Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz okcesizhayrettin@gmail.com http://okcesizhayrettin.blogspot.com Üniversite eleştirilerinin ana hatları bir yönüyle aşağıda alıntıladığım çerçevededir. İki yüz yılı aşkın bir zamandan beri yapılan bu eleştirilere karşın, üniversitenin özellikle son on yıllarda burada gösterilen idesinden iyice uzaklaşmışlığı, “hakikat” ve “insan” arayışında yön gösteren yıldızlarını artık hiç göremez bir duruma düşmüş olmasındandır. “Üniversite idesi, yalnızca Humboldt’un ünlü tasarımıyla (1810) ilişkili olmayıp, Schelling’in ‘akademik öğrenimin yöntemleri’ üzerine verdiği derslerden beri yoğun bir biçimde tartışılmıştı. Bu bağlamda Schelling’le birlikte Fichte’yi, Schleiermacher’ı ya da Henrik Steffens’i de anmalıdır. Tüm bu düşünürlerde bilginin özgürlükten ayrı düşünülemeyeceği; bilginin ‘saptayan’, ‘donduran’ anlamında, ‘tamamlanmış’, ‘kapanmış’ bir şey sayılamayacağı; böylelikle onun salt sıradan bir kullanıma, uygulamaya yönelikmiş gibi görülemeyeceği; aksine bilginin diğerleriyle alışverişe giren özgür bireysel bir araştırma sürecinde oluştuğu kanısı ağır basmaktadır. “Buna göre, bilginin (bilimin) birliği idesi yanında kendini özgürce yetkinleştirme idesine de yönelik bu etkin eylemenin mekanı, üniversitedir. Öğretimdeki bu araştırma Eros’unun etkinliği, özellikle öğrencilere bakıldığında, kişiye kendini özgürce eğitme ve biçimlendirme olanağı sağlayacaktır. ‘İçe’ dönüş, tinsel olana, kavranabilir olana dönüş olarak deyimlenebilecek bir yoğun araştırmayla; bu araştırmadan zenginleşerek gelen, “dışa” dönüş, akademik ilgiyle bezenmiş öğrenci kamuoyuna ve nihayet topluma dönüş olarak deyimleyebileceğimiz bir öğretim, üniversitede karmaşık bir birlik olarak anlaşılmalıdır.” (Leinkauf, sic et non. zeitschrift für philosophie und kultur. im netz. 31.1.2006). Kant “Fakültelerin Çatışması” adlı son yapıtında (1798) çok önceden bu temel özgürlükten ( vasiyet eder gibi ve yeterince anlaşılamamak kaygısını da sezer olduğum bir telaş ve özlemle) bize söz ediyor. Derrida’nın ‘Koşulsuz Üniversite’sindeyse (L’université sans condition) üniversitenin koşulsuz özgürlüğünün ancak koşulsuz bir direnmede güncelleşeceğini; bu direnmenin eğitimle, yetkinleşmeyle iç içe bulunduğunu; üniversitenin ancak böyle bir özgür eğitimin mekanı olabileceğini okuyoruz. Buna göre üniversitenin özgürlüğü ayrılmaz bir biçimde direnme fenomeniyle bağıntılıdır. (E.Ode, Das Ereignis des Wiederstands (…), Würzburg 2006) Schleiermacher (1808) “üniversitenin amacının bir biçimde öğrenmek değil, tanımak, ayırdına varmak; hafızayı tıka basa doldurmak yerine, bütünüyle yeni bir yaşamın, hakiki, yüksek bir bilimsel tinin uyandırılması olduğunu” tüm öteki özgür üniversiteciler gibi bir özgürlük ve sorumluluk bağlamıyla dile getiriyor. (a.g.y. s.39) Bireyin üniversiteyle özgürleşmesinin ancak insanlığın özgürleşmesi perspektifinde kavranabileceğini; üniversitenin bir meslek okulu pratiğine indirgenmesiyle bu en büyük insanlık projesinin: özgürleşme projesinin, en önemli taşıyıcısını yitireceğini bugünler için artık en açık bir biçimde duyurmalıyız. Bilimlerin buradaki özgürlüğünü ancak insan onuru’yla olan sıkı bağında kavrayabileceğiz. Çünkü “insanın özü özgürlüktür” (a.g.y. s.39) Özgürlük ve hakikat bize güneşi gösteren gözlerimizdir. Bilimi ve bilgiyi bunlarsız düşünebilmek olanaksızdır. Bunlarsız bilgi ve bilim kötü niyetlerin gizlendiği yalanlar olmaktan öteye geçemez. Üniversiteyi yalnızca özgürlüğe ve hakikate yönlendirecek kurallar tasarlayıp, uygulamak gerekiyor. Üniversiteye bugüne değin bir biçimde efendi olmuş sefillerin yol açtığı dolaylı, dolaysız tüm yabancılaşmanın, yıkımın teşhir edilmesi gerekiyor. Atatürk’ün Bursa Söylevi’ni aşağıdaki sözleriyle birlikte okuduğumda “Direnen Üniversite”nin ne olduğunu daha iyi anlıyorum: “Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır... Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur... (…)” (CBT, s.3) Önümüzdeki bu geniş ufka bakarken, üniversite gerçekliğine ilk etkili müdahalenin daima rektör atama sürecini etkin biçimde yönetmekle başlayacağını düşünüyorum. Bu nedenle uzunca bir süredir bazı kaldıraçlar tasarlamaya çalıştım. 2012’de rektör aday adayı seçecek üniversitelere önerdiğim “Direnen Üniversite” programında yer alan ölçütlere, ikinci kez rektör olma yasağını da eklemekle bu etkiyi güçlendireceğimizi söylemeliyim. Küçük araçları küçümsememelidir. Devrimlerin çoğun böylesi araçlarla, ama canla başla savaşarak gerçekleştirildiğini bir kez daha anımsayalım. Bir “Üniversite devrimi” için yola çıkmalıyız! 100 kat etkili aşı Harvard Tıp Fakültesi ve Brigham Hastanesi araştırmacıları geleneksel aşılardan çok daha etkili bir aşı geliştirdiler. Harvard Üniversitesi öğretim üyesi Dr. Fikri Avcı’nın liderliğinde yapılan çalışmada geliştirilen prototip aşının halen kullanılan aşılardan yaklaşık 100 kat daha etkili olduğu gösterildi. Bu çalışma Nature Medicine dergisinin Aralık 2011 baskısında yayımlandı. “Direnen Üniversite”4 G lukokonjugat aşılar karbonhidrat ve proteinlerin kimyasalar olarak birbirine bağlanmasıyla elde edilen aşılardır. Bu aşılar zatürre ve menenjit gibi bulaşıcı hastalıklara sebep olan bakterilere karşı bağışıklık sistemimizi harekete geçirerek hastalıklardan korunmamızı sağlar. Günümüz teknolojisi Dr. Fikri Avcı ile üretilen aşılar özellikle yaşlılar ve bağışıklık sistemi baskılanmış popülasyonlarda etkili olamamakta. Bu durum yeninesil aşıların geliştirilmesini zorunlu kılıyor. Araştırmacılar T hücresi adı verilen bağışıklık sistemi hücrelerinin aşının içeriğinde bulunan karbonhidratlar tarafından aktif hale getirildiğini keşfettiler. Bu gözlem, ders kitaplarına kadar geçmiş olan T hücrelerinin sadece proteinleri tanıdığı varsayımının revize edilmesi gerekliliğini ortaya çıkardı. Bu bulgulardan yola çıkarak araştırmacılar T hücrelerine karbonhidrat sunumunu artıracak aşı prototipi tasarladılar ve bu aşının geleneksel yöntemlerle yapılan aşılardan çok daha aktif olduğunu ko baylar üzerinde gösterdiler. Harvard Tıp Fakültesi bünyesinde bulunan Channing Araştırma Merkezi’nin direktörü Dr. Dennis Kasper, glukokonjugat aşı enjekte edilmiş farelerden karbonhidratspesifik T hücreleri izole etmenin çok önemli bir buluş olduğunu söyledi. Çalışmanın baş yazarı Dr. Fikri Avcı, bu çalışmanın gelecekte bulaşıcı hastalıklara karşı daha etkili aşıların geliştirilmesine ışık tutacağını umduğunu söyledi. Dr. Avcı, ”Karbondiratlar doğada en bol miktarda bulunan ve en kompleks ve çeşitlilik arz eden yapılara sahip biyolojik moleküllerdendir. Aynı zamanda karbonhidratlar biyolojik fonksiyonları itibariyle fevkalade önemlidir. Karbonhidrat etkileşimlerini daha iyi anlamamız bu açıdan gereklidir. İnanıyorum ki, bu çalışmamız yeni nesil törapatik ve koruyucu ilaçların geliştirilmesi için bir platform oluşturacak. Bulmuş olduğumuz immün mekanizmalarının bulaşıcı hastalıklar dışında kanser ve otoimmün hastalıklara karşı ilaç geliştirmelerine de ışık tutacağına inanıyorum.” dedi. Bölünmüş Yollar ve Kazalar Bölünmüş yollar sayesinde trafik kazalarına bağlı ölümlerde yüzde 65 azalma olmuştur.” Binalı Yıldırım, Ulaştırma Bakanı, 9 Ağustos 2011. Ali Rıza Üçer, aliucer@gmail.com G enel kaza istatistiklerinde ise Ulaştırma Bakanı Yıldırım’ın söylediklerinin aksine ölümlü kazalarda % 65’lik bir azalma gözlenmiyor. 2003 yılında 3959 olan ölü sayısı 2010’da 4236. 2003 yılında 455 bin olan kaza sayısı 2010 yılında 825 bin oluyor. 2003 CBT 1292/14 23 Aralık 2011 yılında 117 bin yaralı varken 2010 yılında yaralı sayısı 211 bine çıkıyor. Trafik kazası istatistiklerinde kazadan bir süre sonra ölen yaralıların ölüm istatistiklerine aktarılmasında ciddi sorunlar var. Gerçekte ölü sayısı istatistiklerde görünenin bir hayli üzerinde. Asıl sorun Türkiye’de ulaşımın % 90’ından fazlasının karayoluyla olması, raylı taşıma, deniz ve hava ulaşımınınsa küresel lobi güçleri ve yerli işbirliklerinin tezgahlarıyla kösteklenmesi. Neredeyse tümüyle dışa bağımlı olduğumuz petrol tüketiminde yalnızca 2009 yılında 130 milyon ton petrol eşdeğeri yakıtın karayollarında tüketilmesi oldukça düşündürücü. http://www.kgm.gov.tr/SiteCollectionDocuments/KGMdocuments/Yayinlar/YayinPdf/ulasimistatistik2009.pdf Bölünmüş yollar böylesi kök budak salmış bir ulaşım sorunu sarmalında yaraya merhem olmaktan çok uzak, ancak yine de AKP’nin oy oranındaki artış nedenlerinden biri olduğu aşikâr. Sorunun yakın, orta hatta uzun vadede radikal biçimde çözülmesiyse imkânsız. Azgelişmişliğin bedelini hep birlikte ödemeye devam edeceğiz ne yazık ki. http://www.trafik.gov.tr/istatistikler/istatistiklers.asp 1)Emniyet Genel Müdürlüğü ve Jandarma Genel Komutanlığı sorumluluk bölgesinde meydana gelen trafik kaza bilgilerini kapsamaktadır. 2)1 Nisan 2008 tarihinde uygulamaya konulan tarafların anlaşarak kendi aralarında tutanak tanzim ettiği maddi hasarlı trafik kaza sayıları da dahil edilmiştir.