Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
fer Sistemi”ne (ECTS) göre düzenlenmiş kredileri ve “okul dönemi staj bilgilerini” (***) de içeren “Eğitim Süreci Sicil Dosyası”nı inceleyecektir. Üçüncü aşamada ise yeni mezunun doğrudan kendisi tarafından hazırlanan ve eğitim sürecine paralel olarak gerçekleştirdiği kendi özgün çalışmalarının yer aldığı “Portfolyo” dosyasını inceleyecektir.Dördüncü aşama ise yine dünyadaki örneklerine göre sözlü ve yazılı mülakat ile seviyesini tespit ettikten sonra adayın istek ve eğilimlerine uygun bir programla, staj takvimini belirleyebilecektir. “Mesleğe Kayıt Kabul Kurulu”, mimar adayı için kesin ola rak öngörülen bir yıllık, yani 52 haftalık (Uluslararası Mimarlar Birliği UIA, mezuniyet sonrası stajın “2 yıl” olarak yapılmasında ısrar etmektedir) “Mezuniyet Sonrası Staj” sürecinin içeriği ve biçimini hep birlikte ele alarak süre ayarlamasına da gidebilecektir. Sonuçta “...Kayıt Kabul Kurulu”, mimar adayının tamamladığı tüm süreçlerden sonra ortaya çıkan performansa bakarak onay verecektir… Tüm bu süreçlere paralel olarak; ortada duran bir gerçek olarak okullardaki “Naylon Stajlar”ın yaygın olduğu da açıkça dile getirilmektedir. Bu duruma alternatif yeni bir gelişme süreci olarak her okulun, sömestr tatili sonrasında gelenekselleşen açılış günleri/haftası içinde birkaç günlük programlı “Staj Sunum Günleri” düzenlemeleri “artık zorunlu hale gelmiş durumdadır.” Henüz “stajını yapmamış öğrencilerin”, okulların “Staj Komisyonu Temsilcileri”nin ve “başka okullardan öğrencilerin” de katılabileceği bu toplantılara gerektiğinde “Mesleğe Kayıt/Kabul Kurulu Üyeleri ve Temsilcileri” de katılabilirler. Aynı “Okulların Staj Sunum Günleri”, staj konusunda yetkinleşmiş “akredite bürolar” ve “akredite şantiyeler” ortaya çıkması, önümüzdeki yıllarda “okul dönemi stajları” ve “mezuniyet sonrası stajları” için de çok büyük katkı sağlayabileceklerdir. “Okulların Staj Sunum Günleri” yapılanması “Ortak Staj Havuzları” olarak da önemli iş görürken hem “eğitim süreci stajlarına” (Örnek: Mimari Stajda RotasyonMSR www.mimarist.org/msr.htm ) hem de “Mesleğe Kayıt/Kabul Kurulu”nun izleyeceği adayın “ilk profesyonelleşme süreci stajına” henüz daha okulunda eğitim görürken geçirdiği süreçle paralel çok değerli destekler sağlayabilecektir. Mesleğin “Eğitim Alanı” ve “Profesyonel Alanı” birbirinden ayrı, ancak sorunları çözmek konusunda birkez daha bir araya gelerek “ortak alanın adalet güvenceli hukukunu” daha da sağlam biçimde “Mesleğe Kayıt/Kabul Kurulları” aracılığı ile üretebilirler… ( ** ) Süreci, Mimarlık ve Eğitim Kurultayları http://www.mo.org.tr/mek web sayfasının “V.” bölümündeki “çalışma takvimi / atölye toplantıları” başlığı altında yer alan “Mesleğe Kayıt/Kabul Kurulu Çalışma Grubu” tutanaklarından ve bildirisinden izleyebilirsiniz. Van depremzedelerinin psikolojik tedavisi Türk Psikologlar Derneği’ne yanıt Prof. Dr. Metin Başoğlu, Travma Araştırmalari Bölümü Başkanı, Psikiyatri Enstitüsü, King’s College London laketlerin yarattığı ruh sağlığı sorununun çözümünde işe yarayacak bir tedavi değil demektir. Dünyanın birçok ülkesinde olduğu gibi, Türkiye’de de kitlesel travmalar konusunda gelişmiş bir uzmanlık alanı yoktur. Deprem travmasının tedavisi konusunda hiçbir orijinal çalışma çıkarmamış bir ülkede, bu konuda bir bilgi birikiminin olduğu ileri sürülemez. Deprem travmasının etkileri konusunda yapılmış sınırlı sayıda çalışma Türkiye’de bu konuda bir uzmanlık alanının gelişmiş olduğunu göstermez. Bu konudaki yazılarımın amacı Türkiye’de travma konusunda bir uzmanlık alanının yaratılmasına katkıda bulunmaktır. Benzer eleştirel yazıları geçmişte Batı ükelerindeki çalışmalar için de yazdım. 2006’da savaş ve işkence travması konusunda British Medical Journal’da yayınlanan bir yazım buna bir örnektir. Türk ruh sağlığı çalışanlarına bu yazının uluslararası meslek çevrelerinde yol açtığı tartışmaları da okumalarını öneririm. Bu tartışmalar deprem travması için de geçerlidir. Önemli ölçüde bu tür eleştirel yazılar nedeniyledir ki bugün Avrupa’da travma rehabilitasyon programları sorgulanmakta ve yararlı olup olmadıklarını anlamak amacıyla çalışmalar yapılmaktadır. Türkiye’nin de yapması gereken budur. Blog yazılarımda da belirtiğim gibi, Türk ruh sağlığı camiası kitlesel travma tedavisi konusunda dünyanın 20 yıl önüne geçmek istiyorsa, Amerika’yı yeniden keşfetmeye çalışmak yerine, bu konuda bilginin nerede durduğunu daha iyi anlayıp önceliklerini ona göre belirlemesi gerekir. Aksi halde Türkiye’de bu alanda hiçbir ilerleme mümkün olmayacaktır. Son olarak belirteyim ki, amacım bu konuda bir polemik yaratmak değil. Ancak, TPD bu konudaki görüşlerime tekrar karşılık verme gereğini hissederse, yaptıkları çalışmaları hiç te inandırıcı olmayan bir biçimde savunmaya çalışmak yerine, öncelikle yukarıda sıraladığım soruların cevabını vermesi gerekecektir. Bu yapılmadığı sürece ‘psikososyal destek’ veya ‘psikoeğitim’ adı altında yapılan çalışmaların TPD’nin küçümsediği “yüzü boyalı çocuklar” yaklaşımından daha yararlı olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Ayrıca, bu soruların cevabı aranmadan, bilimsel verilerden çok kişisel fikirlere dayanarak bu konunun tartışılmasının hiçbir yarar sağlamayacağını belirtmek isterim. ORİJİNAL ÇALIŞMA YOK C CBT 1292/ 19 23 Aralık 2011 umhuriyet gazetesi 9 Aralık 2011 tarihli Bilim ve Teknik ekinde (CBT) Van depremi ile ilgili olarak blogumda yayımladığım makalelerimden bir derleme yaparak bir yazı yayımladı. Her ne kadar bu yazı benden gelen bir okuyucu mektubu gibi yayınlandı ise de, bu derleme benim tarafımdan yapılmadı. Yayından önce yazıyı görmediğim için, hazırlanma aşamasında yazıya herhangi bir katkım da olmadı. Öne çıkarılan konuların seçiminde ve bir araya getirilişinde bazı sorunlar olduğunu ve dolayısıyla bu derlemenin kaynak olarak kullanılan ana yazıda ifade ettiğim görüşleri yeterince yansıtmadığını belirtmem gerekiyor. Bu yazıya Türk Psikologlar Derneği’nden (TPD) gelen bir yanıt 16 Aralık 2011 tarihli CBT’de yayımlandı. Bazı noktaları açıklığa kavuşturmak için bu yanıta bir karşılık vermek ihtiyacını duydum. TPD’nin yanıtından deprem travmasının tedavisi konusunda Türk ruh sağlığı camiasına iletmek istediğim görüşlerin yeterince anlaşılmadığını görüyörum. Blogumda, Japonya’daki son depremle ilgili olarak yazdığım İngilizce yazılar da okunursa deprem sonrası ruh sağlığı çalışmaları konusunda yaptığım eleştirilerin yalnızca Türkiye’yi ilgilendirmediği anlaşılır. Bu konuda yaptığım en önemli eleştiri kitlesel travmaların tedavisinde bilimsel kanıtlara dayanan yöntemlerinin kullanılmamasıdır. Bu, Türkiye için olduğu gibi, birçok Batı ülkesi için de doğrudur. TPD’nin yanıtında bunun Türkiye için doğru olmadığını gösteren hiçbir kanıt ileri sürülmemektedir. Türkiye’nin bu konuda Batı dünyasından 20 yıl ileride olduğu görüşü doğru değildir. Ne yazık ki, Türkiye bu konuda başka birçok ülkeden farklı bir durumda değildir. Kitlesel travmaların tedavisinde kullanılan yöntemlerin tümü Batı’dan ithal edilmiştir. Bu yöntemlerin sorunlarına yazılarımda işaret ettim. Ayrıca, bu tedavilerin Türkiye’deki uygulamalarının yararlı etkilerine dair hiçbir kanıt saygın uluslarararası dergilerde yayınlanmamıştır. Bu yöntemlerin Türkiye kültürüne adapte edilmiş olmaları yeterli değildir. Önemli olan bu yön temlerin yararının kontrollü çalışmalarla gösterilmiş olmasıdır. Bu konuda Türkiye’de yapılmış tek bir kontrollü çalışma dahi yoktur. Dolayısıyla, Türkiye’deki hangi çalışmaların Batılılarca hayranlıkla izlendiğini anlamak zordur. Kitlesel travmaların tedavisi konusunda dünyada bilginin nerede durduğunu daha iyi anlamak için yakın zamanlarda Lancet’te çıkan bir literatür değerlendirmesinin okunmasını öneririm. Şimdiye kadar yapılmış tedavi çalışmalarını metaanalitik yöntemle gözden geçiren bu çalışmanın vardığı sonuçlar şunlardır: (1) Etkili olduğu kanıtlanmış tedaviler yaygın olarak kullanılmıyor, (2) En yaygın olarak kullanılan yöntemlerin yararı bilimsel çalışmalarla kanıtlanmış değil, (3) Kitlesel travmalarda yararı kanıtlanmış tedavilerin yaygınlaştırılması gerekmektedir. TPD bu sonuçların Türkiye için geçerli olmadığını düşünüyorsa, inandırıcı olabilmek için şu soruların cevabını verebilmesi gerekir: (1) TPD’nin gerek 1999 depremleri, gerekse Van depremi sonrasında önerdiği ve/veya kullandığı tedavi yöntemleri nelerdir ve bu yöntemler tam olarak neleri içermektedir? (2) Bu yöntemlerin sağlam kanıtlara dayanan kuramsal bir temeli var mıdır? Varsa, nedir ve destekleyici kanıtları nelerdir? (3) Bu yöntemlerin yararı dünyanın herhangi bir yerinde kontrollü çalışmalarla gösterilmiş midir? Gösterilmişse, literatürdeki referansları nelerdir? (4) Bu yöntemlerin yararı Türkiye’de depremzedelerle yapılan kontrollü çalışmalarla gösterilmiş midir? Gösterilmişse, literatürdeki referansları nelerdir? (5) Bu yöntemler kitlesel felaketlerden etkilenen, kimi zaman sayıları milyonları bulabilecek kitlelere ekonomik bir biçimde iletilebilmeye uygun mudur? 5. soru özellikle önem taşımaktadır, çünkü bir tedavi etkili bile olsa kitlelere yaygın olarak iletilemiyorsa kitlesel fe