26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Doçentlik sınavı, uluslararası yayın kriterleri ve jüriler Mevcut doçentlik sınav sisteminin WEB kriterine odaklı olduğu dikkate alındığında, bilimsel kalite olgusunu ‘sulandıran’ bu gelişmenin olumsuz sonuçlarının görüleceğini söylemek, kehanet olmasa gerekir. Prof. Dr. Cem Alptekin, Boğaziçi Üniversitesi Emekli Öğretim Üyesi, [email protected] sanına gösterilen saygının yitim sürecini hızlandıracaktır. NE YAPILMALI? Bu durumda yapılması gereken, doçentlik başvuru kriterlerinden uluslararası hakemli dergi yayını isterlerinin ivedilikle ‘Uluslararası Bilimsel Yayınları Teşvik Programı’ (UBYTP) kapsamındaki atıf dizinlerine göre yeniden düzenlenmesidir. Bu bağlamdaki dergiler etki faktörlerine göre periyodik olarak incelemeye tutulmakta ve A, B ve C dereceleriyle sınıflandırılmaktadır. Daha da önemlisi, söz konusu dizinin gruplandırılması bilimin disiplinlerarası niteliğini de dikkate almakta ve söz gelimi bir anabilim dalında B sınıfında gösterilen bir dergi bu anabilim dalına bağdaşık bir başka dalda A sınıfına girebilmektedir. Bu tür ince ayar içeren nesnel bir değerlendirmenin, Üniversitelerarası Kurul doçentlik temel alan danışma komisyonlarının ve doçentlik jürilerinin işlerini önemli ölçüde kolaylaştırmasının yanısıra, bilimsel değerlendirmelerin öznellikten kurtulmasına yardımcı olması beklenir. Uygulamada doçentlik başvurusu için gerekli eşik değerinin saptanması anabilim dalı bazında oluşturulacak yayın sayısı, türü (uluslararası/ulusal), sınıfı (A, B, C), yazar sayısı gibi etmenler dikkate alınarak yapılabilecek ve bilimin kalitesinden ödün verilmeden işlemler nesnel bir biçimde gerçekleştirilebilecektir. Böylece aynı anabilim dalında A türü yayınla eşik değerini karşılama olgusunun yanısıra, C türü yayınla da bu değeri sağlayabilme garabeti ortadan kalkmış olacaktır. [1] M. Balcı, ‘Türk mucizesi değil!’ CBT 19 Aralık 2008, 1135: 1415. D oçentlik sınavlarının gündemde olduğu günümüzde çoğu doçent adayı, Amerika’da Thomson Reuters firması tarafından yayımlanan WEB of Knowledge uluslararası atıf dizinlerine giren dergilerde kendi anabilim dalına göre değişen belirli sayıda makale yayımlaması zorunlululuğunu biliyor. Bu ölçüt, 2000’li yıllardan bu yana, Türkiye adresli bilimsel yayınların uluslararası bilim arenasında artmasına ve ülkemiz akademik yaşamında kalite kavramının gelişmesine önemli katkılar sağladı. Ancak son yıllarda uluslararası düzeyde kaliteli yayın olgusunun içerik ve kapsamının bir takım ticari nedenlerle olumsuzlaştığı bir süreçten geçmekteyiz. Şöyle ki, WEB’in simgelediği Amerikan tekelciliğine set çekmek amacıyla Avrupa’da yayıncılık devi Elsevier firmasınca oluşturulan 16,000 dergilik SCOPUS veri tabanının özellikle AB ülkeleri üniversitelerince atıf dizini bağlamında kullanılmaya başlanması, Thomson Reuters firmasını 8500 civarında olan veri tabanını genişletmeye zorladı ve WEB’deki dergi sayısı ticari güdüler doğrultusunda 11,000’in üzerine çıktı. Bu bağlamda ülkemizden atıf dizinine giren dergi sayısı yaklaşık sekiz misli artarak 7’den 54’e yükseldi [1]. Mevcut doçentlik sınav sisteminin WEB kriterine odaklı olduğu dikkate alındığında, bilimsel kalite olgusunu ‘sulandıran’ bu gelişmenin olumsuz sonuçlarının görü leceğini söylemek, kehanet olmasa gerekir. Olumsuzlukların birincisi, Türkiye’den WEB’e giren dergilerin önemli bir bölümünün Türkçe yayımlanmaları nedeniyle uluslararası okunurluk vasfından yoksun olmalarıdır. Başka bir deyişle WEB kanalıyla ülkemiz bilim insanları daha çok birbirleriyle Türkçe söyleşmekte ve bu söyleşinin bazan YÖK sisteminin dışına dahi çıkamadığı gözlenmektedir. Bir diğer sorun, WEB kapsamının ticari kaygılarla genişletilmesiyle veri tabanına dünyanın çeşitli ülkelerinden eklenen bilimsel niteliği kuşkulu birçok derginin, günümüzde ‘usulen’ uluslararası hakemli dergi sıfatını kazanmış olmaları ve doçent adaylarına Türkiye dışında kolay bir yayın zemini oluşturmalarıdır. Söz konusu olumsuzluklar doçentlik jüri değerlendirmelerinin arzulanan nesnelliğini daha da zedeleyebilir. YÖK’ün 2000’li yıllarda doçentlik başvurularıyla ilgili yaptığı reformlardan biri de, doçentlik jürilerinde görevlendirilecek profesörlerin başvuru sahibi yardımcı doçentlerden istenen yayın isterlerinden daha yüksek standartları taşıması gereğiydi. Yıllar içinde yozlaştığı görülen bu yaklaşım jüri değerlendirmelerinin kalite olgusuyla bağdaşmayan bir biçimde öznelleşmesine yol açmışken, WEB’e olan güvenin sarsılması bu tür öznel davranışları daha da güçlendirebilecektir. Bu da uzun erimde ülkemizde bilime ve bilim in Daha Neler Olacak Neler! Sevgili Hocam Metin Özek’e Hep benimle kal! Dün geçti faydasız ağlamak Yarın ne getirecek bilemem Bugün yaşamaya bak ve sen de mutlu ol Daha da sarıl hayata Bak! Limon çiçekleri açmış Bak! Yaseminler de kokuyor Pırıl pırıl deniz Ilık ılık rüzgâr Ne olur bugün de kal! Metin Özek Hoca, 6 Eylül Pazartesi günü vefat etmiş.. Anılarımda o kadar yer tutan, çok sevdiğim hocamın cenaze namazına gidememiştim. Sonra, bilgisayarda çalışırken “Sisli bir Eylül Akşamı” isimli albümü dinlediğimi fark ettim. Tesadüf müydü? Bilinç dışı bir seçim miydi? Bu diskin Metin Özek Hoca ile bir ilişkisi vardı. Şarkının sözlerini internette bulamadım, dinleyerek yazmaya çalıştım. 2004’deydi yanılmıyorsam, bir kış günü, Metin Hocayla, Teşvikiye’de büro olarak kullandığı dairesinde buluşmuştuk. Eve girdiğim zaman bu müzik çalıyordu. Etkilendim. Bana Sadün Aksüt hakkında bilgi verdi. Anlattıklarının bir kısmını ‘Bir Zamanlar Çapa Nöroloji’de yazdım. Çok ilginç olaylar anlattı: Barış Derneği ile ilgili, mahpusluk yaşantılarıyla ilgili, klinik içi olaylarıyla, kendi halleri ve özel yaşantılarıyla ilgili… Metin Özek Hoca sürekli okuyan, sürekli zihinsel etkinlik içinde olan bir insandı. Ben Hocanın hep yazılı eser vermesini beklerdim. Bir özyaşamöyküsü çalışması olduğundan bahsetti. Yazdıklarından bana bölümler gösterdi. Sonradan düşündüğüm şey şu olmuştur: Hocanın konuşmaları öylesine canlı ve akıcı idi ki… Anlattıklarının çağrışımlarla dallanıp çember çember genişlenmesi, fakat sonra yine kapanıp başlangıç noktasına dönmesi ve oradan yine devam etmesi; anlattıklarının içerik zenginliği, esprisi, olağanüstü üslubu… Bunlar zaten başlı başına bir yaratı ve eserdi. Konuşmalarını sadece kaydedip yazmak yeterdi. Ona konuşmamız sırasında “Hocam, siz yazamazsınız çünkü eliniz, zihninizin hızına yetişemez; yazıya, o düşünce dalgalarını, çarpmalarını, o kıvrımları, o nüansları veremeyeceğiniz ve sözlerin canlı, doğal akışı ve çağrışımları ile yakaladığınız o renkleri, ahengi, yazarak bozmak istemeyeceğiniz için yazamazsınız,” demiştim. Metin Özek Hoca olağanüstü güzel ve etkileyici bir insandı. Huzur içinde yat sevgili Hocam. Yüreğimizde ve anılarımızda hep bizimle beraber kalacaksın. Metin Hoca, o akşam ayrılırken bana Sadun Aksüt’ün “Sisli Bir Eylül Akşamı” diskini verdi, daha önceleri Nazım’ın “Oğlum Canım Evladım Memedim”, Pavez’in “Yaşama Uğraşı” kitaplarını verdiği gibi… Arif Çelebi TV’de duyduğumdan beri ne büyük bir mutluluk yaşadım bilemezsiniz, çok şükür resmi tarihin en büyük hatası düzeltilmek üzere! Sağ olsun siyasilerimiz referandum öncesinden, daha ne aklımıza gelmez işler yapacaklarının bir ufak örneğini verdiler, sevindim hem de çok! 88 yıldır doğru sandığımız bir yanlışı düzelttiler, meğer 30 Ağustos zaferini siviller kazanmış, meğer Kocatepede Mustafa Kemal ve komutanlar değil, valiler, kaymakamlar, sadrazam hazretleri ve vükelalar varmış, gerçekte asker olmayan siviller Allah Allah diye bağırarak zaten de pek de güçlü olmayan pek de çarpışmayan Yunanlıların üstüne yürümüşler! Zaten yazıyordu bizim değerli liberal aydınlarımız gazetelerinde durumun hemen hemen böyle olduğunu da, inanmak istemiyorduk. Ordu yani Türk ordusu, zafer kazandım diye kutlanıyordu. Ama artık yağma yok; siviller, günümüz politikacılarının sayesinde haklarını alacak ve onlar kazandıkları zafer için kutlanacak. Hele evetler baskın çıktıktan sonra, bakın daha neler neler ortaya çıkacak. Ayhan Ulubelen TÜBA Onur Üyesi, [email protected] 250 fizikçi “Yüzyılın Deneyimini” tartışıyor Baştarafı 3. sayfadan 4 Tesla şiddetindeki manyetik alanın yanısıra birçok dedektör sisteminden yararlanılmakta. CMS deneyinin amacı, BHÇ’nı kullanarak toplanan verilerin çözümlenmesinden Higgs parçacığını bulmaya çalışmaktır. Higgs parcacığı şu anda maddenin temel özelliklerini anlamaya ve açıklamaya çalışan Fizik modellerinin bir çoğunda öngörülüyor. Maddeyi oluşturan temel parçacıklar altı lepton, altı kuark ve bunlar arasındaki temel etkileşmeleri gerçekleştiren aracı parçacıklardır. Bu modellerde parçacıkların kütlelerinin nerden geldiklerini açıklayabilmek için gerek duyulan Higgs alanının doğal bir sonucu da Higgs parçacığıdır. Dolayısıyla Higgs parçacığının var olup olmadığı sorusunun yanıtlanması tüm bu modellerin geçerliliği açısından son derece önemlidir. Higgs parçaçığını aramanın yanında CMS deneyinin diğer amaçlarından birisi de Süpersimetri modelinin öngörülerinin doğruluğunu araştırmak. Einstein’ın da aralarında olduğu birçok fizikçi, doğada bilinen dört temel kuvvetin aslında tek bir kuvvetten doğduğunu göstermeye çalıştı. Bu modellerin şu anda en tutarlısı Süpersimetri dediğimiz modeldir. Süpersimetri modeli elektromanyetik, kütlesel çekim, yeğin ve zayıf kuvvetleri birleştiren bir modeldir. Bu birleştirme sonucunda bilinen tüm parçacıkların süpersimetrik eşleri olduğu öngörülmekte. Ayrıca, 1417 Eylül 2010 tarihlerinde İstanbul Üniversitesi’nde Türk Fizik Derneği 27. Uluslararası Fizik Kongresi gerçekleştirdi. Kongreye 1985 yılı Nobel Fizik Ödülü sahibi Klaus von Klitzing ve 1999 yılı Nobel Fizik Ödülü sahibi Gerardus t’Hooft çağrılı konuşucu olarak katıldı. CBT 1226/ 19 17 Eylül 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle