17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Bu yazıyı ‘referandum’dan önce kaleme alıyorum. Sonuç ne olacak, şu anda kestirmem mümkün değil. Ama sanıyorum, 12 Eylül sonrasının Türkiyesi öncekinden farklı olacak. Evet’in SosyoPsikolojisi Evet dediğinizde, başkalarının kendileri için dayattığı kuralları onaylayıp, onların dünyasının seyircisi olmaya devam edersiniz. Hayır, sihirli bir sözcüktür; isterseniz dünyayı değiştirebilirsiniz. Mehmet Yılmaz, Psikolojik Danışman, [email protected] “Referandum Sonrası” Şunu baştan söyleyeyim: ‘Referandumu, her koşulda, halkın kendi iradesini özgürce ortaya koymasını sağlayan bir araç olarak görenlerden değilim. Halkın iradesini özgürce ortaya koyabilmesi için, o halkı oluşturan bireylerin akılları dogmaların, hiç kuşkulanılmadan, sorgusuz sualsiz kabullenilmiş önyargıların karartması altında olmamalıdır. Aklın dogmaların karanlığında kalmaması, ancak, özgürce düşünüp tartışmayı, merak etmeyi, sorgulamayı esas alan laik bir eğitimi toplumun bütün bireylerini kapsayan bir yaygınlığa kavuşturmakla mümkün olur. Bu eğitim, kuşakları kapsayan bir sürekliliğe, böylesi bir kararlılık ve derinliğe ulaşmışsa, belki o zaman halkın iradesini özgürce ortaya koyduğu ve kendi kaderi üzerindeki kararını özgürce belirlediği söylenebilir. Bu anlamda özgürleşmiş akla sahip bireyler, kendileri ve toplumları hakkında doğru olanı seçebilir. Denebilir ki, bu idealistçe bir yaklaşımdır; pratikte zaten böyle bir toplumun varlığı söz konusu değildir. Peki, o zaman pratiğe, kendi toplumumuzun pratiğine gelelim. Ben kendi hesabıma dönüp arkama baktığımda, 7 Kasım 1982’de yapılan referandumda 12 Eylül Anayasası’na %92,7 oranında evet oyu veren ve 12 Eylül döneminde konan siyasi yasakların kaldırılmasına 6 Eylül 1987’de yapılan referandumda kıl payıyla evet diyen (% 50,16) bir halk görüyorum. Eğer bu son ‘referandum’, gerçekten bir anayasa referandumu ya da bir başka deyişle, ekonomik, demokratik ve siyasal haklara ilişkin bir referandum olsaydı, sonuç hangi yönde tecelli etmiş olursa olsun, elde geçmişe ilişkin bu iki veri varken, halkımızın bu kez yanılmadığı, geleceği için doğru olan kararı verdiği söylenebilir miydi? Bence söylenemezdi; çünkü, 80’li yıllardan bu yana, halkımızın sayılan haklar konusundaki düşünsel birikiminde, ileriye dönük köklü bir dönüşüm olduğunu gösteren herhangi bir somut kanıt ortada yok; tam aksine, belirli inanç sistemleri adına, akla konan ipoteğin etki alanının daha da genişlediği biliniyor. Evet, ‘12 Eylül 2010 referandumu’ gerçekten bir anayasa referandumu olsaydı geçmişteki o iki referandumu ölçü alarak böyle bir değerlendirme yapabilirdik; ama hepimiz bu ‘referandum’un siyasi iktidarı elinde tutan partiye ilişkin bir güvenoylamasına dönüştüğünü ve sonucunu da buna göre değerlendirmemiz gerektiğini biliyoruz. Onun için diyorum ki, 12 Eylül sonrasının Türkiyesi öncekinden farklı olacak... İktidar partisi bu güvenoylamasından güç tazeleyerek çıkmışsa, ona yandaş olmayanların işi, bundan böyle daha da zorlaşacak. Örneğin, 12 Eylül’deki faşist darbenin getirdiği ‘YÖK’ gibi bir kuruma dört elle sarılıp, onu, ideolojiksiyasi bir organ haline getirmiş bir partinin, güvenoylamasından aldığı bu yeni güçle, sesi soluğu zaten kesilmiş olan ‘üniversite’yi ne hale getirebileceğini düşünebiliyor musunuz? Ya da, yaptığı yasa değişikliğiyle, özerkliğini ortadan kaldırıp emirkomuta zincirine bağladığı TÜBİTAK’ı bundan sonra ideolojiksiyasiamaçları için ne ölçüde kullanabileceğini? ‘İdeoloji’ terimini bilerek kullanıyorum. Çünkü ‘üniversite’, toplumsal yaşamda yeniden hâkim konuma getirilmek istenen din ideolojisinin mutlaka nüfuz etmesi gereken bir kurumdur: Din ideolojisi oraya nüfuz etmeli; bilime orada galebe çalmalıdır. Gücünü din ideolojisinden alan siyasi bir parti içinse, YÖK ve TÜBİTAK, bu amaçla kullanılabilecek ideolojiksiyasi araçlardır. Eğer, iktidar partisi beklediği sonucu alamamışsa, ona yandaş olmayanlar için durum, bana sorarsanız, çok daha zor olacaktır. Çünkü, din esasına dayanan ideolojiksiyasi emellerini gerçekleştirmek için iktidarda kalmaya ihtirasla bağlanmış bir parti, bu gücü kaybedeceği korkusuna düştüğünde, kendisine destek veren iç ve dış güçlerin isteklerine çok daha açık hale gelecek ve laik cumhuriyeti ayakta tutabilecek kurumlar üzerinde çok daha tahripkâr olacaktır. Dilerim yanılıyorumdur. “HAYIR sihirli bir sözcüktür; bütün dünya ona göre şekillenir.” D oğu toplumları insan ilişkilerinde kolay kolay “Hayır” diyemezler. Çünkü ilişkiler, daha çok başkalarını reddedememe, grup tarafından kabul görmeme kaygısı; karşıdakini kırma, alınacağını düşünme anlayışı ya da kalabalıklar gibi düşünüp, davranarak kendini güvende hissetme algısı üzerine oturur. Hayır diyemeyenler istenilmeyen durumlara, hoşa gitmeyen yaşantılara maruz kalırlar. Birey ya da toplum, bunun sonucu oluşan maddi ve manevi olumsuzlukları kendi içinde yaşamak zorundadır. İstemediği bir şeyi yapmış olmaktan mutsuz birey, bundan kaynaklanan olumsuz duygu enerjisini (kızgınlık, pişmanlık, öfke vs.) ya kendisine ya o kişiye ya da ilgisiz bir başkalarına yansıtır. Bu açıdan bakıldığında hayır, ilişkilerin samimiyetinin ve derinliğinin belirleyicisidir. Evet, Yok Edicidir: Sosyal yaşam içerisinde bireyi somutlayan, ortaya koyan, ilişki biçimini ve sınırlarını belirleyen kişiliğidir. Kişiliği somut hale getiren, öne çıkartan ya da geri plana iten, iki önemli araç vardır: EVET ve HAYIR. EVET ne kadar kişiliksiz, pasif, silik, tutarsız, korkak, ‘yok edici’ ise, HAYIR bir o kadar kişilikli, etkin, belirgin, tutarlı, cesur ve ‘var edici’ bir sözcüktür. HAYIR sözcüğü kişiliği tanımlayıp, bizi var ederken; EVET sözcüğü bizi yok eder. HAYIR dediğinizde kişiliğinizi ve kişilik sınırlarınızı, dolayısıyla kendinizi ortaya koymuş olursunuz. EVET esnektir, geçirgendir. Maddi ve manevi haklarınızın hoyratça kullanılmasına neden olur. Hayır’larınız kadar diğer insanlar sizinle olan ilişkilerine dikkat ederler. Hikâye herkesçe malumdur: ünlü bir ressam yapmış olduğu resimleri sergiler. Oradan geçen bir vatandaş bir resmi uzun uzun inceledikten sonra “çizmeler olmamış” der. Ressam elinde boya paleti ve fırçalarıyla adamın yanına gelir. Adamın çizmede gösterdiği yerleri düzeltir. Ressam resme şöyle bir bakar, “gerçekten de şimdi oldu” der. Adama “siz de mi ressamsınız? diye sorar. Adam: “Hayır, ben ayakkabı ustasıyım” der. Adam bir süre sonra resimde “pantolonun burası olmamış, ceketin şurası olmamış” diye yorum yaparken, ressam: “Hayır, çizmeyi aşma!” der. Ressam bir hayır ile ayakkabı ustasının eleştiri sınırını belirlemiş, böylece inisiyatifi (önceliği) kendi eline almıştır. İnisiyatif (karar önceliği) Hayır ile sizin; Evet ile karşınızdakinin elindedir. lanamaz. Özgürlüğün yükünü sırtından atarak güvenlik aramaya çalışır (Fromm, 1988).” Fromm (1988)’a göre, “kendini ortaya koyamayan, talepte bulunamayanlar, bunun yerine başkalarının gerçek ya da gerçek dışı buyruklarına boyun eğme eğilimi gösterirler. Bunlar çoğu zaman güç karşısında “ben istiyorum, ben buyum” duygusunu yaşama yetisinden yoksundurlar. Yaşamı, yaşadıklarını kendi denetimlerinin dışında değiştiremeyecekleri bir güç olarak algılarlar.” Oysa denetim tamamen sizin elinizdedir. Hayır dediğiniz andan itibaren her şey size göre şekillenir. Bütün mesele bunun farkında olup olmadığınızla ilgilidir. Çünkü, “İnsan, bir ‘birey’ durumuna geçerek insan olma doğrultusunda ya ilk adımı atar ya da özgürlükten kaçıp, belirsizlikten kurtulmayı vadeden boyun eğmeye yönelir (Fromm, 1988).” Yani ya “hayır” der kendinizi ve size ait dünyayı var edersiniz ya da boyun eğip, “evet” ile özgürlüğünüzden kaçarsınız. EVET, BASKICIDIR Bir talep, itaat etme beklentisini de beraberinde getirir. Diğer seçenek bertaraf (yok) edilir. İnsanlar ve kurumlar taraf yada bertaraf(!) olmaya zorlanır. Bu nedenle birileri bizden “sıra dışı” bir isteği yerine getirmemizi isterken, bu istek “evet” dememiz yönündedir. Bireyi bu istek yönünde itaat etmeye yönelten baskıyı ya karşımızdakinin ısrarı ve gücü ya da iç dünyamızdan kaynaklanan güçsüzlüğümüz oluşturur. Baskıcı rejimler ara renkleri (uzlaşmaları) ortadan kaldırarak, halkı ve kurumları siyah ya da beyaz, evet ya da hayır karşısında konumlanmak zorunda bırakırlar. Onlara demokratik(!) bir şekilde bertaraf (yok) olmamaları için taraf (bizim taraf) olmalarını salık verirler. Sonuç olarak gücün “evet” talebi bireyde, toplumda ve kurumlarda stres, gerginlik ve huzursuzluk yaratır. Bu durumda “evet” gücün; “hayır” benim seçimimdir. EVET, GÜVENLİKLİDİR Bu, sahte bir güvenliktir. Evet’in sahte güvenliği köleleştirir, kişiliksizleştirir, kendinize ve topluma yabancılaştırır. İtaat ederek elde ettikleriniz, gittikçe artan bir yüke dönüşür. Kalabalıkta kendinizi ararsınız; huzursuz olursunuz, içiniz sızlar. Kişiliğinizle, korkularınızla göz göze gelemezsiniz. Aynalardan kaçarsınız. Kendinizden kaçtıkça küçülürsünüz. Küçüldükçe gücün kanatları altına daha fazla girersiniz. Fromm (1988), “kendi özünden vazgeçen ve çevresindeki öteki milyonlarca robotla özdeş bir robota dönüşen kişinin artık yalnızlık, kaygı ve korku duymasına gerek kalmaz. Yaşamlarının anlamı ve kimlikleri büyük güç tarafından belirlenir” diyor. Ve ekliyor, “Ne var ki bu sahte güvenlik için ödediğiniz bedel çok ağırdır. Bu bedelle, kendi özünüzü yitirdiniz.” Kaynak: Fromm, E. (1988) Özgürlükten Kaçış. İstanbul: Payel Yayıncılık. EVET, ÖZGÜRLÜKTEN KAÇIŞTIR Özgürlük, bireyin kendi yaşam sorumluluğunu üstlenmesi ve seçimlerinin sonuçlarına katlanabilmesidir. Bunun için gücün (çemberin) dışına çıkmak, yani “özgürlük; mutlak bir güvensizlik, kuşku, yalnızlık, kaygı ve korku duygusuna yol açar (Fromm, 1988).” Yaşam sorumluluğunu üstlenemeyerek, “korkuya kapılan birey, özgürlüğünü teslim edeceği bir güç arar; kendi bireysel özüne kat CBT 1226/ 6 17 Eylül 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle