarında sismik riski arttırmaması, burada yaşayanların korkmadıkları anlamına gelmiyor. Kuzeydoğu Pasifik’in deprem riskini anlamanın en iyi yolu bölgenin sismik tarihini incelemektir. Depremleri belgeleyen bilimsel cihazlar ancak BATI KIYILARI R SK ALTINDA bir yüzyıldan beri kullanımda olduğu için yüz yılı aşan deprem aralıklarını net bir şekilde ölçmek çok zordur. Kaldı ki mega depremlerin arasında çok daha uzun bir süre var. Bu durumda bilim insanları bilgi edinmek için jeolojik kayıtlardan yararlanır. Bunun için tsunaminin karaların iç kısımlarına kadar getirdiği çöküntü katmanlarının içindeki organik maddelerinin yaşını karbon testi ile ölçerler. Kuzeydoğu Pasifik’in en tehlikeli kısmı Cascadia dalmabatma zonu (CSZ) boyunca uzanan kısımdır. Bu tektonik kesişme noktası kıyıya paralel bir şekilde yol alır ve Victoria, Portland ve Eureka kentleri için büyük bir tehlike oluşturur. Bu dalmabatma bölgesinde, küçük Juan de Fuca levhası doğuya doğru, devasa Kuzey Amerikan levhasının altına her yıl 3040 mm kayar. Bu bölgedeki en son mega depremin 1700 tarihinde, 9 veya daha fazla bir büyüklükte olduğu tahmin ediliyor. Oregon State Üniversitesi’nden deniz jeoloğu Chris Goldfinger ve ekibinin yaptığı yeni bir analize göre (yakında U.S. Geological Survey raporunda yayımlanacak), bu depremin son 10 bin yıl boyunca bölgeyi vuran 19 mega depremden biri olduğu düşünülüyor. Aynı süre içinde büyüklüğü 89 arasında 20 tane daha depremin olmuş olduğu tahmin ediliyor. Ekibin elde ettiği yeni verilere göre CSZ’nin kuzey parçasının gelecek 50 yılda büyüklüğü 8’i geçen bir deprem yaşaması olasılığı %1015 arasındadır. Ancak güney parçası daha büyük bir risk altında; aynı zaman aralığında, aynı büyüklükte bir depremin olma olasılığı %37 civarında. Hemen hemen herkes Güney Kaliforniya’nın ABD’nin en fazla depreme maruz kalan bölgesi olduğuna inanıyor. Ancak Goldfinger, sismik açıdan en tehlikeli bölgenin CSZ olduğunu iddia ediyor. Derleyen: Reyhan Oksay Kaynak: www.scientificamerican.com ,New scientist, 19 Mart 2011, Time, 28 Mart 2011, Newsweek, 28 Mart4 Nisan 2011 CBT 1254/ 7 1 Nisan 2011 kıncası, küçük kazaları dikkate almaması ve böylece veri sayısını azaltmasıdır. Bu da sonuçta istatistiksel yaklaşımlarda sıkıntılar yaşanmasına ve ölçeğin tahmin gücünün minimuma inmesine yol açıyor. Bir yıl önce K.J. Hsü, ilk başta doğal felaket olasılıklarının tahmininde kullanılmak üzere geliştirilen, büyüklük/sıklık ilişkisine dayandırılan çok kademeli bir ölçek önermişti. Hsü ayrıca, salınan radyoaktivitenin bir kazanın büyüklüğünün değerlendirilmesinde kullanılması durumunda, çok sayıda küçük, kirlilik yaratmayan olayların istatistiksel analizlerin dışında kalacağına dikkat çekmişti. Bu da kullanılabilecek veri sayısında ciddi bir azalma yaratabilirdi. statistiksel bir yöntemin güvenilirliği, gözleme dayanan veri sayısının yeterli miktarda olmasına bağlı olduğu için aralarında Madelin’in ölçeğinin de bu lunduğu veri sayısını azaltan yöntemler, tahminlerde Hsü ölçeği kadar yararlı olmayacaktır. Hsü’nün önerdiği ölçek, bir kaza sırasında hasarın yol açtığı mali kayıpları dikkate alır. Hsü’nün de belirttiği gibi, küçük kazalarda mali kayıplar, herhangi bir kirliliğin meydana gelmiş olup olmadığına bakmadan da veri oluşturur. Hsü, minimal ölçüde radyoaktif kirlilik yaratan kazalar için gelecekte kansere yakalanma riskinin de dikkate alınmasını öneriyor. Yaşam kayıplarının rakamsal karşılığı olarak sigorta primleri veya tazminat ödemeleri baz alınabiliyor. Hsü ölçeğinin Madelin’kine kıyasla en büyük avantajı, veri bankasına çok sayıda veri sağlamasıdır. Bu da nükleer kaza olasılıklarının istatistiksel değerlendirmesine olanak sağladığı gibi güvenilirliğini arttırır. Hsü’nin kendisinin de belirttiği gibi bu yöntemin başarısı yerbilimlerinde gayet iyi bilini yor ve deprem tekrarlama olasılığı tahminlerinde kullanılıyor. Doğa olaylarının istatistiksel analizi söz konusu olduğunda, incelenen olayların büyüklüğü belirtilmedikçe tekdüzeci (uniformitarian) ve afetçi (katastrofist) ekolleri arasındaki eski tartışma yararsızdır. Dünya atmosferindeki CO2 içeriğinin felaket boyutlarına yükselmesi gibi, fosil yakıtların uzun vadede potansiyel tehlikeleri ciddi biçimde tartışılırken ve bazıları tarafından nükleer enerjiden daha büyük bir tehlike yaratacağı iddia edilirken, nükleer kaza olasılıkları konusunda üstün bir tahmin gücüne sahip Hsü ölçeğinin kullnılması bir zorunluluk haline gelmiştir. Ancak bu şekilde hayali korkulardan ve aşırı iyimser umutlardan kurtulup, geleceğin enerji politikalarını gerçekçi bir temele oturtabiliriz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle