Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İKTİSAT PENCEREMDEN Ölü Deniz’in Dibindeki Yaşam Pınarları Adı üzerinde: Ölü Deniz. Göründüğü gibi, yaşamdan yoksun. Denizde bitki, balık ya da gözle görünür herhangi bir yaşam biçimi yok. Oktay Yenal yenal9@gmail.com Dünya ekonomisi üç büyük sorunla karşı karşıya: Bunlardan biri büyüme lokomotifinin Batı’dan Doğu’ya kaymış olması; İkincisi büyük işsizlik; Üçüncüsü gelir dağılımındaki bozulma. Ö lü Deniz’in yüzeyinde dalgacıkların oluşturduğu yapılar yıllardır bu denizin tuzlu sularında gizemli bir şeylerin sürmekte olduğuna işaret ediyordu. Ancak dalış sırasında yanlışlıkla yutulan suyunun neredeyse insanın anında soluksuz kalarak boğulmasına neden olabilen bu gölde neler olup bittiğini anlama konusuna hiç kimse ivedilikle yanaşmadı. Bu yıl kimi gözü kara dalgıçların rastlantı sonucunda gerek yerbilimsel gerekse dirimsel açıdan bir hazineyle karşılaşmaları ve gördüklerini videoya kaydetmeleri üzerine durum değişti. Adı üzerinde: Ölü Deniz. Göründüğü gibi, yaşamdan yoksun gibi. Denizde bitki, balık, ya da gözle görünür herhangi bir yaşam biçimi yok. %33,7 gibi çarpıcı bir orana ulaşan tuz yoğunluğu yaklaşık %3,5 kadar olan okyanus sularına kıyasla 8,6 kat daha yüksek. Kıyıdaki üzerleri tuzdan kabukla kaplı taşlar da bu durumu açıkça gözler önüne seriyor. Öyle ki, keşif yapmak amacıyla sularına ufak bir dalış yapan insanların kendilerini suyun üzerinde yüzerken buldukları Ölü Deniz daha çok bu batmama özelliğiyle biliniyor. Ölü Deniz aynı zamanda yeryüzünün en alçak noktasını oluşturuyor ve burayı besleyen Şeria ya da Ürdün Irmağı yatağının İsrail, Ürdün ve Filistin’in su gereksinimini karşılamak amacıyla değiştirilmesine bağlı olarak da giderek alçalıyor. Ölü Deniz’in yüzeyinde yılda bir metreyi aşkın bir alçalma meydana geliyor. Bunun böyle sürüp gitmesi durumunda Owens Gölü ve Aral Gölü ile aynı yazgıyı paylaşması ve yerinde yellerin estiği tuzlu bir düzlüğe dönüşmesi kaçınılmaz görünüyor. Ancak şimdilik yaşam sürüp gidiyor. şı koymaya karar verdiler ve sonuçta hiç de pişman olmadılar. Dalgıçlar içteki kraterlerden Ölü Deniz’in dibine fışkıran tatlı su kaynaklarına tanık oldular. Yüzeyin yaklaşık 30 metre derinliğinde bulunan bu pınarlar genişlikleri 15, derinlikleri 20 metreye ulaşan kraterlerin tabanında yer alıyorlar. Bunları son derece ilginç jeolojik oluşumlar çevreliyor. Pınarlar içine aktıkları suları bulandırarak düşsel bir su akımına dönüştürüyorlar. Öğleden sonra yaklaşık saat ikide başlayan süreçte bu suların çevredeki sulardan yüzlerce derece daha sıcak ya da daha şekerliymiş gibi dolanıp karıştığına tanık olunuyor. Oysa, bu sular yalnızca daha az tuzlu (ve daha az yoğun). Ölü Deniz yöresini dirimsel açıdan büyüleyici kılan, pınarların çıktığı yerlerin yakınlarında bulunan yaşam belirtileriydi. Bu konuyla ilgili olarak National Geographic dergisinde yayımlanan bir yazıda pınarların bulunduğu yerlerdeki kayaların tepelerinin, yaşamlarını sürdürebilmek için, hem güneşten hem de pınarlarda doğal olarak bulunan kükürtten yararlanan yeşil biyofilmlerle, altlarının da yalnızca kükürtle besle Dünyanın İktisadi Sorunları Oysa geçen yüzyıl sona ererken ne kadar şendik iktisat yönünden. “Washington Concensus” adı altında geri kalmış ülkelerin nasıl büyüyeceğini keşfetmiştik; Sovyet Rusya çökmüştü; “Tarihin Sonu” diye kitaplar yazılıyordu. Fakat daha on yıl geçmeden Avrupa Birliği çökmek üzere, işsizlik dünyada almış yürümüş, gelir dağılımı kötüden kötüye gidiyor. Ne oluyor? Birincisi ücret düzeyleri ile ilgili: Defalarca yazdık. Yıllarca işlemediğinden şikâyet ettiğimiz Samuelson’un ve Lerner’in “Faktör Fiyatları Eşitleme Teoremi” yani serbest ticaretin ücretlerin eşitlemesinde etkin olacağı teoremi işlemeye başladı ve bunun sonucunda büyümenin sanayi devriminden beri Batı’da etkili olan lokomotifi Doğu’da ilerlemeğe başladı. Batı buna alışmanın sancılarını çekiyor. İkincisi sermayenin organik yapısı ile ilgili: Marx’ın ve Schumpeter’in korktuğu sermayenin bollaşarak emeğin yerini alması. Bir zamanlar derslerde dediğimiz gibi otomasyon ile artık işçi başka sektörlerde iş bulamıyor. Üçüncüsü de vahşi kapitalizmle ilgili: Bu günkü kapitalizm sisteminde finans sektöründe gelir kapanın elinde kalıyor. Ne var ki zengin ülkeler bu son durum üzerinde duruyor, lokomotofi kaçırdıklarının ve işsizlik nedeninin üzerinde pek durmuyorlar. Örneğin, Guardian gazetesine göre ‘Neden Yüksek Maaşlara Dikkat Çekmek Milli Çıkarlara Uygun Düşer?” adlı rapor İngiltere’de yayımlandı. Hazırlanması bir yıl süren rapor son otuz yılda, işçiler ücret kısıtlamaları ile boğuşurken, yönetici maaşlarının nasıl başlarını alıp gittiğine dair yeni gerçekler ortaya koymakta ve bu durumun hükümet tarafından ciddiye alınması beklenmektedir. Bir siyasinin dediği gibi, bu durum İngiltere halkının kimyasını çürütmektedir. Bu raporda Barklays Bankası’nın Müdürü John Varley’in geçen yıl 4 365 636 pound sterlin kazandığını, bunun İngiltere’deki vasati gelirden 169 kat büyük olduğunu, 1980’e göre artışın 4.899 misli olduğunu görüyoruz. Aslında hemen her ülkede gelir dağılımındaki bozulmalar giderek kapitalizmin geleceği hakkında şüpheler uyandırmakta. Ülkemizden örnek vermek gerekirse, Forbes dergisinin ülkenin en zengin bir bölümü hakkında verdiği rakamlar da ürkütücü. Bu kadar yoksulluk içinde, bu kadar işsizlik yaygın iken, bu kadar zenginlik artık ayıp değil mi? Forbes’a göre ülkemizde son yıl içinde dolar milyarderi sayısı 26’dan 39’a yükselmiş. Çarelere gelince: Temel çare elbette sistemin değişmesi, yani vahşi kapitalizmden, sosyal demokrasiye geçiş. Yeni düzende devlete büyük ödevler düşecek: Her yetişkin çalışmak isteyene iş bulmak, her aç çocuğu doyurmak, her okula gitmek isteyene okul ve hoca sağlamak ve her dertliye doktor ve ilaç temin etmek. Bence Batı ve Doğu’da bir çok ülke bunu başarabilir. Batı’da ve Doğu’daki aşırı zenginlikleri kısmak, Batı’nın bu günkü geliri ile yaşamasını sağlamak, Doğu’nun bugünkünden daha medeni ve adil olmasını sağlamak o kadar da imkânsız değil. Yoksa öyle mi? İmkânsızsa o vakit kısa süreli çareler düşünmek gerek. Bir kez, Batı’nın yavaş büyümeye ya da hiç büyümemeye alışmasından başka çare yok. Ama iş bununla bitmiyor ki. İşsizlere de iş bulması, açları doyurması, herkese sağlık ve eğitim hizmeti götürmesi gerekir. Işte sorun burada düğümleniyor. Oysa Batı’lı ülkeler hâlâ başlarına gelen belanın nedenini banka ve finans kurumlarının pervasızlığına bağlamak peşindeler. Sanki banka müdürlerinin maaşlarını kısabilecekler, sanki kısabilseler bile işsizlere iş bulabileceklermiş gibi. Hele Amerika bu konuda tam başını kuma gömer durumda. Yukarıda dediğim gibi, sistem değişmese bile işsizler iş isteyecek, gençler okul isteyecek ve hastalar bakım isteyecek. Bunlar da vergileri indirerek sağlanamaz. Açık söyleyeyim: Vergilerin, hatta servetten alınan vergilerin arttırılması gerekir. Geri kalmış ülkelere gelince, onların büyük kısmı bir süre avantajlı durumdalar. Hiç olmazsa gelirleri yükselecek. Fakat bunun dışındaki iki bela onların da başında. Hemen her yerde gelir dağılımı bozuluyor, hemen her yerde işsizlik artıyor, gelişen ülkelerin tek avantajı bir süre daha milli gelirlerinin artması. Ama sosyal adaletin korunması şart: Açların doyurulması, işsizlere yardım edilmesi, daha muhtaç nüfuslara eğitim ve sağlık hizmetleri verilmesi gerek. Onlarda da mesele aynı: Gelirlerden, hatta servet sahiplerinden daha fazla vergi almak ve bunu adil bir şekilde harcamak, herkese bedava eğitim ve sağlık hizmeti demek. Bu nedenlerledir ki artık dünyada demokratik kapitalizm masalına son vermek gerek. Toplumlar artık sosyal demokrasi ile idare edilme zorunda. Sosyal demokrasi, bir ülkenin çocuklarının aç olmaması, babalarının işsiz olmaması demek. Bunun nasıl başarılacağını bilmiyorsak öğrenmemiz lazım. Jennifer Frazer, Çeviri: Rita Urgan Scienfic American 9 Ekim 2011 CBT 1289/15 2 Aralık 2011 Dirimbilim uzmanları 1930’lu yıllardan beri Ölü Deniz’in “henüz yaşamını yitirmediğinin” bilincindeler. Tam tersine, Ölü Deniz’in bu tuzlu karışıma oldukça uyumlu ve yaşama çok daha elverişli sulu bir ortamı ele geçirebilecek nitelikteki mikroplarla dolu olduğuna dikkat çekiyorlar. Ölü Deniz’in suyu genelde mililitre başına 1000 ile 10,000 arasında arkae (canlı organizmaların bir ana bölümü) içeriyor ki, bu da deniz suyuna kıyasla çok daha düşük bir yoğunluk. Ancak üç molekülden birinin su olmadığı bir ortamda bu oldukça kayda değer bir oran sayılıyor. Zaman zaman, gerekli koşullar sağlandığında, Ölü Deniz’de kızıl bir yaşam yeşeriyor. Nitekim, 1980 ve 1992 yıllarında böyle bir duruma tanık olundu. Öyle ya da böyle, İsrailli ve Alman dalgıçlar yukarıda sözü edilen iç içe geçmiş halkalar biçimindeki dalgacıkların nasıl oluştuğunu bulmak amacıyla bu yıl Ölü Deniz’in sularına kar MİKROPLARLA DOLU nen bakterilerle örtülü olduklarına dikkat çekiliyor. Bakteri örtülerine ya da biyofilmlere daha önce hiç tanık olunmayan Ölü Deniz’in zorlu yaşam koşullarında yalnızca canlıların evrilmekle kalmadıkları, bakterilerin de pınarların çevrelerindeki ani tuzlu su ve tatlı su değişimlerine bağlı olarak meydana gelen su akımlarına bir biçimde ayak uydurabildikleri görülüyor. Dahası, bu sularda barınan tüm halofilik bakterilerin, ya da tuz düşkünü mikropların tatlı suya konduklarında öldükleri belirtiliyor. Tuzluluk oranında feci denilebilecek kertedeki tüm bu değişimlere mikropların nasıl karşı koydukları bilinmiyor. Ancak bilim insanlarının araştırmak için şimdiden kolları sıvadıkları bu mikropların, ne olurlarsa olsunlar, denizin geri kalan yerlerindeki mikroplara ya da denizi zaman zaman kızıla dönüştüren organizmalara hiç benzemedikleri ve halofilik komşularına kıyasla çok daha çeşitlilik gösterdikleri bir gerçek.