17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İKTİSAT PENCEREMDEN değişiklikler meydana gelecek. Hangi bölgeler tropik cennetler haline gelecek? Hangileri afet şeklinde yağış alacak? Hangisi çöle dönüşecek? Planlama açısından bunların bilinmesinde fayda var. Ne yazık ki bu konuda tahmin yapmak için elimizde çok az veri var. Genel resme bakacak olursak, tropik bölgeler genişleyecek ve yağışlar artacak. Tropik bölgelerin çevresindeki kurak bölgeler daha da susuz kalacak ve bu bölgeler kutuplara doğru ilerleyecek. Yüksek enlemler ise daha sıcak ve yağışlı olacak. Daha hassas ayrıntılara inildiği zaman ortak bir görüşün bulunmadığı anlaşılıyor. Bazı iklim bilimciler ayrıntılı bölgesel tahminlerde bulunmanın yanıltıcı olduğunu söylüyor. Çünkü bu tahminlerin, geleceğin şu anda bilinmeyen koşulları üzerine kurgulanması gerekiyor. Ayrıca küresel modellerde yerel iklimler üzerinde büyük etkisi olan Gulf Stream akıntısı gibi doğal olayların simülasyonlarına çok fazla güven duyulmuyor. Bu akıntı yavaşlar veya tümüyle durursa güney yarıküre daha da ısınacak. Kuzeydoğu Amerika ve Avrupa bugünkü gibi ısınamayacak. Eğer bu tür tahminler tüm değişkenler göz önüne alınmadan yapılırsa, bölgesel ısınmanın düzeyi hakkında öngörüde bulunamayız. açar. 1940 ile 1970’li yıllar arasında bu kirlenme o kadar fazlaydı ki, CO²’nin yol açtığı ısınmayı dengeliyordu. Ancak Batılı ülkeler, asit yağmurlarını durdurmak için sülfür emisyonuna sınır getirdikçe bu maskeleme etkisi yok oldu ve küresel ısınma geri geldi. Sülfür emisyonları 2000’li yıllarda yeniden tırmanışa geçti. Bunun nedenlerinden biri Çin’in daha fazla sayıda kömürle işleyen enerji santralleri kurmasıdır. Çin şimdi bu enerji santrallerini sülfürü temizleyen aletler yerleştiriyor. SO² emisyonları düşerse, küresel ısınma hız kazanabilir. Oktay Yenal [email protected] O günler heyecanlı günlerdi. Üniversiteler sayılıydı. İhsan Doğramacı Hacettepe Üniversitesi’ni kurmuştu. Sağda solda özel yüksekokullar açılıyor, fakat genel olarak yüksek öğretim mensuplarının tepkisi ile karşılanıyordu. Meslek Okulları ve Üniversite Profesörler sayılıydı. İstanbul Üniversitesi’nin, dans hocası Panosyanı “profesör” lakabını haksız kullanmaktan mahkemeye verdiği günlerdi. Hatta anımsıyorum, o vakit üniversite senatörü olan Prof. Şükrü Baban’a, bari oldu olacak Profesör Nimbüs’ü (Türkçesi Tektel Amca) mahkemeye verseydiniz demiştim, Allahtan hoca kimden söz ettiğimi anlamamıştı. Ama biz gençlerin umudu sürüyordu. Hitler Almanya’sından kaçıp gelen Alman profesörler sağlam temellere dayanan bir üniversite kurmuşlardı. İstanbul Üniversitesi’nin Roma Hukuku Kürsüsü ve kartoteksleri Alman Profesörler tarafından gotik harflerle yazılmış kütüphaneleri bile vardı. Galiba 40 yıl öncesinden söz ediyorum, çünkü geçen hafta oğlum 40 yaşını bitirdi ve ben, onu doğurtan Selçuk Erez ile hararetli bir şekilde üniversite sorununu tartışırken doğduğunu anımsıyorum. Talihin bir cilvesi olarak şimdi çok eleştirdiğim YÖK’ün isim babası, hasbelkader, ben oldum. Robert Kolej Yüksek Okulu dekanlığından sonra Sussex Üniversitesi’ne gitmiştim. Orada iken Türkiye’de hükümet darbesi olduğunu, yakın arkadaşlarımdan Attila Karaosmanoğlu, Ayhan Çilingiroğlu, Talat Halman ve Şinasi Orel’in, Erim kabinesinde görev aldıklarını duydum. Bir süre sonra Attila’dan hemen Ankara’ya gelmemi istiyen bir telgraf aldım, ve Ankara’ya gittiğimde Turgut Özal’dan boşalan Devlet Planlama Teşkilatına müsteşar olarak beni düşündüklerini anladım. Ben tereddüt edince o iş olmadı fakat Ankara’ya gelmiş iken “Yatırımların nasıl artırılabileceği” hakkında bir raporu Karaosmanağaoğlu’na ve bir de “Üniversite’lerin finansmanı” konulu Kenan Bulutoğlu ile beraber hazırladığımız raporu Eğitim Bakanı Şinasi Orel’e verdim. İkinci rapora sebep, o vakte kadar üniversitelerin bütçe görüşmelerinde her üniversitenin kendi bütçesini savunması, bu arada Hacettepe Üniversitesi Hastanesi ile avantajlı durumda olmasıydı. Bütçenin bir miktarının üniversitelere ayrılmasını, bunun Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) vasıtasıyla dağıtılmasını öneriyordum. İngiltere’de iken “University Grant Systemi” incelemiş ve ondan yararlanacağımızı sanmıştım. Gerisi bilinen bir öykü. YÖK adı ile bir Kurul kanunla kuruldu, başına Doğramacı getirildi ve Türkiye’de büyük bir üniversite genişlemesi başladı. Fakat bu güne dek kurulan üniversitelerin pek çoğu meslek okulu olarak kaldılar. Bu iyi mi, yoksa kötü mü oldu? Elbette meslek okullarının çoğalması, iktisadi gelişme yönünde, iyi bir şeydi. Fakat meslek okullarının üniversite diye yutturulması, o büyük masraflara girilmesi gerekir miydi? Bunların buyük kısmına üniversite denebilir mi? Bence hayır. Üniversite’nin ne olduğunu anlamak için İstanbul Üniversitesi’nin kuruluşunda büyük emekleri geçmiş Möltke’yi, hiç olmazsa Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’i hatırlamamız o kadar güç mü? Bakınız Möltke raporunda ne diyor: Esas sorun, bilimleri değişmez olan ve aktarılma ile yetinilecek kurallar şeklinde değil, aklın melekelerini oluşturan kurallar olarak görmektir. Üniversite bilimsel zihniyeti yaratmakla yükümlüdür ve bunun dışında kurtuluş yolu yoktur. …Üniversite dersinin, şifahi bir ders kitabı olmaktan çok başka bir şey olması gerekir. Ünlü hukuk âlimi Hirsch de anılarında şöyle anlatıyor: Günün Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip yeni kurulan üniversitenin anlamını açıklarken, bir üniversitenin temel görevinin pratik davranış biçimleri aramak yerine salt bilimsel bir kültür yaratmak olduğuna dikkat çekti… Üniversite herşeyden önce spekülatif düşüncenin odak noktası ve kaynağıdır ki bu da bilim adamlarının işidir. Bunun içindir ki Dünya Bankası’nda iken Endonezya için, düşünürleri yetiştirecek gerçek üniversiteler yanında büyük genç kitleleri iş hayatına atılmaya hazırlamak üzere iki yıllık bir yüksek okul programı önermiştim. Maksat mesleklere hazırlamak ise bu iki yıl içinde de kolaylıkla verilebilirdi. İyi bir İngilizce yanında muhasebe, bilgisayar kullanımı ve dünya ekonomisinin ve hukukun esasları ve de meslek derslerini rahatlıkla iki yıllık eğitime sığdırmak mümkündü. Maksat iş âlemine hazırlamak, ya da dürbünlerle yol ölçen mütahitmühendisler, dava vekili avukatlar, ya da iğne yapabilen doktorlar olduktan sonra iki yıllık öğretim yeter de artardı. Ama anayasayı kimler hazırlıyacak, hukuk sistemini kimler kuracak, büyük icatları kimler yapacak? İşte Atatürk yeni üniversiteyi kurarken bunların peşindeydi. BİLİNMEYEN BU SOĞUT BİLİNEN DİĞER KİRLETİCİİnsanlar her türlü çöpü atmosfere pompalıyor. Azotlu oksitler ve CFC (Kloroflorokarbon), CO² gibi gezegeni ısıtır. Siyah karbon is ısıyı emerek nesneleri ısıtır, fakat güneşe karşı gölgelik oluşturarak Yeryüzü’nü serinletir. Diğer bütün kirleticiler Güneş’in ısısını atmosfere geri yansıtarak soğumaya neden olur. Atmosfere bol miktarda sülfür dioksit pompalayan büyük yanardağ patlamalarından sonra gezegen bir veya iki yıl boyunca soğur. Fakat CO²’den farklı olarak SO²’nin etkisi kısa sürelidir. Bunun nedeni SO²’nin havada küçük aerosol damlacıkları oluşturması ve kısa sürede yağmur gibi yere düşmesidir. Kükürtlü fosil yakıtların yakılması bol miktarda SO²’nin atmosfere salınmasına yol LER GEZEGENİ SOĞUTUYOR Atmosferde çok küçük damlacıklar oluşturan kirleticiler çok karmaşık etkiler yaratır. Sülfür dioksit aerosollerinin ne kadar radyasyon yansıttığı damlacıkların boyutlarına, atmosferdeki yüksekliklerine, gece veya gündüze, hangi mevsimde olunduğuna ve diğer faktörlere bağlı olarak değişir. Aerosoller ayrıca bulutlarda da çok büyük etki yaratırlar. Örneğin bulutları daha parlak hale getirip, uzaya daha fazla miktarda Güneş ışını yansıtmalarına yol açarlar. Aerosollerin ömrü kısa olduğu için genel olarak atmosferde CO² gibi düzgün bir dağılım sergilemezler, ancak kirliliğin olduğu merkezlerin çevresinde yoğunlaşma eğilimindedirler. Bu karmaşıklık, SO² gibi kirleticilerin yol açtığı soğutmanın büyüklüğüne ilişkin bir belirsizliği ortaya çıkartır. Şu anda bu etki CO²’nin ısıtma etkisi nedeniyle baskılanmış durumda. Ancak belirsizlik şu sorunun yanıtsız kalmasından kaynaklanıyor. Bugün tanık olduğumuz ısınma, güçlü bir soğumanın kısmen önlediği güçlü bir ısınmanın net etkisi mi? Yoksa orta halli bir soğumanın önlediği daha orta halli bir ısınmanın sonucu mu? Yazının devamı gelecek haftaya MANIN ETKİSİ NE KADAR OLACAK? En İyi Farmasötik Ürün Ödülü Pfizer’e Bu yıl 5. kez verilen Prix Galien Ödülleri, New York’ta düzenlenen törenle sahiplerini buldu. Aralarında 7 Nobel Tıp Ödülü adayının ve bir Nobel Barış Ödülü sahibinin de bulunduğu komite tarafından yapılan değerlendirmeler sonucu, Pfizer’in 13 pnömokok serotipinden korumaya yardımcı pediyatrik aşısı Prevenar 13 “En İyi Farmasötik Ürün Ödülü”ne layık görüldü. ABD Prix Galien Ödülleri sağlık alanındaki bilimsel yenilik ve gelişmeleri teşvik etmek üzere veriliyor. Türkiye’de ruhsatlı olarak kullanımda bulunan Prevenar 13, 2011 yılından itibaren TC Sağlık Bakanlığı aşı takviminde yerini almakta. Bebek ve çocukların zatürre başta olmak üzere pnömokok hastalıklarına karşı korunmasında kullanılan Prevenar 13 dünyada sadece ABD ve İrlanda’daki tesislerde üretiliyor. Pfizer, dünyanın en komplike biyoteknolojik ürünlerinden biri olarak görülen bu aşının ülkemizde de üretilmesi için gerekli teknoloji transferine başladı. Böylece Türkiye, dünyadaki üçüncü büyük üretim merkezi olurken, aynı zamanda sadece kendi ihtiyacını karşılamak için aşı üretimi yapan ilk ülke konumuna gelecek. Etik Eğitimi Uluslararası Derneği Kuruldu International Association of Ethics Education (IAEE) adlı uluslararası derneğin kuruluşu nisan 2011’de gerçekleştirildi. Farklı ülkelerden dokuz akademisyen kurucu arasında Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden Prof. Dr. Berna Arda da bulunmaktadır. (Arda Türkiye’de Castro Singapur, Darwish Katar, Dikenou Togo, Garrafa Brezilya, Gordijn İrlanda, Ndbele Botswana/Malavi’den Have Hollanda/ ABD, Feinholz Meksika/ Fransa) Derneğin kuruluş amacı ve çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgi www.duq.edu/healthcareethics/iaee/ adresinden edinilebilir. Dernek ilk etkinliğini 13 mayıs 2012 tarihinde Pittsburgh Üniversitesi’nde düzenleyeceği uluslararası kongre ile gerçekleştirecek. Bildiri önerilerinin beşyüz sözcüğü geçmeyen bir özet ile birlikte 1 Aralık 2011’e kadar genel sekreter Prof. Have’ye iletilmesi ([email protected]) istenmektedir. CBT 1287/9 18 Kasım 2011
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle