Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör lanan araştırmaya göre, Vikingler güneşin kesin yerini saptamak için kalsiyum karbonattan yararlanıyorlardı. Kalsit olarak da isimlendirilen bu mineral, kısa bir süre önce İngiltere’nin Anderley adasında incelenen 16.yy’a ait bir batıkta bulunmuştu. Vikinglerin İzlanda ve Grönland istikametine doğru binlerce kilometreyi geride bıraktıkları ve tahminen de Amerika kıtasını Kristof Kolomb’dan çok daha önceleri keşfettikleri bilinmekte. Fakat kutup gecesi veya kar fırtınası gibi çok uygunsuz koşullarda bile bu kadar uzun mesafeleri pusulasız ne şekilde katettikleri bilinmiyordu. Fransız, Kanadalı ve Amerikalı bilim insanlarından oluşan bir ekip, şimdi yanıtı bulduğuna inanıyor. Kalsit İskandinavya’da sık olarak görülen saydam bir taştır diyor Rennes Üniversitesi’nden Guy Ropars. Kalsitten bakıldığında güneş ışığına ait iki farklı demet görülür, bir düzenli ve bir düzensiz ışın. Işık demetini iki kez kıran taşın döndürülmesi halinde iki ışık demetinin yoğunluğuna eşit bir pozisyon elde edilebilir. O anda kristal tam olarak güneşin yönünü gösterir. Saydam taşla güneşin pozisyonunu yakalamak çok düşük güneş ışığında bile mümkün diyen uzmanlar, Vikinglerin bu yöntemi pusulanın bulunuşundan sonra da kullanmaya devam ettiklerini düşünüyor. Nitekim pusulanın manyetik etkisi, gemilerdeki metalden mesela toplardan etkilenebilirdi. Bir tür optik pusula olarak kullanılan “Güneştaşı” bu yüzden Vikingler için yaşamsal önem taşıyordu. 8 Mayıs 1794’te modern kimyanın babası olan büyük Fransız doğa bilimcisi Antoine Laurent de Lavoisier, kıymetli başı Fransız ihtilâlcilerinin mahkemesi tarafından giyotinle koparılmadan önce, mahkemeden bir deneyini bitirebilmek için izin istemişti. Akademi tısına doğru yüzmesi bekleniyor. NASA’nın üç boyutlu görüntüleri, buzuldaki dev çatlağı gösteriyor. Çatlak neredeyse 30 km. uzunluğunda ve 80m genişliğinde. Çatlağın hızla büyüdüğünü ve kopmanın sadece bir zaman meselesi olduğunu söyleyen bilim insanları kopmayı izleyebilecekleri için heyecanlılar. Michael Studinger “IceBridge” NASA projesi çerçevesinde PineIsland buzulunu yıllardan beri izliyor. PineIsland, sonsuz buzdaki en büyük ve hızlı hareket eden buzul. Aşağı yukarı on yılda bir de kopuyor. Son kopma 2001’de yaşanmıştı ve bilim insanları artık yeni bir kopmanın meydana gelmesini bekliyorlardı. Buzdağı, gemi yolculukları, hayvanlar ve çevre için tehlikeli olabilir. Mesela çok büyük olduğu için hayvanların av bölgelerine giden yollarını kapayabilir. Ve eğer eriyecek olursa milyonlarca ton tatlı su ve besleyici madde denize yayılacak ki bu da aşırı miktarda yosunun üremesine neden olacak. Dev buzdağının doğuşu doğal bir süreç olmasına rağmen bilim insanları yine de endişeliler. Çok büyük olan PineIsland buzulu dayanıksız, bu nedenle de deniz seviyesinin daha fazla yükselmesi riski söz konusu. Robotlar masa tenisi oynuyor Çin’deki Zhejang Üniversitesi bilim insanları İnternetin ağırlığı bir çilek kadar Amerikalı bir matematikçinin verilerine göre İnternetin ağırlığı hesaplandı. Buna göre İnternet sadece bir çilek ağırlığında. New York Times gazetesi kısa bir süre önce Kaliforniya Üniversitesi informatik profesörü John D.Kubiatowics’e, verilerin bir ağırlığı olup olmadığını sormuştu. Profesörün hesaplarına göre ekitap okuyucuları her yeni elektronik kitapla ağırlaşmakta, fakat hiçbir terazi bu kadar hassas bir şekilde ayarlanamadığı için ölçülememekte. Kubiatowics’e göre, bu aşağı yukarı bir atogram yani 0,000 000 000 000 000 001 veyahut da bir gramın trilyonda biri kadardı. Komik veriler ve sonuçlar üzerinde uzmanlaşmış olan bir Amerikan web sitesi şimdi bir YouTube videosunda bu verilere göre İnternetin ağırlığını hesapladı. Web sitesi çalışanları İnternetin 50g ağırlığında olması gerektiği sonucuna vardılar ki bu da aşağı yukarı bir çileğin ağırlığıdır. Burada söz konusu olan, İnternetin ayakta tutulması için gerekli elektrikteki elektronlardır. Yani dünya genelindeki yaklaşık 75 ila 100 milyon sunucunun elektriği. Buna evlerdeki PC’ler dahil değil. Bu 40 milyar vatlık elektrik demek ki bu da hesaba göre yaklaşık olarak 50 gram ediyor. Hesaplara evlerdeki bilgisayarlar da eklendiğinde sonuç olarak aşağı yukarı üç çilek elde ediliyor. masa tenisi oynayabilen insansı robotlar geliştirdiler. Xinhua haber ajansına göre “Wu” ve “Kong” olarak isimlendirilen robotlar 1.60m boyunda ve 55 kilo ağırlığındalar. Robotların gözlerindeki kameralar, saniyede 120 gerçek zamanlı görüntüyü işlemciye aktarıyorlar. Robotların pinpon toplarının hızına ve geliş yönüne tepki vermeleri 50 ila 100 milisaniye kadar sürüyor. Topun düşeceği yeri göreceli olarak iyi tahmin edebilen Wu ve Kong, en fazla 2,5cm’lik bir hata payıyla çalışıyor. Wu ve Kong isimlerini Çin edebiyatının dört büyük klasik romanından biri olan Batı’ya Yolculuk’ta bir Budist rahibin koruyucularından biri olan ve hareketliliği ve zekâyı sembolize eden Sun Wukong’dan almakta. Masa tenisi oynayan robotlar sağ ve ters vuruş yapabiliyor. İnsan ve robot arasında oynanan masatenisinde rekor top dokunuşu 144. PongBot’ların üçüncü nesli olan Wu ve Kong, dört yıllık bir proje sonucunda geliştirilmiş. 880 km²’lik bir alanı kaplayan ve 60m yüksekliğindeki dev bir buz dağının bu yılın sonunda PineIsland buzulundan kopup Antarktika’nın ba Nilgün Özbaşaran Dede CBT 1287/ 5 18 Kasım 2011 Güney Kutbu’nda yeni bir buzdağı oluşacak Buna mahkeme başkanı JeanBaptiste Coffinhal’in (17621794) verdiği cevap insanlık tarihinin en iğrenç ifadeleri arasında kendine pek özel bir yer edinmiştir: «La République n’a pas besoin de savants ni de chimistes; le cours de la justice ne peut être suspendu» (Cumhuriyetin ne bilginlere ne de kimyacılara ihtiyacı vardır; adalete ara verilemez). Sevgili okuyucularım, bu sözler tanıdık geliyor mu sizlere? Aynı ihtilâlciler, 1635’de kurulmuş olan Fransız Akademisi’ni de, bilim yapan elitistlere ihtiyaçları olmadığı gerekçesiyle 1793’te kapatmışlardı. Kendilerine Convention Nationale (Millî Meclis) adını yakıştıran ama Robespierre gibilerinin sindirdiği kişiler, önce 1792’de, Akademi’nin üye seçmesini yasakladılar. Bu da herhalde size tanıdık gelecektir. Bu da yetmedi; 1793 terör döneminde Akademiyi tamamen yok ettiler. Terör, yani ihtilâli yapanların önce sözümona ihtilâl düşmanlarını, sonra da birbirlerini temizleme hareketi, 28 Temmuz 1794’e kadar sürdü ve bu arada 16.000 ile 40.000 arasında tahmin edilen bir sayıda insan (ve bu arada pek çok bilgin ve bilim insanı) giyotinde hayatlarını kaybettiler. «İhtilâl hükumeti, özgürlüğün hoyratlığa karşı uyguladığı despotizmdir» sözüyle meşhur olan Maximilien François Marie Isidore de Robespierre (17581794) terörün elebaşısıydı. Ölüme gönderdiği onbinlerin arasında Danton gibi en yakın arkadaşları da vardı. Sonunda Fransız milleti Robespierre’i giyotine gönderdi ve Fransa yıllar sonra rahat bir nefes alabildi. 1795’te Fransız Enstitüsü adı altında elit bilimcilerin oluşturduğu yeni bir bir kurum kurulabildi. Ancak Akademinin tekrar canlandırılması, Napolyon gibi aydınlanmaya yürekten inanmış bir askerin idareyi ele almasından sonra olabildi. Bugün Fransız akademileri dünyanın en saygın bilim kurumları arasındadır. Fransız dilinin bekçiliği görevini üstlenmiş bir dil müessesesi olan Fransız Akademisinin akabinde Fransız Bilimler Akademisi, Fransız Yazıt ve Edebiyat Akademisi, Güzel Sanatlar Akademisi, Ahlaki ve Politik Bilimler Akademisi adı altında dört akademi daha oluşturuldu. Bunlardan Güzel Sanatlar Akademisi, 1816 yılında daha 1648’de kurulmuş olan Resim ve Heykel Akademisiyle, 1669’da kurulmuş olan Müzik Akademisinin birleşmesiyle ortaya çıkmıştır. Onların oluşturduğu meşhur Fransız Enstitüsü’ne dokunmak ne bir hükumetin ne de Millet Meclisinin haddidir. Bütçelerini devletin, yani halkın verdiği bu kurumlara dokunmaya kalkanın aklına, 1793’de akademileri kapatanların bugün nasıl anıldıkları geldiğinden asla öyle bir fiile cesaret edemezler. Ama bir politikacının aklına 1793’de olanların gelebilmesi için, kendisinin önce, bahis konusu olayların öğretildiği bir tahsile ve görgüye sahip olması gerekir. Buna sahip olmayanlar, bir akademinin ne olduğunu bilemeyecekleri için ona istediklerini yapabilirler. Ama, «akademi» kavramı yalnızca bağımsız bilimsel, elit gruplara aittir. Her isteyen akademi kuramaz, bir akademiyi değiştiremez veya dönüştüremez. Politika akademiye dokunduğu an o akademi akademilikten çıktığı için, politika gene de akademiye dokunamamış olur. Dünya çapında bilim insanlarının gördüğü saygıyı ve otoritelerini kıskananlar onların üstüne çıkmaya çalışabilirler. Fransız ihtilâlcileri, buna en güzel ve tarihte en iyi bilinen örneği oluştururlar. Onların önce özgürlüğünü elinden aldığı sonra da kapattığı akademi bugün hayattadır. Halbuki ona sataşmaya tevessül edenler o günden beri tüm uygar âlemce lânetle anılmaktadırlar. Hitler ve Stalin gibi diktatörler, ülkelerindeki akademileri, bu akademi içindeki üyelerin kendi sempatizanları marifetiyle yönetmeye kalkmışlardır. Albert Einstein, Prusya Bilimler Akademisinden Nazi hükumetinin isteği üzerine Max Planck imzasıyla kovulmuştur. Ama bu fecî olay Max Planck’ın büyük bilimsel şöhretinin üzerinde iğrenç bir leke olarak durmaktadır. Einstein’ın ise bu akademiyle ilişkisini bile hatırlayan var mıdır? Einstein tek başına Leibniz tarafından kurulmuş olan bu eski ve saygın akademiden bile büyük olabilmiştir. Bilimin tek patronu doğadır. Ona patronluk taslamaya kalkan devlet ve politikacıların isimlerini bugün tarihin çöplüğünde görüyoruz. Bu yazıyı artık ülkemin bir akademisinin olmamasının verdiği hüzünle bitiriyorum. TÜBA kurucu üyeliği bana büyük şeref vermiştir. Bu şerefi müteveffa TÜBA’nın eski kurucu üyesi sıfatıyla her zaman taşıyacağım.