02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] “Yeni YÖK Başkanı Çetinsaya, Gülen cemaatinin gazetesi Zaman’da yazdığı yazılarla da tanınıyor. Gülen’in onursal başkanlığını yaptığı Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’na üye...” (Gazetelerden) İklim Değişikliği, Hava ve İklim Afetleri Aracılığıyla Uyarıyor Prof. Dr. Murat Türkeş, TEMA Bilim Kurulu Üyesi, ÇOMÜ Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Üniversitenin Tökezlediğinin Farkında mısınız? Yenilik politikalarıyla uğraşanlar ‘tökezleme’ sözcüğüne ‘pazar tökezlemesi’ ya da ‘sistemik tökezleme’ terimlerinden dolayı aşinadırlar. Biliyorsunuz, pazar ekonomilerinde, sanayi kuruluşlarının ARGE yapması ekonomik bir faaliyettir. ARGE yapan bunu getirisi için yapar. Ama bu faaliyetin riski yüksektir. Çünkü başarıyla sonuçlanmama olasılığı yüksektir. Başarılsa bile, ARGE’yi yapan sanayici beklediği getiriyi elde edemeyebilir. Harcamayı yapar, yeni bir ürün geliştirir, pazara sunar; ama birileri bunu kopyalar ve haksız yere sanayicimizin kazancına ortak oluverir. Bu ve benzeri nedenlerle, sanayiciler ARGE’ye yatırım yapmaktan çekinirler. Sonuçta, pazara, ekonominin büyüyerek ayakta kalmasını sağlayacak oranda yeni ürünler sunulamayabilir. İşte buna ‘pazar tökezlemesi’ dendiğini bu köşenin okuyucuları da hatırlayacaklardır. “Sistemik tökezleme”yi de, yine çok yüzeysel de olsa şu örnekle hatırlatayım. Diyelim, sanayimiz gelecek vaat eden belli bir dalda atılım yapmak istedi. Artık o dalda yeni ürünler geliştirip dünya pazarlarında ciddi bir pay sahibi olmak istiyor. Bunun için ARGE yapmaya da istekli; ama bilim ve teknolojinin pek çok alanında çok önemli bir birikime ve ARGE kapasitesine sahip bulunan üniversitelerimizde sanayinin o daldaki ARGE yeteneğini tamamlayacak, eksiğini giderecek hemen hiçbir bilgi ve deneyim birikimi yok; ARGE kapasitesi de yok... Bellidir ki, sanayideki o atılım hevesi boşa çıkacaktır. Üniversitelere, yönelimleri açısından ışık tutacak ulusal öngörü eksikliği ya da ulusal bir yetenek yaratılmasında ilgili kurumlar arasında eşgüdümü sağlayan mekanizmadaki bir kopukluk bu gibi durumlara yol açar... İşte bu da ‘sistemik bir tökezlemedir.’ Ben burada biraz daha farklı bir tökezlemeden, bir kurumun, üniversitenin tökezlemesinden söz ediyorum. Her şey apaçık ortada: 2002 Kasımı’nda başlayan siyasi sürecin aktörleri, Osmanlı’nın düşünce evrenine yüzyıllarca hâkim olan dinsel dogmanın karanlığını yeniden bu ülkenin üzerine indirme yolundadırlar. Bunun, bilim dünyası açısından ilk çarpıcı kanıtı, iki bilim kurumunu, YÖK ve TÜBİTAK’ı, iş başına gelir gelmez, siyasi İslamın merkezi bürokratik otoritesine bağlamaları; son çarpıcı kanıtı da, bu yılın ikinci yarısında çıkardıkları kanun hükmünde kararnamelerle, kamu yönetimine yaptıkları köktenci müdahaledir. Bu müdahalenin sonucunda, kamunun, aralarında TÜBA’nın da bulunduğu diğer bilim kurumları dahil, bütün kurumları bürokratik merkeziyetçi, katı bir devlet yapısının birimleri haline getirilmişlerdir. Bu sadece organizasyonel bir değişiklik değil, aynı zamanda, bu kurumlardaki bütün kilit kadrolara, siyasi platformda temsilciliğini yaptıkları katı inanç sistemine mutlak bağlı insanları yerleştirme harekâtıdır. Bilim kurumlarına yaptıkları son müdahale de, Çankaya’nın şemsiyesi altında, üniversiteyi YÖK’ün, dolayısıyla da mevcut siyasi iktidarlarının sultası altına almaya yönelik kadrolaşma harekâtlarının son aşamasıdır ve bu kadrolaşmada gözettikleri başat ölçüt de, söz konusu inanç sistemine mutlak bağlılıktır. Dinsel dogmayı esas alan bir düşünce sisteminin yaşamın her alanında hâkim kılınması, bilimi kökten kurutacak çorak bir iklim yaratır. Temel varlık nedeni bilim alanında araştırma yapmak ve bilimi öğretmek olan üniversitenin yaşamını sürdüremeyeceği bir iklimdir bu... Ama görülen o ki, üniversite, kendi varlık nedenini ortadan kaldıracak bu sürece karşı sessizdir. Demek ki üniversite çoktan tökezlemiş... Bu tökezleme, aynı zamanda, ulusal yenilik sistemimizde olmazsa olmaz bir halkanın yok olması, sistemin yok olması demektir... Sorum, özellikle, ülkenin bilim ve teknolojide, ülke sanayinin yeni ürünler, yeni üretim yöntemleri geliştirmede yetkinlik kazanması için uğraştığını düşünenlere: Bu tökezlemenin farkında mısınız? D urban Güney Afrika Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS) Taraflar Konferansı’nın 17’nci ve Kyoto Protokolü Taraflar Konferansı’nın 7’nci Toplantıları (UNFCCC COP17/CMP7) Güney Afrika’nın Durban kentinde yapıldı. Ötekilerin yanı sıra, öncelikli amacı Kyoto Protokolü’nün 20082012 birinci yükümlülük döneminin sonrasında, örneğin 2020 yılına kadar, gelişmiş ülkelerin sayısal olarak belirlenmiş sera gazı salımlarını azaltma ve maliteknolojik yükümlülüklerini belirlemek ve bu konuda yaygın bir uzlaşma sağlamak olan Durban iklim değişikliği toplantıları, 28 Kasım – 9 Aralık 2011 tarihleri arasında iki hafta sürdü. Durban iklim değişikliği toplantılarının, ötekilerin yanı sıra, en önemli yanlarından birisi, iklim değişikliğine ilişkin bilimsel ve teknik konuların ve yeni bulguların da gündeme gelmesidir. Bu kapsamda, iklim değişikliği bilimi ve yeni bulgular konusunda Durban’da iki önemli açıklama yapıldı. Bunlardan birincisi, toplantıların açılış gününde Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) Sekreteri Bayan Reneta Christ’in İklim Değişikliğinin Etkileri, Etkilenebilirlik ve Uyum konulu Nairobi Çalışma Programı başlıklı gündem maddesine Güney Afrika’da yapılan 2011 İklim Değişikliği Konferansı. ilişkin olarak gerçekleştirmiş olduğu konuşmadır. Reneta Christ konuşmasında, IPCC’nin İklim Değişikliğine Uyumun Geliştirilmesi için Ekstrem Olayların ve Afet Risklerinin Yönetimi konulu IPCC Özel Raporu’nun, IPCC’nin 18 Kasım 2011’de Uganda’nın Kampala kentinde gerçekleştirilen toplantısında tamamlandığını açıkladı. Raporun başlıca sonuçları şöyle özetlenebilir: Şiddetli yağışlar 21’inci yüzyılda dünyanın birçok bölgesinde olasılıkla artacaktır. Tüm okyanuslarda beklenmemesine karşın, ortalama tropikal siklon (derin ve çok kuvvetli rüzgar üreten alçak basınç) maksimum rüzgar hızları olasılıkla artacaktır. Ancak, tropikal siklonların küresel oluşma sıklığı olasılıkla ya azalacak ya da değişmeden kalacaktır. Kuraklık olayları, 21’inci yüzyılda bazı bölgelerde ve mevsimlerde şiddetlenebilecek. Ortalama deniz düzeyi yükselmesi yüksek olasılıkla, aşırı kıyısal yüksek su düzeylerinin etkin olduğu alanlardaki yükselme eğilimlerine katkı sağlayacaktır. Sıcak hava dalgalarındaki (35 gün ve daha uzun süreli yüksek hava sıcaklığı devreleri), buzulların geri çekilmesindeki ve permafrost (yüksek enlemler CBT 1292/ 6 23 Aralık 2011 deki sürekli donmuş topraklar) bozulmasındaki değişikliklerin yüksek bir istatistiksel güven düzeyinde, örneğin yamaç duraysızlıkları, kütle hareketleri ve buzul göllerinin taşması gibi dağlarda gerçekleşen doğal olayları ve afetleri etkileyecektir. Benzer bir açıklama, 30 Kasım 2011 günü gerçekleştirilen BMİDÇS Taraflar Konferansı’nın sabah oturumunda IPCC Başkanı Dr. Rajendra Kumar Pachauri tarafından da yapıldı. Kuşkusuz bu açıklamalar, dünya ölçeğinde hem IPCC bilimcilerinin hem de çeşitli bilim dallarından binlerce bilimcinin gerçekleştirdiği özgün araştırmaların sonuçlarına ve bilimsel değerlendirmelerine dayanmaktadır. Birçok etkisine ve olumsuz sonuçlarına ek olarak, ister küresel isterse bölgesel ölçekte olsun, iklim değişikliği ekstrem (aşırı) hava ve iklim olaylarının sıklığında, şiddetinde, alansal dağılışında, uzunluğunda ve zamanlamasında değişiklikler oluşmasına neden olmaktadır. Örneğin, klimatolojik ve meteorolojik gözlemlerden elde edilen kanıtlara göre, 1950’lerden beri bazı ekstremlerde özellikle günlük ekstremlerde ve sıcak hava dalgalarının sıklığı ve uzunluğunda önemli değişiklikler ortaya çıktığını göstermektedir. Bu tür değişiklikler, Türkiye’de de özellikle 1990’lı yıllarla birlikte donlu günlerin azalması, sıcak günlerin ve gecelerin sayısının, gece en düşük ve gündüz en yüksek hava sıcaklıklarının artması, başka bir deyişle genel olarak sıcak hava dalgalarının sıklığının ve şiddetinin kuvvetlenmesi şeklinde kendisini hissettirmektedir. Öte yandan, aşırı hava ve iklim olaylarının ve afetlerinin doğasındaki ya da yönündeki ve büyüklüğündeki gelecek değişikliklerin modellere dayalı olarak kestirilmesi, aşırı olayın çeşidine, bölge ve mevsimine, gözlem verilerinin niceliğine ve niteliğine ve bunları oluşturan ve yöneten süreçlerin anlaşılma düzeylerine yakından bağlıdır. Bu yüzden de bu kestirimlerin yüksek doğrulukla yapılabilmesi henüz kolay değildir. Ayrıca, hava ve iklim ilişkili aşırı olayların ve afetlerin neden olduğu ekonomik kayıpların, yaygın bir alansal ve yıllar arası değişkenlikle birlikte arttığı görülmektedir. Hava, iklim ve jeofiziksel olaylarla bağlantılı ekonomik kayıplar, gelişmiş ülklerde daha yüksek olmasına karşın, ölüm olayları ve GDP’ye oranla açıklanan ekonomik kayıplar gelişmekte olan ülkelerde daha yüksektir. Örneğin, 19702008 döneminde, doğal afetlerin neden olduğu ölümlerin % 95’ten fazlası gelişmekte olan ülkelerde oluştu. Hava ve iklim ekstremlerinin şiddeti, alansal ve zamansal ölçeklerde değişen bakı ve etkiye açık olma düzeyine ve ayrıca ekonomik, sosyal, coğrafi, demografik, kültürel, kurumsal, yönetişimsel ve çevresel etmenlere yakından bağlıdır.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle