16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) u r32 Bildiğiniz, bilmediğiniz ya da bilip de unuttuğunuz üzere 22 Kasım’dan itibaren Türkiye’de artık filtre uygulaması devreye alındı. 16. Türkiye’de Internet Konferansı’nın bugünkü panellerinde bu konu ele alınıyor. Bilime 600 Yıl Önceki Müdahale ve Özür Matematikçi ve astronom Kadızadei Rumi, yaklaşık 600 yıl önce, bir bilim insanının, devlet yöneticilerinin bilime müdahaleleri karşısında nasıl tutum takınması gerektiğine ilişkin bir örnek bir tavır göstermişti. Osman Bahadır [email protected] Eyvah İçim Görünüyor! Türkiye’de Internet Konferansı bu sene onaltıncı yılını idrak ediyor. 28 Kasım’da başlayan konferans bugün sona erecek. Konferansın bu yılki mekanı Ege Üniversitesi (Atatürk Kültür Merkezi). Konferansta 13 panel, 15 seminer ve 27 bildiri oturumu düzenleniyor. Katılımın ücretsiz olduğu konferansın bugünkü son oturumlarında önemli konulardaki paneller dikkat çekiyor: Internet Medyası, Internet ve Demokrasi, Kültür Bileşeni olarak Internet, Internet Yasakları ve Filtresi. Özellikle öğleden sonra 16.00 18.00 arasında gerçekleştirilecek olan Internet Yasakları ve Filtresi paneli, dijital gündemi bir süredir meşgul eden son dönemin popüler konusu internet erişimini filtrelemeye odaklanacak. Öncelikle belirtmek gerekir ki internete yasak getirmek kafayı kuma gömmektir. Efsanevi youtube yasağını yaşarken Başbakan Sn. Erdoğan “Ben girebiliyorum” diyerek zaten bunu dile getirmişti. Belli ki bu yasakçı zihniyeti savunmak durumunda kalanlar da filtre ya da benzer çözümleri uygulamak ya da uygulatmak zorunda olanlar da bunun farkında. Ancak bizim eküriler, “ben üstüme düşeni yapayım, paçamı kurtarayım da gerekiyorsa toplum ilerlemesin” ile “kraldan çok kralcı” vizyonları burada da devrede. Önce kansere mazur kalmakla tehdit edildik. Daha sonra vereme razı olduk. Bildiğiniz, bilmediğiniz ya da bilip de unuttuğunuz üzere 22 Kasım’dan itibaren Türkiye’de artık filtre uygulaması devreye alındı. Kanserli modelde standard erişim dahil herşey filtreden geçirilecekti. Veremli modelde ise kullanıcı aksini talep etmediği sürece standard erişim filtreden geçirilmiyor. Ancak bu kimseyi yanlış yönlendirmesin. Bu durum, yasaklamacı zihniyetin egemenliği kırılmıştır anlamına gelmiyor. Filtreleme olgusu gündeme gelmeden önce de Türkiye’nin internete çıkış hatlarında zaten yasaklanmış olan siteler vardı. Şu an filtre uygulanmayan stadandard modelde bu siteler hala yasaklı. Filtreli modellerde bunlara ek olarak gelen yasaklılar var. Bu aşamada tartışmayı nerede sürdüreceğiz olgusunun altını çizmek gerek. Filtre olgusunu kategorik olarak reddetmeye devam mı edeceğiz, yoksa bunu bir önkoşul olarak alıp, örneğin filtreli dünyanın kendi içindeki sorunlarına mı odaklanacağız? Bu ikinci bakış açısına örnek vermek gerekirse, çocuk filtresinde çocukların erişebileceği siteler belirleniyor ve bunun dışındaki hiçbir siteye erişilemiyor. Bir tür beyaz liste yani. Aile filtresinde ise yasaklı siteler belirleniyor ve bunun dışındakilere erişim sağlanıyor (kara liste). Ancak bu beyaz ya da kara listeyi belirleyen komitelerin kimlerden oluştuğunu kimse bilmiyor (açıklanan tek şey komite üyelerinin hangi profildeki kişilerden seçileceği ve bu kişileri hangi kurumların önereceği idi). Bir sitenin bir listeye neden girdiğini ya da girmediğini de. Günümüzün en temel olgusu haline gelen şeffaflık nedense ülkemizde bazı konular söz konusu olduğunda hiç yokmuş gibi davranılıyor. Ortadoğu’daki Arap Baharı’nı alkışlıyoruz, oradaki halkların demokratik haklarını destekliyoruz. Peki kendi halimiz? Doğaldır ki internet, dijital dünya vb denilen şeyler ülkemizde yaşanan hukuk ayıpları karşısında devede kulak kalır. Keşke ülke olarak tek derdimiz ne idüğünü stratejik anlamda henüz idrak edememiş olmamıza yorabileceğimiz dijital konularla ilgili bu yasaklar, filtreler, şeffaflaşamamalar olsaydı. Yoksa bu şeffaflık olgusu zihnimizde farklı düşünceleri tetikliyor da ondan mı itici geliyor. Anahtar kelimeler : “içini gösteriyor”, “için görünüyor”. B ısntır. nazı in olğabir asnli kadeyu nrı, la ursa’da doğan ve ilk eğitimini Bursa Medresesi’nde alan Kadızadei Rumi (13371430), ülkemizin ilk bilim insanlarından biridir. Matematik ve astronomi konularına büyük bir ilgi duyan Kadızade, Bursa’daki öğrenme ortamını yeterli görmeyerek 25 yaşında Bursa’yı ve Osmanlı ülkesini terk etmiş ve bilimin daha iyi koşullarda olduğunu duyduğu Horasan illerine göç etmişti. Burada eğitim gördükten bir süre sonra da döneminin ünlü bilginlerinin toplanmış olduğu Semerkant’a gelir. Semerkant’ta ünlü bilim insanlarının yanında yeni bilgiler edinir, tecrübe kazanır ve yetenekleri ve çalışkanlığıyla kendisini göstererek Semerkant Medresesi’nde önce müderris sonra da şeyhülmüderrisin (başmüderris) olur. Kadızadei Rumi bu medresede, bilim meraklısı, astronomi araştırmacısı ve aynı zamanda devlet başkanı olan Uluğ Bey’in (13941449) de hocasıdır. Kadızadei Rumi, bir gün medrese müderrislerinden birinin kendisine danışılmadan Uluğ Bey tara kauma CBT 1289/ 12 2 Aralık 2011 fından görevinden alındığını haber alır. Kadızade bu olaydan büyük üzüntü duyar ve bir süre medresedeki derslerine gitmez. Başmüderrisin derslerine girmediğini öğrenen Uluğ Bey, kendisinin de hocası olan Kadızade’nin rahatsız olabileceğini düşünerek onu evinde ziyaret eder. Hocasını evinde sağlıklı olarak gören Uluğ bey, ona bir süredir niçin derslerine girmediğini sorar. Kadızadei Rumi, Uluğ Bey’in bu sorusuna karşılık olarak şu cevabı verir: “Biz müderrisliği hiç kimse ile ilişkisi olmayan ve siyasi kişiler tarafından azli düşünülmeyen bir görev sanırdık. Halbuki, şimdi hüküm sahiplerinin tasarrufunda olduğunu gördük. Bunun için biz de ders vermekten feragat eyledik.” Uluğ Bey, Kadızade’nin bu sözlerinden büyük üzüntü duyar, görevinden azlettiği müderrisi eski görevine iade eder ve bir daha hiçbir müderrisin öğretim ve eğitim görevine müdahale etmeyeceğine dair söz verir. Bu ilginç, örnek ve önemli tarihsel olay 600 yıl kadar önce oldu. O tarihte İslam dünyasında bilim 12. yüzyıldan başlayarak sönmüş, Batı’da ise bilimsel devrim henüz başlamamış durumda idi. İslam dün 600 YIL ÖNCE OLDU yasında bilim ne kadar sönmüş olsa da, 15. yüzyılın başlarında Semerkant’ta bilim geleneğinin, bilim insanına ve onların çalışmalarına duyulan saygının devam ettiği anlaşılıyor. Kadızade’nin kendine güveninin ve onurlu davranışının, Uluğ Bey’in de hatasını anlamasının temelinde, bilimin İslam dünyasındaki yaklaşık 400 yıllık parlak döneminde kazanmış olduğu yüksek başarıların ve yarattığı saygınlığın rolünün olduğunu söyleyebiliriz. Batı dünyasında da bilimsel devrimden sonra bilim akademilerinin kurulmasında ve üniversitelerin özerkliklerini kazanmasında aynı şekilde bilimin tavizsiz mücadelesi, başarıları ve onun işleyişinin özerk niteliği etkili olmuştu. O halde şimdi şöyle sorular sorulabilir: Kadızade’nin ve Uluğ Bey’in bilim tarihimizde yer almış bu saygın tutumlarından 600 yıl gibi uzun bir süre sonra, başka bir deyişle modern bilimin devasa başarıları, kurumsallaşmaları ve çalışma metotları oluştuktan sonra, bir siyasi iktidar hangi nedenlerle bir bilimler akademisinin yapısını bozmaya kalkışabilmektedir? Bilime yapılan bu siyasi müdahalenin sorumluları ve yasal metnini hazırlayanlar, bir bilimler akademisinin niteliği hakkında temel bilgilere sahip değiller miydi? Veya giriştikleri işin akademi üyeleri arasında ve ulusal ve uluslararası alanda çeşitli tepkilere yol açacağını hesaplamıyorlar mıydı? Ve nihayet, hatalarından niçin geri dönmediler? Bu soruların hepsi, gerçekte, siyasal iktidarın bilime modern bir kavrayışla baktığını kabul ederek sorulmuş sorulardır. Oysa siyasi iktidarın bilim anlayışı da, bilimsel bilgiler ve kurumlar hakkındaki düşünceleri de, bilimden bekledikleri de çok farklıdır. Öncelikle belirtmeliyiz ki, onların bilimden kastettikleri, nakli bilimler olarak nitelenen kelam, fıkıh, hadis, tefsir vb. dir. Akli bilimler olarak nitelenen doğa bilimleri ve matematik, bu “bilimlere” göre ikincil önemde ve değerdedir. Dolayısıyla eğer bu ülkede bir bilimler akademisi olacaksa, bu esaslara göre, yani nakli bilimlerin esas olduğu ama akli bilimlerin de yer aldığı bir “bilimler akademisi” olacaktır. İktidarın yapmak istediği budur. Bu nedenle de bu isteğinin doğuracağı tepkilerin onun için hiçbir önemi bulunmamaktadır. Siyasi iktidarın TÜBA’ya müdahalesinin temelindeki anlayış, İslam dünyasında bilimin sönmesinden sonraki dönemde gelişmiş olan anlayıştan başka bir şey değildir. Yararlanılan Kaynak: Aydın Sayılı, Uluğ Bey ve Semerkant’taki İlim Faaliyeti Hakkında Gıyasüddini Kaşi’nin Mektubu, Türk Tarih Kurumu Yayınları, VII, seri no: 30, Ankara, 1969.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle