Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Siyasi erki elinde tutanların ne yapmak istediklerini anlamak için dünü yeniden hatırlamak gerek... “Beyin Mezarlığı: Türkiye... 2” Osmanlı İmparatorluğu’nun, en azından XIX. Yüzyıl’a kadar, gerçek bir beyin mezarlığı olarak görülebileceğini söylemiştim. Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak’ın, kısa bir süre önce de aktardığım, Osmanlı’daki düşünce hayatına ilişkin çözümlemesini yeniden hatırla[t]makta yaYeniçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri [2011]). Prof. Ocak rar var (Y der ki: “...Osmanlılarda düşüncenin, gerek klâsik İslâm düşüncesiyle, gerek bizzat Osmanlıların diğer alanlardaki parlaklığıyla ve altı yüz yıllık uzun ömrüyle mütenasip bir yükselme gösteremediği söylenebilir. ...Bize göre bu meselenin temelinde üç önemli faktör yatmaktadır: 1) Osmanlılardan önce İslâm dünyasında düşüncenin canlılığını bir ölçüde kaybetmiş olması (ki Osmanlılar İslâm düşüncesini böyle bir noktada devralmışlardır), 2) Osmanlı ideolojisinin merkeziyetçi devletçi yapısı ve buna bağlı olarak ortaya çıkan düşünce tarzı, 3) ŞiîSafevî faktörü.” Ocak’ın ileri sürdüğü ilk faktör zâten bilinen tarihsel bir gerçeğe işaret ediyor. Osmanlı’nın, İslâm’dan devraldığı durgunluğu niçin kıramadığını açıklayan diğer iki faktörse ilginç... Ocak’ın “Osmanlı’nın merkeziyetçi devletçi yapısıyla” ilgili değerlendirmesi şöyle: “...Osmanlı İmparatorluğu’nun merkeziyetçi yapısının tabiî bir sonucu olarak medreseler, kanaatimizce Osmanlılarda genellikle bürokrasiye eleman yetiştiren kurumlara dönüşmüş, ulema da bürokrasinin bir parçası hâline gelmiş ...son devirlere kadar bu konumu hiç değişmemiş ...merkezî yönetimden bağımsız[laşamamıştır]. İlim ve düşünce ancak bu sınırlar içinde ve devlet hizmeti için söz konusu olmuş[tur]. ...bu çerçevede ilim eskiden üretilenleri çok iyi bilmek ve hâle göre yorumlayıp nakletmek, âlim ise bunu yapan kişi olarak anlaşılmış görünüyor. ...Zâten, Osmanlı devleti gibi güçlü merkeziyetçi ideolojiye dayanan ince hesaplanmış bir askerî bürokratik yapıda, merkezden ve devlet ideolojisinden bağımsız bir ilim ve düşünce ortamını yeşermesi o kadar kolay olmazdı.” Ocak, ŞiîSafevî faktörüyle ilgili olarak da şu açıklamayı yapıyor: “...15. yüzyıl sonlarında devreye giren bu çok önemli faktör, 16. yüzyıl başlarında İran’da Safevî devletinin fiilen kurulmasıyla, Osmanlı merkezî yönetimini birinci derecede meşgul eden çok önemli siyasîdinî bir mesele hâline geldi. Osmanlı İmparatorluğu, ...Şah İsmail’in Şiîlik propagandalarına karşı da, devlet ideolojisinin temeli olan Sünnîliği savunma zorunda kaldı. Ulema, bu savunmanın fikir ve inanç temellerini hazırlamakla görevlendirildi. ...bu tarihlerden îtibâren artık Osmanlı uleması faaliyetlerinin önemli bir bölümünü bir yandan yönetimce sorulan konularda fetva vermeye hasrederken, diğer yandan Sünnîliği sımsıkı ve katı bir doktrin hâline dönüştürdü. İşte ŞiîSafevî faktörünün Osmanlı dinî düşüncesinin kendi içine kapanarak katılaşması hususuna etkisi bu derece kuvvetli olmuştur.” Ocak, çözümlemesini şöyle bağlıyor: “...Osmanlı İmparatorluğu, kendi devlet anlayışı istikametinde geliştirdiği yapısının çok tabiî bir tezahürü olarak, kendine uygun bir şekilde dogmatikleştirdiği Ehli Sünnet düşüncesi içinde ve kendi pratik ihtiyaçlarına cevap verebilecek tarzda bir düşünce ortamının oluşmasını teşvik etmiştir. O bundan da ayrılmamaya yüzyıllar boyu itina göstermiş ve her türlü ayrılma teşebbüslerini ağır bir şekilde cezalandırmıştır...” Ocak’ın bu çözümlemesinden herhâlde şu sonuç çıkarılabilir: Osmanlı, İslâm’dan devraldığı düşünce yaşamındaki durgunluğu, katı bir devlet doktrinine siyasi doktrine dönüştürdüğü ve dogmatikleştirdiği Sünniliğe sımsıkı sarılarak perçinlemiş ve kalıcılaştırmıştır. Bu ortam, merak etmeyen, sorgulamayan, soru sormayan bir toplum ve onun kültürünü üretmiştir. Onun içindir ki, Osmanlı toplumu Hıristiyan Avrupa’nın yaşadığı bilimdeki devrimin, aydınlanmanın; şu ‘beyin’ dediğimiz organın, insanı insan yapan bir fikrî muhteva kazandırılarak yeniden üretilebildiği o yaratıcı süreçlerin çok uzağında kalmıştır. Bana göre bu, beyinlerin doğar doğmaz işlevsiz kılınıp ölüme mahkum edildiği gerçek bir beyin mezarlığıdır. İstenmeyen elektronik postaların sonu mu? Her gün yollanan ve çoğunluğu reklam içerikli olan, sizlere binlerce ve özellikle fason ürün, kimi kez de yasaklanmış ürünleri sunan bu 300 milyar elmekin sadece küçük bir kısmı bilgisayarımıza ulaşıyor. İstenmeyen elektronik mektuplar (elmek) bilgisayarlarımızı sürekli işgal ediyor ve bunlarla mücadele de kolay görünmüyor. İstenmeyen elmeklere karşı bir mücadele yürütmeye çalıştığınızda, bunları yollayanlar gerekli önlemleri alıp örgütleniyorlar ve yeniden saldırıya geçiyorlar. Peki bunları sona erdirme umudu var mıdır yoksa bunun sonu yok mudur? Bu tür elmeklerin çoğunluğu (2010 yılı) Asya’dan geliyor: %32,62. Sonra sırasıyla Doğu Avrupa ve Rusya (%22,32), Batı Avrupa (%17,43), Güney Amerika (%13,25), ABD (%11,33) ve diğer ülkelerden (%3,05). İstenmeyen elmekler milyarlarca internet kullanıcısının yaşamını zehir ediyor. Her gün yollanan ve çoğunluğu reklam içerikli olan, sizlere binlerce ve özellikle fason ürün, kimi kez de yasaklanmış ürünleri sunan bu 300 milyar elmekin sadece küçük bir kısmı bilgisayarımıza ulaşıyor. Bunlara karşı düzenli olarak filtreleme teknikleri yenilenmekte. Ama karşı saldırı gecikmemekte ve mücadelenin sanki sonu yokmuş gibi görünmekte. Bunları gerçek elmeklerden ayırmak için geliştirilen algoritmalar, olasılık kuramlarından biçimleri tanıyan yöntemlere kadar, matematik biliminde var olan her yolu denemekte. Son zamanlarda, sahiplerinin haberi olmaksızın bilgisayarların içine yerleşip uzaktan denetimi sağlıyorlar. Yasal sahiplerinin haberi olmaksızın ele geçirilen bu masum bilgisayarlar ağına ‘botnet’ adı veriliyor. Böylece, istenmeyen elmek yollayan milyonlarca kişisel bilgisayarı denetlemek giderek zorlaşıyor. Ayrıca, raslantısal olarak aynı elmekten, her alıcı için farklı biçimler oluşturarak yollayabiliyorlar. Bu da iyileri kötülerden ayıran filtreleme tekniğini etkisiz hale getiriyor. Umut verici bir gelişme ise, bu zoraki elmeklere pul yapıştırılması. Tutarı çok düşük olan ve yol sonunda ödenecek bir tür ‘sayısal jeton’. Bu istenmeyen elmeklerden kurtulmak için gönderilen elmeklerden 0,1 santim (2.5 kuruş) almak için herhalde kimse isteksiz davranmayacaktır. Bu tarife istenmeyen elmek için caydırıcı olacak. Çünkü elmek dolaşımı ücretlendiriliyor. 100 dolarlık Viagra satmak için yollanan bu tür elmek sayısı 12, 5 milyondur! Ama ücretlendirmenin de olumsuz yönleri olup elmekleri gönderen bildiğimiz altyapıyı darmadağın edebilir. San Diego’da Kaliforniya Üniversitesinden Stefan Savage ve arkadaşları, ‘istenmeyen, zoraki elmeklerin ekonomisi’ üzerine çalışıyorlar. Yaklaşık bir milyara yakın elmekleri inceleyip satılan ilaç, sahte, korsan yazılım, çakma saatler gibi ürünler almak için binlerce dolar harcadıktan sonra, işlemlerin %95’nin Azerbaycan, Letonya ve Antillerdeki küçük bir devlet olan St.ChristopheNieves ‘de bulunan üç bankada gerçekleştiğini saptarlar. İşte bu tür elmeklerin zayıf noktası burada. Teknik çözümden çok, ekonomik çözüm uygun görünmektedir. Kredi kartlarıyla alışveriş bu tür bankalarla yasaklanırsa elmeklerin de kaybolacağı düşünülebilir. Tabii karşı saldırının gelmeyeceği varsayılırsa. İsmail Kılınç, kaynak Les Dossiers de la Recherche, Ağustos 2011 DÜNYA GÖSTERGELERİ Ülkelerin rüşvet verme endeksi Yolsuzluk kamu ve özel sektörde başa baş gidiyor. Rüşvet, iki taraflı bir eylemdir. Yoksul ülkelerde fiilen rüşvet veren insanları suçlamak, onları bu işe sürükleyen insanları tespit etmekten daha kolaydır. 2 Kasım tarihinde, merkezi Berlin’de bulunan Transparency International (TIUluslararası Şeffaflık Örgütü ) Yolsuzluk İndeksi’ni yayımladı http://www.transparency.org/content/downl oad/63863/1022714. Üç bin işadamına yöneltilen sorulara dayanarak hazırlanan bu indeks, 28 ülkeyi yolsuzluk puanına göre sıralıyor. İş alanlarına göre en fazla rüşvet verenlerin, beklenildiği üzere, resmi ihalelere giren inşaat ve sanayi sektörleri olduğu görülüyor. Bu indeks, TI’nin Yolsuzluk Algı İndeksi’nin farklı bir yanına ışık tutuyor. Yolsuzluk Algı İndeksi daha çok kamu sektöründeki yolsuzluklara odaklanıyor. Bunlar bir araya getirildiğinde kamu ve özel sektördeki yolsuzluk arasında güçlü bir korelasyon olduğu görülüyor. CBT 1287/ 6 18 Kasım 2011