24 Aralık 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Başkaldırı özgürlüğü: Toplu şiddetin evrimi Toplu şiddeti körükleyen evrimsel tepkiler olsa bile, tutsak primatlar üzerinde yapılan araştırmalar bu tür davranışların ağırlıklı olarak çevresel gerginlikten etkilendiklerini gösteriyor. Başkaldırılar huzursuz bir topluluğun yansıması olarak ortaya çıkıyor. Devlet güdümlü ekonominin eşitsizlik ve haksızlıklarını ilk elden yaşayan Aleksandr Soljenitsin, Novoçerkask isyanının Demir Perde’nin çöküşünün ilk habercilerinden olduğuna dikkat çekiyordu. H alk yığınları kent merkezindeki meydana inerken polis araçlarını devirip dükkânları yağmaladılar. İsyancılar karakolun dış kapısını menteşelerinden söküp “onu bir şahmerdan gibi kullanarak” içeriye girdiler. Kimileri de belediye binasını basarak camlarını kırdılar, eşyaları parçalayıp hükümet görevlilerine saldırdılar. Güçlü bir liderin portresi duvardan indirilip balkondan aşağıya fırlatılırken aşağıdan da ona lanetler yağdıran insanların öfkeli sesleri yükseliyordu. Greve giden bir torna ustası elinde peynir, salam ve sosislerle dolu iki tabakla balkona çıkarak, “Görün işte onlar bunları yiyorlar, ama bizler bu tür şeyleri almaktan yoksunuz!” diye haykırıyor. 2 Haziran 1962 tarihindeki Novoçerkask ayaklanması Sovyet Rusya’da şimdiye dek yaşanan en büyük halk ayaklanmasıydı. Komünist Partisi’nin ücretlerin düşürülmekte olduğu bir dönemde yiyecek fiyatlarının %30 oranında arttırılmasını öngören kararına tepki olarak, iki bini aşkın kişi sokaklara döküldü. Emekçiler işi bıraktı, öğrenciler derslikleri boşalttı ve kadın erkek her yaştan insan protesto eylemine katıldı. Dertlerini, emekçilerden yana olduğunu öne süren komünist hükümet yetkililerine doğrudan iletmek isteyen eylemciler zırhlı araçların önüne dizilmiş askerlerin arasından sessizce yürüdüler. Ne var ki, yetkililer istemeden silahsız sivillere ateş açınca, tarihçi Vladimir Kozlov’un SSCB’de Kitle Ayaklanmaları adlı kitabında belirttiği gibi, “gürültücü, saldırgan ve mantıktan uzak” kimi eylemciler ayaklanmanın odağını ve yönünü belirledi. Yoksulluk ve polisin zulmüne duyulan öfkenin yanı sıra, sarhoş kafayla girişilen çatışmalar ve birtakım önemsiz hırsızlıklar meydana geldi. Her biri özgürce seçim yapma yeteneğine sahip olan bireylerin oluşturduğu bu kalabalıktan, görünürde normal davranış kurallarına uymayan çok daha güçlü bir etki ortaya çıktı. Duruşma sırasında isyancılardan biri, “Her nedense içim garip bir güçle dolup taşımıştı. Bu işe nasıl bulaştığıma bugün bile bir anlam veremiyorum. Beni emniyet binasına girmeye zorlayan nasıl bir şeytandı hiç bilemiyorum,” diyordu. Başkaldırıdan savaşa uzanan toplu şiddet eylemleri, insanoğlunun alışılagelmiş özgür istençle (irade) ilgili anlayışını hiçe sayıyor. Görünüşe bakılırsa, insanlar tek başlarına pek yapmayacakları türde eylemleri daha geniş topluluklar tarafından desteklendiklerinde benimsiyorlar. Bu duruma Sovyet Rusya’nın komünist rejiminde olduğu denli, günümüz İngiltere’sinin kapitalist serbest piyasasında da tanık olunabiliyor. Bu özelliğine bakılırsa, bir ayaklanmanın özündeki toplu şiddet belki de en iyi biçimde evrilmiş bilişsel tepkilerin tek bir çevresel tehlikeyle karşılaştıkları biyolojik (dirimsel) bir olgu olarak anlaşılabilir. Eğer durum gerçekten öyle ise, o zaman bu tür olaylara bulaşan bireylerin bu konuda herhangi bir seçenekleri var mıdır? Londra King’s College ruhbilimcilerinden Vaughan Bell: “Tıka basa dolu bir otobüse bindiğinizi ve en arkadaki bir yere sıkış tepiş oturmak zorunda olduğunuzu düşünün. Öteki yolcularla aranızda bir bağlantı yoktur ve olabileceği aklınıza bile gelmez. “Ansızın otobüsün camları kırılınca çantalarınızı çalmaya çalışan haydutların saldırısına uğradığınızı anlarsınız. İşte o anda öteki yolcularla aranızda bir bağ oluşuverir ve hep birlikte hırsızları başınızdan savmaya çalışırsınız. Bu süreçte kimliğinizi yitirmezsiniz; korkuya tepki olarak yeni bir kimlik edinirsiniz,” diyor. Ayaklanmalar söz konusu olduğunda, Bell’in de belirttiği gibi, o korku çoğunluk malar, insan dışındaki primatlar üzerinde yapılan araştırmalarla aralarında çarpıcı benzerlikler olduğunu gösteriyor. Social Unrest and Popular Protest in England (İngiltere’de Toplumsal Huzursuzluk ve Popüler Protesto) adlı kitabında John Archer, 17801822 yılında ülkede yaşanan ciddi boyutta başkaldırıların yüksek buğday fiyatlarıyla bağlantılı olduğuna dikkat çekiyordu. Archer’e göre, buğday fiyatları ile başkaldırılar arasında bir bağ vardı ve fiyatlardaki artış tıpkı toplu şiddet olaylarının ardında yatan türde bir toplumsal uyuşmazlığa neden olabiliyordu. New England Karmaşık Sistemler Enstitüsü’nden Marco Lagi, Karla Z. Bertrand ve Yaneer BarYam tarafından yapılan ve ağustos ayında yayımlanan bir araştırma da benzer bulguları ortaya koyuyordu. Yiyecek fiyatlarının doruk noktaya ulaştığı 2008 yılında, dünya üzerinde 30 farklı ülkede 60’ı aşkın isyan yaşandı. 2009 yılında kısa bir süre düşüşe geçen fiyatların 2010 sonu ve 2011 başında iyice yükselmesiyle birlikte protesto ve başkaldırılar da çoğaldı ve günümüzde Arap Baharı olarak bilinen olgunun da yaşanması bu döneme denk geldi. 4 Ağustos günü Mark Duggan’ın polis tarafından vurularak öldürülmesi ve olayı barışçıl yollarla protesto ettiği söylenen 16 yaşındaki bir kızın dövülmesi de bu tür çevresel koşullar altında meydana geldi. BarYam’a göre, Duggan’ın öldürülmesi çok daha ciddi şiddet olaylarını tetikledi. Beş günlük bu süreç yaklaşık 200 milyon Avro (326 milyon dolar) zarar ve üç bini aşkın kişinin tutuklanmasıyla sonuçlandı. İsyanı yoksul kesimin başlatmış olması son derece mantıklıydı. Ardından şiddet başka nedenlere bağlı toplumsal huzursuzluğu fırsat bilen öteki kesimlere de yayıldı. Toplumsal kargaşa bulaşıcıydı. Londra’da olduğu gibi, kırk yıl önceki Novoçerkask isyanı da olaya katılanların sonuçta dağılmaları, kendilerine gelmeleri, ya da hapse atılmalarıyla sona erdi. İsyancı nüfus azaldıkça, paylaşılan ortak toplumsal kimlik de giderek yok oldu. Gelgelelim, isyancılar geride fiziksel bir yaranın, ani bir çevresel gerginlik durumunda binlerce kişinin paylaştığı öfkenin izlerini bıraktılar. Ancak toplu şiddet azalırken, yaşanan olayların siyasal anlamı ateşli tartışmalara konu oldu. Sovyet lideri Nikita Kruşçev 1962 isyancılarının “yaşamlarını mahveden toplum karşıtı unsurlar olduklarını” söylüyor ve onları “yağmacılar, haylazlar ve caniler” diye suçluyordu. Britanya Başbakanı David Cameron da olayları buna benzer sözcüklerle dile getirdi. The Daily Telegraph gazetesinin eski yazı işleri müdürü Sir Max Hastings gibi kimileri de, isyancıları, Zuckerman’ın Monkey Hill maymunlarıyla ilgili tanımlamasından biraz farklı olarak, “yalnızca hayvansal içgüdülerine tepki gösteren yabanıl yaratıklar” diye niteliyorlardı. Peki, bu tür toplu şiddet olaylarının sorumlusu nedir, doğa mı, yoksa çağdaş yaşamın doğal olmayan koşulları mı? Toplu şiddeti körükleyen evrimsel tepkiler olsa bile, tutsak primatlar üzerinde yapılan araştırmalar bu tür davranışların ağırlıklı olarak çevresel gerginlikten etkilendiklerini gösteriyor. Başkaldırılar huzursuz bir topluluğun yansıması olarak ortaya çıkıyor. Devlet güdümlü ekonominin eşitsizlik ve haksızlıklarını ilk elden yaşayan Aleksandr Soljenitsin, Novoçerkask isyanının Demir Perde’nin çöküşünün ilk habercilerinden olduğuna dikkat çekiyordu. Gulag Takımadaları adlı kitabında, “Bu olayın modern Rusya tarihinde bir dönüm noktası olduğunu söylemek hiç de abartılı olmaz. Serbest piyasalar kuramda bireylerin ve toplumun gereksinimlerine hızla yanıt verebilecek bir esneklikte tasarlanır. Bu görüş yanlış ise başka bir seçenek bulmamız gerekir. İnsan doğası toplu şiddet olasılığını azaltabilecek koşulları seçme özgürlüğüne sahip olduğu sürece uzun süreli toplumsal uyuşmazlık gibi bir yazgıdan söz edilemez . Asıl sorun insanların bu seçimi yapıp yapmayacaklarıdır,” diyordu. BENZER TEPKİLER SÜRÜ RUHUNUN EVRİMİ CBT 1292/ 10 23 Aralık 2011 27 Ekim 1930 tarihli Time dergisinde yayımlanan bir yazı, Londra Hayvanat Bahçesi’ne yeni yerleştirilen 140 Habeş maymunu arasında yaşanan bir saldırıyı konu alıyordu. Yazıda olayın “kralın dişilerinden birinin” genç bir may BİR KIYIMIN ANATOMİSİ Rita Urgan, http://blogs.scientificamerican.com/primatediaries/2011/09/06/freedomtoriot/ CBT 1292/ 11 23 Aralık 2011 la hoşnutsuz bir kalabalığı öfkeli bir insan sürüsüne dönüştüren, polisin aşırı güç gösterisidir. Bu senaryo ruhbilimde Geliştirilmiş Toplumsal Kimlik Modeli olarak bilinir. Bireyler sağduyulu kişi kimliklerini korusalar bile, herhangi bir bunalım döneminde doğal seçilim yoluyla, içinde bulundukları topluluğun kimliğine bürünürler. Bu gelişkin grup içi/grup dışı eğilimi, insan türünün primatlar arasında işbirliğinin en yoğun olduğu türe dönüşmesinde etkili olsa da, kimi zaman koşullar bireyin kendi grubuna sırt çevirmesini sağlayacak güçte olurlar. Toplu davranış psikolojisi, ayaklanma sırasında bireylerin neden birbirlerine kenetlendiklerini açıklasa da, ayaklanmanın neden patlak verdiğine bir açıklık getirmiyor. Araştırmalar, primat akrabalarımızın bu soruya bir yanıt getirdiklerini ve insan dışındaki primatların evrimsel atalarımızın davranışlarına ışık tuttuklarını gösteriyor. Harvard Üniversitesi primatoloji uzmanlarından Richard Wrangham, toplu şiddetin, etkin bir merkezi yönetimden yoksun olan toplumlarda, kendisini etnik çatışmalar, kan davaları, baskın ve savaşlarla belli eden ortak bir insan davranış biçimini yansıttığına dikkat çekiyor. Wrangham bu tür saldırganlıkların primatlar dışındaki canlılarla doğrudan ilintili olduğunu ve ortak bir evrimsel tarihi gözler önüne serdiğini belirtiyor. Wrangham, toplu şiddetin insan türünün uyumlayıcı bir özelliği olduğunu öne süren çok sayıda evrimbilim uzmanından yalnızca sonuncusu. Oysa, aynı sonuca ulaşan en eski durum araştırmalarından bir tanesi son veriler dikkate alındığında gerçekte bunun tam tersinin geçerli olabileceğine işaret ediyor ve toplu şiddetin nasıl önüne geçilebileceğiyle ilgili ipuçları da veriyor. mun tarafından kaçırılması üzerine patlak verdiği belirtiliyordu. Maymun kaçırdığı dişiyle birlikte kaçmış ve apar topar oluşturduğu barikatın ardına gizlenmişti. Öfkeli maymunlar yığını barikatı çevreleyip ikisini tuzağa düşürmüşlerdi. “İki günlük bir kuşatmanın” ardından maymun saklandığı yerden kaçmaya yeltenince beklemekte olan maymunlar güruhunun saldırısı sonucunda öldürüldü. Her saldırıya, karşı tarafın saldırısıyla yanıt verildi. Birkaç yıl sonra ölenlerin sayısı doksan dörde ulaştı bunların üçte ikisini erkekler oluşturmaktaydı. Ölenlerin arasında on dört yavru vardı ve bunların çoğu ya erkek saldırganlar ya da kendi anneleri tarafından boğularak öldürülmüşlerdi. Monkey Hill adıyla bilinen o kıraç alanda meydana gelenler, dönemin anatomi uzmanlarından Solly Zuckerman tarafından belgelendi. Topluluğun tek bir üyesi tarafından başlatılan olayın nasıl olup da tırmanarak öylesine uzun bir süre devam ettiğini merak eden Zuckerman, sonunda bunun nedeninin “toplumsal uyuşmazlık” olduğu sonucuna vardı. Tek bir bireyin ölümü, siyasal hiyerarşiyi altüst etmiş ve şiddet olayları denge yeniden sağlanıncaya dek sürmüştü. Monkey Hill kıyımı zamanla hayvanbilimde “doğal” davranış konusunda yanlış bir görüşü benimsemenin doğurabileceği tehlikeleri gözler önüne seren klasik bir durum araştırması niteliğini kazandı. Zuckerman’a göre, gördüğü, devinim halindeki evrimdi ve bu canlılar doğal yasaların etkisiyle ölümcül saldırılara girişmişlerdi. Dönemin çoğu dirimbilim uzmanı gibi, Zuckerman da, primatlarda toplumsal davranışın çevresel unsurlardan etkilenmeyen ortak bir yaklaşımı örnek aldığı, görüşünü savunuyordu. 1932 tarihli The Social Life of Monkeys and Apes (Maymunların Toplumsal Yaşamı) adlı kitabında Zuckerman, “Davranış tek tiptir. Yeni bir ortamın ilişkileri büyük ölçüde bozduğu yönündeki yaygın inanış gerçekte hiçbir temele dayanmamaktadır,” diyordu. Ancak Zuckerman bu konuda yanılgıya düşmüştü. Ondan otuz kırk yıl sonra, Zürih’teki tutsak Habeş may munlarıyla Habeşistan’daki maymunları kıyaslayan etoloji uzmanı Hans Kummer, tutsak maymunların özgür türdeşlerine kıyasla çok daha saldırgan davranışlar sergilediklerine (dişilerde dokuz kat, erkeklerde 17 buçuk kez daha çok) tanık oldu. Öyle ki, Monkey Hill deneyi, toplum mühendisliğinin olası tehlikeleri konusunda bir tür denetimli deney özelliğini taşıyor ve yanlış varsayımların ölümcül sonuçlarını gözler önüne seriyor. Monkey Hill olayından bu yana tutsak primatlar üzerinde yapılan yüzlerce araştırma, olanakları kısıtlanmış ortamlarda saldırganlığın ve antisosyal davranışların arttığını ortaya koyuyor. Bu tür davranışlar, özellikle de aşırı kalabalıklaşma nedeniyle yiyecek, eğlence ve kimi toplumsal olanakların azaldığı durumlarda belirgin bir artış gösteriyor. Bu etmenlerden herhangi biri bireylerde gerginliği arttırıp toplumsal uyuşmazlığı körükleyebiliyor. Sinirbilim uzmanı Robert Sapolsky’nin de çeşitli araştırmalarla belgelediği gibi, toplumsal gerginlikle saldırgan tepkiler arasında çok sıkı bir bağ var. Gerginliği yaratan unsurların çok yoğun olması aşırı tepkilere yol açıyor. Çok sayıda unsurun bir arada ve kalıcı olması sürekli saldırganlıkla, hatta topluluğun çöküşüyle sonuçlanabiliyor. TUTSAKLARDA SALDIRGANLIK FAZLA ÇÖKÜŞÜN HABERCİSİ Gerginliğe bağlı saldırganlıkla ilgili çevresel etmenlerin en önemlisinin yiyecek olması, hiç de şaşırtıcı olmasa gerek. Charles Southwick’in 1967 yılında yaptığı bir araştırma, tutsak makak topluluğunda yiyecek miktarındaki %25’lik bir artışın saldırı oranında %50’lik bir düşüş sağladığını, topluluktaki her üyenin yeterli miktarda yiyeceğe sahip olması durumunda, saldırgan davranışların yarı yarıya azaldığını ortaya koyuyor. Aynı durum insanlar için de geçerli olabilir mi? İnsanlarda toplu şiddete yol açan etmenlerle ilgili araştır İNSANLAR İÇİN DE GEÇERLİ Mİ?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle