Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK B LG K S DE AYNI GEZEGEN N NSANLARI! Kadınerkek arasındaki fark, düşünülenden az Erkek ve kadın birbirine ne kadar yabancı? Bilim artık kadınların Venüs’ten, erkeklerin Mars’tan gelmiş olduğu iddiasını reddediyor. Cinsiyetler arasındaki biyolojik ve zihinsel farklılıklar konusunda elde edilen son bulguları geçen ay yapılan bir konferansta tartışmaya açan bilim insanları, kadın ve erkek arasındaki farklılıkların düşünüldüğü kadar belirgin olmadığını öne sürüyor. G eçen yıl kasım ayında Almanya’nın Heidelberg kentinde Avrupa Moleküler Biyoloji LaboratuC varı’nda “Cinsiyetler Arasındaki Farklılık” başlığı altında bir konferans düzenlendi. Konferansın onur konuğu ve konuşmacısı New York’taki Rockefeller Üniversitesi’nden nörobiyolog Donald Pfaff’tı. Bilim insanları cinsiyetler arası farklılıklar konusunda yaşanılan bilgi kirliliğine son vermek amacıyla, son bulguları kamuoyu ile paylaştı. Bilimsel araştırmaların kamuoyuna sunulma biçimindeki çarpıklıklardan şikâyetçi olan Pfaff ve arkadaşları, kadın ve erkek arasındaki fiziksel farklılığının herkes tarafından kabul edildiğini, ancak sıra davranış ve düşünce tarzlarındaki farklılığa geldiğinde, cinsel politikaların genel tabloyu bulandırmasından yakındı. lk olarak, cinsiyet farklılıklarının biyolojik kaynağı hakkında bugüne dek bildiklerimizi şöyle bir gözden geçirelim: Yıllardır tüm embriyoların hayata aynı şekilde başladıkları, yani dişi olarak doğdukları varsayımı default geçerliydi. Daha sonra ilk üç aylık dönemde, kalıtsal olarak Y kromozomuna sahip olan bireylerde, Y kromozomunun üzerindeki sry adı verilen cinsiyeti belirleyen bölge, testislerin gelişimine önayak oluyor, testisler testosteron pompalamaya başlıyor ve bebeğin B YOLOGLAR B LG TAZEL YOR! doğduğu anda dişi olan beyin, erkek beyni haline geliyordu. Artık bunun böyle olmadığı biliniyor. Son bulgud e lara göre “dişiliğe hazırlayan” ve “erkekliğe hazırlayan” genler var ve cinsel farklılıklar bu genler arasındaki hassas dengeye bağlı olarak belirleniyor. Örneğin 2006 yılında talya’daki Pavia Üniversitesi’nden Pietro Parma ve meslektaşları rspondin1 adı verilen bir genin, yumurtalıkların gelişimini başlattığını ve bunun sekteye uğraması durumunda genetik olarak dişi olan bireylerin fiziksel ve psikolojik olarak erkek olarak büyüdüğünü açıklıyordu. Ne var ki bu kişilerin dış cinsel organları tam gelişmiyor ve üretkenlik açısından kısır oluyorlar (Nature genetics, vol 38, p1304). Biyologlar, genlerin dışında, seks hormonları konusundaki görüşlerini de yeniden gözden geçiriyor. Bugüne dek erkeklerde testosteronun, kadınlarda ise östrojenin cinsiyetler arasındaki biyolojik farklılığın belirleyicisi olduğu düşünülüyordu. Bugün bu görüş hâlâ geçerliliğini korumakla birlikte, hormonların ve genlerin birbirleriyle etkileşim içinde olduğu da artık netlik kazandı. Bu da beyindeki bağlantıların oluşumunda, kısaca davranışlarda, farklılık anlamına gelebiliyor. Ayrıca, genler deneyimlerin etkisiyle de değişebiliyor. Bir çocuğun doğumdan hemen sonra maruz kaldığı çevre koşulları, DNA’sının kimyasal yapısında değişiklikler yaratabiliyor. Buna epigenetik değişiklikler adı veriliyor. Gen, gerçek diziliminde bir değişiklik olmamasına karşın, bir dokuda faal veya etkin konumda olabiliyor. Cinsiyeti belirleyen faktörlerin tümünün ve aralarındaki karmaşık etkileşimlerin tespit edilmesiyle birlikte, bilim insanları önemli bir kuram geliştirmiş oluyor. Bu kurama göre, cinsiyetin tayini bir zamanlar düşünüldüğü gibi doğumda tamamlanmıyor. Kadın ve erkek arasındaki farklılıkların şekillenmesinde genler, çevre ile birlikte önemli roller üstleniyorlar. Bunun da izleri en çok beyinde görülüyor. Beynin biçimlenmesi yaşam boyu devam eden bir süreç. Şimdi pek çok insan, çocuk beyninin cinsel açıdan şekillenmesinde çok kritik dönemlerin yaşandığının farkında. nsanlar yetişkin evreye ulaştıklarında, kadın ve erkek beyni arasında çok sayıda yapısal farklılık oluşmuş oluyor. Bunu günümüzün gelişmiş beyin görüntüleme cihazlarıyla izlemek olası. Bütün bunlar, kadın ve erkeklerin niçin farklı zihinsel hastalıklara bir diğerinden daha yatkın olduğunu ve öğrenme sorunları karşısında niçin farklı bir direnç gösterdiklerini açıklıyor. Ancak sinir bilimciler, bu yapısal farklılıkların davranışları nasıl etkilediği konusunda çok az şey bildiklerini de gizlemiyor. OYUNCAK H KÂYES Kız çocuklar bebekleri, erkek çocuklar arabaları niçin tercih eder? Kimi, bunun çocuklara kalıplaşmış rol modelleri yükleyen kültürel etkilerden kaynaklandığını ileri sürüyor. Şimdi bir de şuna bakalım: Erkek kadife maymunları, çevresel etmenlerin etkisinde kalmadıkları halde arabaları tercih ederken (Evolution and Human Behavior, vol 23, p 467) ve hormonal dengesizlikler yaşayan dişiler (daha fazla miktarda testosteron salgılayanlar) de arabaları tercih ediyor. Bunun da oyuncak seçiminde, içgüdüsel bir unsurun etkin olduğunun bir işareti olduğu düşünülüyor. Bu içgüdü, doğumdan sonra sosyalleşme sürecinde güçlenebiliyor. Maryland Üniversitesi’nden Margaret McCarthy cinsiyete özgü oyun tercihlerindeki nörobiyolojik etmenleri araştırmış. Sıçanlar üzerinde yürütülen çalışmada, duygusal ve sosyal verileri işlemden geçirmekte kullanılan amigdala adı verilen ikiz beyin bölgesinin, dişi ve erkeklerde farklı bir yapıya sahip olduğu ortaya çıkıyor. Dişi sıçanlarda glial adı verilen beyin hücrelerinin, bu bölgede %30 ile 50 oranlarında daha fazla olduğu anlaşılıyor. Erkek beyinlerinde ayrıca endokana CBT 1254/ 10 1 Nisan 2011 CBT 1254/ 11 1 Nisan 2011 binoid moleküllerinin daha yüksek düzeyde olduğu görülüyor. Bu, kanabisin (Hint keneviri) içerdiği aktif bileşimin uyardığı sinirsel devreyi uyaran doğal bir moleküldür. Ancak bilim insanları birkaç günlük dişi sıçanlara kanabise benzer bir maddeyi enjekte ettikleri zaman üç gün içinde amigdala’larındaki glial hücrelerin erkeklerle aynı düzeye indiğini gördüler. Bu dişiler, erkek yavruların oynadığı oyunlara benzer oyuncaklarla oynamaya başladılar. Normal dişi sıçanlara göre %3040 oranında oyuna daha fazla zaman ayıran dişi yavrular, daha gürültücü ve sert oyunları tercih ediyorlardı (Proceedings of the National Academy of Sciences, vol 107, p 20535). Dişi ve erkek sıçan beyinleri arasındaki temel yapısal farklılıklar insanlarla paralellik taşır. Bilim insanları, memelilerin tümünde benzer sinirsel mekanizmaların bulunduğuna inanıyor. Ancak çocuklarda oyuncak tercihinde benzer bir nörobiyolojinin geçerli olup olmadığını henüz bilinmiyor. Şu anda kesin olan, insan davranışlarının büyük ölçüde uyum yeteneğine sahip olması. Bunlara, cinsiyetlere özgü davranışlar gibi oyun da dahil. McCarthy, doğumdan önce ve hemen sonraki çevresel etmenlerin kesin belirleyici olmadığına inanıyor. Psikologlar yıllardır hangi insan davranışlarının cinsiyet farklılıklarını daha iyi yansıttığını gösteren bir resim oluşturmaya çalışıyor. HANG DAVRANIŞLAR C NS YET FARKINI DAHA ÇOK YANSITIYOR? Bu çalışmaların sonucunda özelliklerin hiyerarşisi (Bknz.Tablo) adı verilen liste oluşturuldu. Pfaff bu tabloda özelliklerin sıralanmasında şu kuralın geçerli olduğunu belirtiyor: Doğrudan üreme ile ilgili davranışlardan uzaklaştıkça, cinsiyet farklılığı önemini yitiriyor. Bunun sonucu olarak da listenin en başında, kişinin üreme şansı ile ilgili cinsel kimlik ve seksüel eğilimin yer alması şaşırtıcı değil. Daha basite indirgemek gerekirse, kendini erkek olarak değerlendiren insanların çoğu erkek iken, kadın olarak hissedenlerin çoğu ise kadındır. Benzer şekilde, seksüel eşlerinin kadın olmasını tercih eden insanların çoğu da erkektir (veya tam tersi). Buraya kadar kimse itiraz etmiyor. Ancak listenin sonlarına doğru inildikçe empati ve iddiacılık gibi özelliklere sıra geldiğinde tartışmalar baş gösteriyor. Bu tartışmalara son vermenin bir yolu, kadın ve erkek arasındaki psikolojik farklılıkların boyutunu, boy gibi somut bir fiziksel farklılıkla karşılaştırmak en doğru yoldur. Çeşitli davranış farklılıklarının boyutunu göstermesinin yanı sıra bu çözüm, farklılıkların ne anlama geldiği yönünde de tarafsız bir bilgi veriyor. Görsel deneyimlerine dayanarak, herkes erkeklerin ortalama olarak kadınlardan daha uzun olduğunu ka bul eder. Ancak dünya üzerinde yeterli miktarda kısa boylu erkek ve uzun boylu kadın olduğu için boyun tek başına kişinin cinsiyetini tahmin etmeye yetmediğini herkes bilir. Benzer bir mantık davranışsal farklılıklar için de geçerlidir. Kadın ve erkek arasındaki farklılıkların boy farkının yarısı olduğu alanların başında, saldırganlık, empati, iddiacılık ve algılama yetenekleri geliyor. Listenin iyice alt kısımlarında yer alan sözel akıcılık ve matematiksel kavramlarda, cinsler arasındaki farklılık sanılandan çok küçük; hatta hiç fark yok bile denilebilir. Listenin dibindeki, eskiden genellikle cinsiyet ile ilişkilendirilen özelliklerde, bilgisayar kullanımı, sözel yetenek ve liderlik potansiyeli vb. ise uygulamada kadın ve erkek arasında en ufak bir fark görülmüyor. Başka bir deyişle, bilim insanlarının çizdiği tabloda cinsiyet farklılıkları gerçek olmakla birlikte, kesin değildir. Bazı alanlarda erkek, kadının daha iyi olduğu alanlarda kendini gösterirken, kadınlarda bunun tam tersi görülebilir. Bu arada kesin olan, çevresel etmenler üzerinde insanların etkisinin sanılandan daha fazla olması. Bu da çalışma koşullarının kadınlar için daha cazip hale getirilmesi, okulların ise erkek çocuklar için daha az itici hale getirilmesinin önünü açabilecek bir gelişme. Tahir M. Ceylan tahirmceylan@gmail.com Sendai’den Mektup Var! “Sendai’de olup bitenler daha çok gerçek üstü gibi. Ama bana çok yardımcı olan arkadaşlarım olduğu için şanslı hissediyorum kendimi. Artık salaş kulübem adına bile yakışmadığından, bir arkadaşımın yanında kalıyorum. Su, yiyecek, ısıtıcı gibi tedarikleri paylaşıyoruz birlikte. Bir odada sırayla yatıyoruz, mum ışığında yemek yiyoruz, hikâyelerimizi paylaşarak. Sıcak, samimi ve güzel… Gün içinde evlerdeki dağınıklıkları toplayabilmek için yardım ediyoruz birbirimize. İnsanlar arabalarında oturuyor, navigasyon ekranlarından haberleri izliyor, ya da bir kaynak açıldığında, içme suyu alabilmek için sıraya giriyorlar. Eğer birinin evinde musluktan su akarsa, hemen bir işaret koyuyor, diğerleri de kovalarını doldurabilsinler diye… O kadar şaşırtıcı ki; benim bulunduğum yerde ne bir yağmalama oldu ne de sıralarda itiş kakış. İnsanlar ön kapılarını açık bırakıyorlar, çünkü bir deprem durumunda daha güvenli. İnsanlar sürekli, ‘Ah, tıpkı herkesin birbiriyle yardımlaştığı eski günlerdeki gibi…’ diyorlar. Sarsıntılar sürüyor. Dün gece her 15 dakikada bir sallandık. Sürekli sirenler çalıyor, sık sık helikopterler geçiyor başımızın üzerinden. Dün gece birkaç saatliğine su verildi evlerimize, şimdi ise yarım gün veriliyor. Elektrik bu öğleden sonra geldi. Gaz hâlâ yok. Ama bunlar bölgelere bağlı. Bazılarının böyle şeyleri var, bazılarının yok. Günlerdir kimse yıkanmadı. Kendimizi pis hissediyoruz, ama şimdi bizim için daha önemli şeyler var. Gereksiz durumlardan kurtulmayı seviyorum. Tümüyle içgüdü, sezgi, şefkat düzeyinde yaşamak, sadece benim için değil, tüm grup için, hayatta kalmak adına gerekli şeyler için yaşamak… Tuhaf paralel evrenler yaşanıyor. Bazı yerlerde evler viran olmuş, bazı evlerde, çamaşırlar kuruyor güneşin altında. İnsanlar su ve yiyecek için sıraya giriyorlar, ama birkaç kişi de köpeğini gezdiriyor. Hepsi aynı anda olmakta… Beklenmedik güzelliklerden biri de, gecelerdeki sessizlik. Hiç araba yok. Sokaklar bomboş. Gecenin cennetine yıldızlar saçılmış. Genellikle bir iki tane görürdüm ama şimdi tüm gökyüzü yıldızla dolu. Sendai’nin dağları sık, aralıksız. Ve soğuk havada gökyüzüne düşen siluetini görüyoruz ihtişamla… Ve Japonlar kendileri, harikalar. Her gün kulübeme geliyorum kontrol etmeye, şimdi de elektrik olduğundan bu emaili yollamak için geldim, girişte benim için bırakılmış su ve yiyecek buldum. Kimin getirdiğiyle ilgili bir fikrim yok, ama orada duruyor. Yeşil şapkalı yaşlı adamlar kapı kapı dolaşıp, herkesin nasıl olduğunu kontrol ediyor. İnsanlar hiç tanımadıklarına yardıma ihtiyaçları olup olmadığını soruyor. Korkuya dair hiçbir işaret görmüyorum. Boyun eğme evet, ama korku ya da panik, hayır… Bize artçı şoklar geleceğini söylediler, hatta bir ay daha büyük sallantılar… Sürekli sarsıntı, titreme, çalkantı hissediyoruz. Ben Sendai’nin biraz daha yüksek bir bölümünde yaşadığımdan şanslı hissediyorum kendimi, burası diğer yerlerden biraz daha sağlam. Bir dereceye kadar burası diğer bölgelerden daha iyi. Dün gece arkadaşımın kocası baliyöden geldi, yiyecek ve su getirdi. Bir kez daha kutsanmış olduk… Bir şekilde, tam şu andaki doğrudan deneyimimden anlıyorum ki; tüm dünyada, gerçekten muazzam bir kozmik evrim yaşanıyor tam şu anda. Bir şekilde, Japonya’da olanları deneyimlerken, kalbimin gittikçe büyüdüğünü, genişlediğini hissediyorum. Kardeşim, tüm olanlar karşısında kendimi küçülmüş hissedip hissetmediğimi sordu, Hayır. Daha çok; kendimden çok daha büyük, olmakta olan bir şeyin parçası gibi hissediyorum kendimi. Doğum yapmak (dünya genelinde) zor; ama muhteşem, hepinize sevgiler… Ann” *** Bilirsiniz günlük yaşamda eşler sadakat ister, aslında istenen kendine değil Japonya’da olduğu gibi insana sadakattir, insana sadakati gelişmemiş bir vahşinin yanında kırk yıl uyunmaz çünkü.... İki yüz bin yıl önce insan üç beş yüz kişiyle güney Afrika’nın doğusundaki mağaralara sıkışmış ve her yer buz kesmişken içten bir sadakat ve olağanüstü yardımlaşmayla ayakta kalmıştı; o günler denizden gelen balığı yemeyip topluluğuyla paylaşan genç adam, binlerce yıl sonra milyarlarca çocuğun doğmasına neden olmuştu. Bugün de öyle, Japonya’da paylaşılmış bir tas çorba, esirgenmeyen sıcak bir gülüş, milyonlarca insana sadakatle santral soğutmak için radyasyonun göbeğine inmek, bugünkü darboğazı aşıp binlerce yıl sonra evrenin derinliğindeki kolonilerde yüzen milyarlarca insanın doğuşuna neden olabilir. En dibe indiğinizde geride sadece yardımlaşma kalır, o oldukça hangi vahşilikten ne süreyle geçerse geçsin soy tükenmiyor, insan eti ağır, kolay yok olmuyor. KARŞITLIĞIN KÖKEN Cinsiyetler arasındaki faklılığın evrimsel kökleri, çoğunlukla, karşı cins tarafından çekici bulunan özelliklerin yaygınlaşması olgusunda yatar. İnsanlar arasındaki davranış farklılıkları da benzer bir yol izler. Rekabet olgusunu ele alalım. Erkekerkeğe rekabet, geleneksel insan topluluklarının %90’ında belirgindir. Amazonlar’daki jivaro insanları, savaşçılık yeteneklerine göre ödüllendirilirler. Bu insanlarda erkeklerin %60’ı tuzaklar, istilalar ve kavgalar nedeniyle yaşamını yitirir. Ancak bir savaşı kazanan jivaro erkeği için ödül çok caziptir. Sosyal statüsü yükselir, kadınların gözdesi olur çünkü kadınlar bu erkeğin genlerinin çocuklarına geçmesini arzu eder. Columbia’daki Missouri Üniversitesi’nden David Geary, bu tür bir rekabetin sanayileşmiş toplumlarda da görüldüğünü söylüyor. Bu tür rekabetin sanayileşmiş toplumlarda zenginlik yarışı şeklinde kendini gösterdiğini belirten Geary, “Hırs, saldırganlık, beğenilen kadını kapma her yerde aynıdır. Tek fark bu rekabetin ifade ediliş şeklidir” diyor. Cinsel seçilim aynı zamanda kadınları da şekillendirir ve cinsler arasında ortaya çıkan bu farklılıklar karşıtlığı da besler. Kadının çocuğunu 9 ay karnında taşıyıp beslemesi yanında, erkeğin spermlerini mümkün olduğu kadar fazla kadına aşılaması çok da bir davranış değildir. Bu da cinsel partner sayısı ve çocuklara yapılan yatırım konularındaki öncelik farklılığını açıklamaya yeter. Ne var ki biyoloji kader değildir. Örneğin bazı kadınlar bazı erkeklerden daha çapkın olabiliyor. Kaliforniya Üniversitesi’nden Monique Borgerhoff Mulder, bazı ortamlarda tekeşli bir yaşam sürdüren kadınlara göre çokeşli kadınların üretkenlik açısından daha başarılı olduğunu açıklıyor. Geary ise, yaşamını kendi başına sürdürecek olanaklara sahip kadınların bulunduğu toplumlarda erkeğin zenginliği seçilim açısından çok büyük bir avantaj oluşturmaz. Bu durumda erkek daha az zenginlik ile yetinebilir. Evrim kadın ve erkeklerdeki farklı yetenekleri ve davranışları açıklayabilir ancak belirleyemez. SORUN ÇIKARMAYA MEY LL YAŞAM Kadın ve erkek arasında öğrenme zorluğu ve zihinsel hastalıklara yakalanma gibi konularda belirgin bir farklılık vardır. Erkekler, kızlara göre gelişimsel sorunlara daha meyillidir. Örneğin erkeklerde Asperger Sendromu görülme olasılığı 610 kez daha fazladır; disleksi gibi dil bozuklukları 4 misli fazladır; dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu ise iki misli fazladır. Yetişkinler söz konusu olduğunda farklılıklar bu kadar kesin bir çizgiyle ayrılmaz, ama yine de arada dramatik farklılıklar vardır. Majör depresyon kadınlarda daha yaygın; erkekler ise alkol bağımlısı olmaya ve antisosyal kişilik bozukluğuna daha açıklar. İki kutuplu bozukluk ve şizofreni gibi hastalıklarda ortaya çıkış sıklığı bakımından bir fark görülmese bile hastalığın başlama yaşı ve semptomların ortaya çıkışı bakımından fark görülür. Cambridge Üniversitesi’nde cinsiyetler arasındaki gelişim farklılıklarını araştıran Melisa Hines, bu farklılıkların, kadın ve erkek beyinlerindeki farklı bağlanma şekillerinden kaynaklandığını düşünüyor. Örneğin korku ve saldırganlık gibi duyguları işlemden geçiren amigdalanın erkeklerde daha büyük, bellek için kritik bir rol üstlenen hipokampusun ise kadınlarda daha büyük olduğu biliniyor. Bu gibi beyin farklılıklarının genlerin, hormonların ve çevrenin ortak etkisi ile şekillendiğini belirten Hines, “Bütün bunlar bir araya gelince nihai farklılıklar ortaya çıkıyor” diyor.