24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör yor. Bu izler on yıl sonra bile izlenebilmekte. Alman bilim insanları bu kalıcı izleri manyetik rezonans tomografisiyle saptadı. Biological Psychiatry dergisinde yayımlanan araştırma yazısına göre beyindeki değişimler, bu tür deneyimler yaşayan çocukların niçin ömür boyu psişik hastalıklara daha kolay yakalandıklarını açıklıyor. Nitekim çocukluklarında şiddet gören ve ihmal edilen yetişkinlerin depresyon veya korku bozukluğu gibi psişik hastalıklara yakalanma olasılıkları daha yüksektir. Münster Üniversitesi’ne bağlı OttoCreutzfeldt Bilişsel ve Davranış Sinirbilimleri Merkezi bilim insanları şimdi şiddet ve taciz deneyimlerinin uzun vadeli etkilerini manyetik rezonans (MRT) tomografisiyle incelediler. Buna göre şiddet deneyimi yaşayan ve ihmal edilen insanların örneğin öğrenme ve bellek yetisi için önemli olan hipokampüs veya duyguların ayarlanmasından sorumlu alın lopu gibi önemli beyin yapıları daha küçük. Yaşanan kötü deneyimler arttıkça söz konusu beyin bölgeleri de o denli küçülmekte diyor bilim insanları. Ayrıca şiddet gören kişilerin, beynin korku/endişe ağındaki ana yapı olan beyin bademciğinde (amigdala) de aşırı etkinlik görülmüş. Çocukluk döneminde tacize uğrayan kişilerin beyinlerindeki değişimler, depresyon gibi hastalıklara sahip insanların beyindekilere çok benziyor. Bilim insanları bu yüzden bu tür değişimlerin, çocukluk dönemindeki kötü deneyimlere uzandığını düşünüyor. Tümevarım veya Avrupa dillerindeki şekliyle indüksiyon, bilim felsefesinin en uzun zamandan beri tartışılan öğelerinden biridir ve pek çok felsefeci tarafından bilimsel bilginin temeli sayıldı. Mayaların saray mutfağı Meksika’daki Yucatan adasındaki bir Maya sarayına ait büyük bir mutfak bulundu. Bin yıllık kalıntılar sakinlerin iyi bir şekilde organize olduğunu ve insanların ne şekilde beslendiklerini gösteriyor. Inah Ulusal Antropoloji ve Tarih Enstitüsü’nce yapılan açıklamaya göre Kabah bölgesindeki saray mutfağı 40 x 14m büyüklüğünde. Duvar kalıntıları arasında pişmiş toprak objeler, işlenmiş taşlar, hayvan kemikleri ve ateş yerlerine ait izler bulunmuş. Kalıntıların İS 750950 yılları arasına ait olduğu sanılıyorsa da Uxmal Maya kenti yakınlarında yer alan bölgenin İÖ 300 yılında da iskân edildiğine dair kanıtlar da bulunmakta. Saraylarda kalabalık nüfus için bol miktarda yemek pişirildiğini tahmin eden arkeolog Lourdes Toscano, organik kalıntıları inceleyerek o dönemin yemek listesini çıkarmak istiyor. Mutfağın bulunmasıyla sarayların sadece hükümdarların idari binaları olmadığı, evsel etkinliklerin de yaşandığı yerler olduğu anlaşılmış oldu. Arkeologlar, seramiklerin bulunduğu mekanın bir tür kiler veya yemek odası olduğunu düşünüyorlar. Kuzey Amerika’nın yeni en büyük dinozoru Europa’daki sıvı su ile Montana Eyalet Üniversitesi bilim insanlailgili soyut belirtiler Amerikalı bilim insanları NASA’nın Galileo sondasıyla elde edilen verilerle ilk kez soyut belirtiler hatta belki de kanıtlar buldular. Jüpiter gezegeninin Europa uydusundaki kilometrelerce CBT 1292/ 5 23 Aralık 2011 rı ABD’nin güneybatısında, Kuzey Amerika’da bugüne kadar bilinen en büyük dinozora ait kemikler buldu. İki metreye yakın üst baldır kemiği ve iki dev omur, 69 milyon yıl önce yaşayan uzun boyunlu otçul olan bir Alamosaurus’a ait. Araştırmacılar kemiklerin büyüklüğüne göre (yalnızca boyun omuru bile bir metreydi) dinozorun boy ve ağırlık açısından Güney Amerika’da yaşamış olan Argentinosaurus’a yakın olduğunu düşünüyorlar. Oysa biz yetişkin bir Alamosaurus’un ancak 20 metre uzunluğunda ve 30 ton ağırlığında olabileceğini sanıyorduk, diyor Denver W.Fowler. Hayvanın kesin boyu ve ağırlığının tespit edilmesi üç kemikle pek mümkün değil. Ama New Mexico’daki buluntu yerinde başka Alamosaurus fosillerinin bulunması bekleniyor. Alamosaurus kalıntılarının çok yakınında bir de Tyrannosaurus’a ait bir diş bulunmuş. Bu durum bu etçil dinozorun yaşam alanını Alamosaurus ile paylaştığını ve olasılıkla da onu av olarak gördüğünü açıklıyor diyor araştırmacılar. kalınlığındaki buz kabuğu içindeki sıvı su gölü Kuzey Amerika’daki büyük göllerin hacmiyle aynı. Veriler öte yandan buz tabakası ve altında olası bir yaşamın oluşmuş olduğu küresel okyanus arasındaki malzeme değiş tokuşuna da işaret ediyor. Galileo sondası 1989 yılında “Atlantis” uzay mekiğiyle Jüpiter sistemine doğru fırlatılmıştı. Son veriler buz tabakasının kalın olmasına rağmen malzemenin sürekli değiş tokuş halinde olduğunu göstermiş. Ayrıca (buz tabakası içinde) dev yüzeysel göllerle ilgili yeni kanıtlar da var diyor Texas Üniversitesi araştırmacısı Britney Schmidt, Nature dergisinde. Schmidt ve ekibi yeni belirtileri ve kanıtları, Thera Macula bölgesindeki Chaos alanını incelerken bulmuş. Her ne kadar bilim insanları modellerinden oldukça emin olsalar da kesin yanıtlar, buz kabuğunu geçebilecek bir sondaj sondasıyla elde edilebilecek. NASA’nın planlarında da bu tür bir misyon zaten var. Nilgün Özbaşaran Dede Tümevarım, aynı zamanda pozitivizm de denilen felsefi görüşler tutamının en temel öğesidir: Bu görüşlere göre, bilimsel bilgi sadece ve sadece gözleme dayanır. Pozitivizm, bir şeyi beş duyunuzdan en az biriyle algılamıyorsanız, onun mevcudiyetini iddia etmenizi men eder. Tümevarımı ilk kez felsefi bir çerçevede ele alan, Platon’un şahadetine göre Sokrates‘tir. Sokrates buna annesinin mesleği olan ebeliğe atfen maiotika tehne, yani «ebelik tekniği» demiş, gerçeği tümevarımın «doğurttuğunu» imâ etmiştir. Bu doğurtma işine yardımcı olmanın yolu da sürekli soru sorarak, gerçeği bulması istenen kişinin gerçeği «görmesini» sağlamaktı. Ama Sokrates kendi ilkelerine sadık kalmayan bir propagandist olduğu için, ben tümevarımın tarihini Platon’un öğrencisi Aritoteles ile başlatmak istiyorum. Aristoteles’de tümvarımın adı epagoge’dir. Bu kelime «yol göstermek, bir yere götürmek, kılavuzluk etmek» anlamına gelen epagein fiilinden türetildi ve Aristoteles’in eserlerinde «ikna etmek» anlamında kullanıldı. Pek çok mantıkçı, epagoge’yi, doğruluğu hemen ilk bakışta belli olmayan bir iddianın, pek çok tekil örnek üzerinde gözlendikten sonra doğruluğunun ispatı, olarak tanımladı ve bunu da Aristoteles’e atfetti. Ancak, ilk çağ bilimi tarihinin büyük ustalarından Alman Kurt von Fritz 1964 yılında yayımladığı önemli monografisinde, Aristoteles’in böyle bir iddiada bulunmadığını gösterdi: Aristoteles, tek bir gözlemin insana bir iddianın doğru olup olmadığını gösterebileceği hallerde epagoge terimini kullanmış, yani tek bir gözlemin bizi ikna edebileceğini iddia etmiştir. Aristoteles’in bir gözlemler topluluğunun bizi kesin ispata götürmeyeceğinin farkında olduğu anlaşılıyor. Tümevarımın ikinci büyük savunucusu olarak İngiliz Sir Francis Bacon bilinir. İnsan aklını bir tabula rasa, yani «boş tahta» olarak betimlemeyen bu düşünürün, bu tahtanın gözlemlerden çıkarılacak sonuçlarla doldurulması gerektiğini iddia ettiği öne sürülür. Francis Bacon, eserlerinde Aristoteles’in genellemelerini boş laf olarak gördü ve boş laftan artık gözleme dönmenin zamanı geldiğini öne sürdü. Ancak yakın zamanda Peter Urbach, Sir Francis Bacon hakkında yazdığı küçük, ama önemli kitapta, Sir Francis’in de tek tek gözlemlerin genel gerçeklere varmada yetmeyeceğinin farkında olduğunu gösterdi. Buna rağmen, onsekizinci yüzyıldan itibaren tümevarım gene bilimin gözdesi oldu, doğa bilimciler Newton’un asla gerçeği yansıtmayan hypothesis non fingo, yani «varsayım yapmıyorum» sözünü sık sık tekrarladılar. Auguste Comte‘un pozitivizmi, gözlemin bu güya pozitif sonuçlarına dayandırılır. Ancak yirminci yüzyılda büyük Avusturyalı bilim feslefecisi Karl R. Popper nihayet «kral çıplak» diyerek tümevarımın iddia edilen gücünün olmadığını gösterdi ve Einstein gibi fizikçilerden Jacques Monod gibi biyologlara uzanan geniş bir yelpazede yer alan lider doğa bilimciler, Popper’in yanında saf tuttular: Bilim, hayâl gücünün ürünü olan varsayımların oluşturulması ve bunların yanlışlıklarının gözlemle belirtilmesi ile gelişmiştir. Aristoteles’den Sir Francis Bacon’a kadar tüm tümevarımcıların da aslında farkettiği ama açıkça dile getirmeğe cesaret edemedikleri durum budur. Peki tümevarımın bu büyük çekiciğinin kökeni nedir? Bunun tek cevabı insanın belirsizlikten korkmasıdır. Her devirde insan sorularına kesin cevaplar aramıştır ki, tanrı kavramının ve tüm dinlerin temel beslenme alanı işte bu kesinlik iştahıdır. Onun için günümüzde dinler, düşmanları olarak Popper’in fikirlerini değil, pozitivizmi öne sürmektedirler. Zira pozitivizmin temeli de dinlerinki kadar çürüktür. Televizyonlarda dikkat ediniz, dinin karşıtı olarak hemen «materyalizm ve onun babası olan pozitivizm» dile gelir. Halbuki her ikisinin de karşıtı olan eleştirel akılcılık yani gerçeğin aranması görevini insan aklına veren ve varsayımı gerçeği aramanın en güçlü aleti sayan, en az MÖ 6. yüzyılda yaşamış bizim Anadolulu doğa filozofları kadar eski olan eleştirel akılcılık, gerçeği bulduğunu hiç iddia etmese de ona yaklaşmanın en sağlam yöntemidir. Bilim tüm tarihi boyunca aslında bu yöntemle ilerledi ve o nedenle dinler ve tümevarıma dayandığını iddia eden dogmatik sistemler, hep onun önünde tökezlemişlerdir. Onun için dini savunanların bu tehlikeli hasımdan hep uzak durduklarını görmekteyiz. Bilirler veya hissederler ki eleştirel akılcılığın karşısında dinin savunulması asla mümkün değildir. Tümevarımın 2400 Yıllık Serüveni ve Bir Sonuç
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle