Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com “Hiç kimse depremleri sadece yeryüzü katmanları arasındaki fay hatları ile izah etmemelidir. Elbette bilimselliğe dayalı konular olabilir. Ancak biz fizik ötesinde, maddenin ötesinde, mananın, hakikatin varlığına iman etmiş ve her şeyin bir hikmeti olduğunu kabul etmiş müminleriz. Kardeşlerim, yeter ki bizim gönül dünyamızın fay hatları sağlam olsun.” Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez Probiyotik yoğurt, ruhsal hastalıkları iyileştirebilir mi? Mideye iyi geldiği artık herkes tarafından bilinen probiyotik yoğurt beyne de iyi geliyor olabilir mi? ‘Beyin Mezarlığı: Türkiye... 5’ Verdiğim Darülfünun örneğinden de görülebileceği gibi, düşünce sistemi yüzyıllardır belli bir dogmada kilitlenmiş bir toplumda biyolojik varlıklarından öte herhangi bir yaşam belirtisi göstermeyen beyinleri, düşünebilme yetisine yeniden kavuşturabilmek zor iştir. Böyle bir toplumda, iş artık, binbir güçlükle kurulan ve eskinin kültürüyle yoğrulmuş toplumsal temel üzerinde zaten eğreti duran yeni kurumların yetiştirdiği yeni beyinlerin ferâsetine (anlayış üstünlüğüne), dogmanın yerleşik, katı değer yargılarından bağımsızlaşabilmelerine kalır. Osmanlı’dan, bilim alanında ancak Darülfünun gibi bir yükseköğretim kurumunu ve özgür düşünce açısından olağanüstü çorak bir kültür ortamını devralan Türkiye Cumhuriyeti, kurucu önderi Atatürk’ün ortaya koyduğu, “En hakiki mürşid ilimdir” ilkesini başlangıçta özümsemiş gibi gözükmesine ve öncü kadrolarının bu ilke doğrultusundaki çabalarına rağmen, ferâsetli beyinler yetiştirebilme konusunda yeterince başarılı olamamış, sonradan iyice tökezlemiştir. 1940’ların, 50’lerin karanlığını, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün karanlığını Türkiye bunun için yaşamış; sahip olabildiği seçkin beyinlerin çok önemli bir bölümünü biçmiştir. Ama başta işaret ettiğim gibi, her seferinde, Cumhuriyet’in kuruluşundaki sağlam ilkeye sırtlarını dayayanlar, iyi kötü, yeniden ayağa kalkabilme, kayıpları telafi etme umudunu yeşertebilmişlerdir. Ne var ki, 2000’li yılların başından beri içine girdiğimiz siyasi sürecin aktörleri, beyin mezarlıklarının yüzyıllara dayanan karanlığını yeniden bu ülkenin üzerine indirme yolundadırlar. Bunun en çarpıcı kanıtı, son dört ay içinde kamu yönetimine yaptıkları köktenci müdahaledir. Bu müdahalenin sonucunda, kamunun, bilim kurumları dahil, bütün kurumları bürokratik merkeziyetçi, katı bir devlet yapısının birimleri haline getirilmişlerdir. Bu sadece organizasyonel bir değişiklik değil, aynı zamanda bu kurumlardaki bütün kilit kadrolara AKP’nin siyasi temsilciliğini yaptığı katı inanç sistemine mutlak bağlı insanları yerleştirme harekâtıdır. Unutmayalım ki, bilim kurumlarına yaptıkları son müdahale de, Çankaya’nın şemsiyesi altında, üniversiteyi YÖK’ün, dolayısıyla da mevcut siyasi iktidarlarının sultası altına almaya yönelik kadrolaşma harekâtlarının son aşamasıdır. Şimdi isterseniz, daha önce Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’tan aktardığım, Osmanlı’nın devlet yapısı ve düşünce hayatının şekillenmesine hâkim olan düşünce tarzını anımsayın. Bu tarz neyse, günümüzde, kamu yönetimine, ülkenin bilim sistemine yapılan son müdahalenin ardındaki düşünce tarzı da odur. Her iki düşünce tarzını da üreten aynı kültür tabanı, aynı dinsel dogmadır. Bunda şüpheniz mi var? Öyleyse bir de, AKP’nin siyasi önderinin, sürekli tanık olduğumuz, Alevilikle ilgili dokundurmalarını; bu ülkenin bir kısım yurttaşlarının güttüğü siyasete kızdığında, onların neredeyse iki bin yıl önceki inanç sistemleri olan ‘Zerdüştlüklerini’ dile getirmesini; Suriye’deki SünniŞii çatışmasını ‘bizim içişimiz’ saymasını ve [Şii] İran’a karşı konuşlandırılacak radar sistemine ‘evet’ demesini anımsayın. Bütün bunlar, Osmanlı’nın düşünce ve inanç sistemine, dolayısıyla da bu inanç sistemine dayanan devlet yapısı ve yaşam tarzına geri dönüş hareketinin su götürmez kanıtları değil midir? Tarihin şu garip cilvesine bakın ki, bu geri dönüşü, gelişmiş Hıristiyan Batı’nın Ortadoğu’daki koçbaşı olma işlevini üstlenerek başarabilmenin peşindeler... B eyinle beden arasında ilginç bir etkileşim vardır. Bir başka deyişle, beyin bedeni etkiler. Ancak son günlerde bedenin de beyni etkilediğine giderek tanık olunuyor. Örneğin, mideyle beyin arasındaki görece yeni etkileşim sindirim yolundaki kurtların devreye girmesiyle daha da karmaşık bir durum aldı. Bağırsaklardaki kurtların, merkezi sinir sistemini etkileyebileceği yönünde birtakım kanıtlar olsa bile, bugüne dek elde edilen kanıtların çoğu dolaylı idi. Şimdi farelerde bağırsak florasını değiştirmenin gerginlikle ilgili tepkileri de değiştirebileceği biliniyor. Peki, ama nasıl? Bu sorunun yanıtı salt bakterilerin (dolaylı da olsa) beyni denetlediği görüşü yüzünden önem taşımıyor. Kaygı ya da bunalım gibi ruhsal bozukluklara yüksek yakalanma olasılığını da beraberinde getiren çok sayıda mide rahatsızlığı (en yaygın örneği irritabl bağırsak sendromu) vardır. Doğal olarak burada da bir yumurta mı tavuktan sorusu gündeme geliyor: ruhsal hastalıkların NEDENİ irritabl bağırsak sendromu mudur, yoksa sindirim yollarında sürekli huzursuzluk yaşandığından ötürü mü ruhsal bozukluklar ortaya çıkıyor? me deneyinde L. rhamnosus verilen farelerin daha çok çabaladıklarına ve daha az kaygı belirtileri gösterdiklerine tanık olundu. Korku koşullandırma gibi başka deneylerde de farelerde koşullandırılmış korku düzeyinin daha düşük olduğu, aynı zamanda da stres karşısında kortikosteron tepkisinde de (kortikosteron farelerde stres hormonuna verilen addır) bir azalma meydana geldiği görüldü. Bu soruya bir yanıt getirmek amacıyla araştırmacılar beyinde özellikle GABA (gamma aminobütrik asit) adıyla bilinen alıcı alt türlerini incelediler. GABA beyindeki temel önleyici sinir iletenidir ve genelde sinirsel etkinliği azaltma işlevini görür. GABA alıcıları A ve B olmak üzere iki ana sınıfa ayrılırlar. Araştırmacılar bu alıcıları incelediklerinde GABA A alıcıları ile GABA B alıcılarının alt tür düzeylerinde değişikliklere tanık oldular. Bu değişikliklerin ne gibi davranışsal etkiler yarattığı henüz bilinmemekle birlikte, bağırsaklardaki probiyotik bakterilerin beyindeki GABA alıcılarının bileşimini etkilediğine işaret ediyor. Beyinle bağırsak arasındaki iletişim öncelikle vagus siniri aracılığıyla sağlanıyor. Onuncu kafatası siniri olan vagus siniri duyusal bilgilerin bedenin bağırsak ve benzeri bölgelerinden beyne (ya da tersi) iletilmesini sağlıyor. Araştırmacılar probiyotik bakterilerin bu yolla etki yaratıp yaratmadığını anlamak için vagus sinirini keserek fareleri probiyotik bakterilerle beslediler ve deneyleri yeniden uyguladılar. Sonuçta, vagus siniri kesildiğinde L rhamnosus’un zorunlu yüzme deneyinde hiçbir etki yaratmadığı ve GABA alıcısındaki değişimlerin de olmadığı görüldü. Bu da probiyotik bakterilerin vagus sinirinden gelen sinyalleri değiştirmek suretiyle etki yaratabilecekleri anlamına geliyor. Öyle ki, probiyotik bakteriler görünürde vagus sinirindeki sinyalleri değiştiriyor ve bu da beyindeki alıcı alt birimlerin değişmesine, buna bağlı olarak da farelerdeki davranışsal tepkilerin değişmesine neden olabiliyor. O halde, hepimiz kolları sıvayıp probiyotik yoğurt yemeye hemen başlayabilir miyiz? Acele yok, henüz bilinmeyen bir yığın şey var. Probiyotik bakteriler vagus sinirindeki sinyalleri nasıl değiştiriyor? Bunda ne tür bir bakteri düzeneği etkili oluyor? GABA alt birimlerindeki değişimler işlevsel açıdan ne anlama geliyor? Antidepresan benzeri başka davranışlar için durum nedir? Son olarak da, bu yalnızca L.rhamnosus için mi geçerli? Normal koşullarda bu bakteriden ne kadarına sahibiz? Söz gelimi, irritabl bağırsak sendromu olan kişilerde bu bakteri daha mı az? Doğru yolda bir adım atıldığı kesin, ancak tüm bunların ardında yatan düzenek tam olarak aydınlığa kavuşturulmadan insanların yaşamlarını değiştirmek amacıyla probiyotik yoğurda bel bağlamalarının hiç doğru olmayacağı da bir gerçek. Rita Urgan, Scicurious, 6 Eylül 2011 PEKİ BU ETKİYİ YARATAN NE? CBT 1289/ 6 2 Aralık 2011 Probiyotik bakteriler sorunu işte bu noktada önem taşıyor. Probiyotik bakteriler bağırsaklarda barınan iyi huylu bakterilerdir. Kimi araştırmalar görünürde zararlı bir etki yaratmayan bu bakterilerin irritabl bağırsak sendromuna çözüm getirdiklerini ortaya koydu. Aynı araştırmalar kaygı ve benzeri gibi irritabl bağırsak sendromuyla birlikte ortaya çıkan birtakım başka ruhsal belirtileri de masaya yatırdı ve bu tür belirtilerde de bir düşüş meydana geldiğine tanık oldu. Ancak yine de merak edilmesi gereken bir nokta var: acaba kadınlarda (irritabl bağırsakla ilgili araştırmalar genelde kadınlar üzerinde yapılıyor) kaygı belirtileri probiyotik bakterilerin yarattığı doğrudan etki nedeniyle mi azalma gösterdi, yoksa bu belirtiler sürekli şişlik ve gaz durumu ortadan kalktığı için mi yok oldu? Kısacası, probiyotik bakteriler ruhsal sorunların giderilmesine yardımcı oluyorsa bunu NASIL başardıklarını da bilmek gerekiyor. Probiyotik bakterilerin fareler üzerindeki etkilerini anlamak için araştırmacılar probiyotik yoğurtlarda en çok yeğlenen tür olan Lacobacillus rhamnosus adlı bakteriden yararlandılar. Bir grup normal farenin yarısına 28 gün boyunca etsuyu, öteki yarısına da L. rhamnosus ile karıştırılmış etsuyu verdiler. Ardından bir dizi davranışsal deney uyguladılar ve belirli alıcı alt türlerinin düzeylerine baktılar. Araştırmacılar davranışsal deneyler bağlamında kaygı ile ilintili yükseltilmiş artı labirent ve açık alan testlerinin yanı sıra, ilaçların antidepresan etkilerini araştırmaya yarayan zorunlu yüzme testini uyguladılar. Gerek yükseltilmiş artı labirent gerekse zorunlu yüz İYİ HUYLU BAKTERİ