Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu (tanolturkoglu@gmail.com) Kişinin bir fikir sahibi olması iyi birşey. Ancak bu aşırıya kaçtığında her türlü hayal mahsülü fikir, objektif bilgiden daha itibarlı hale gelebilir. Hakikatin çölünü reddetme eğiliminde olan birey için bu renkli hayal dünyası ne büyük bir nimettir! Dilediğin sebebi hayal et; olayların ardındaki gerçek o olsun! Darwin evrim teorisini nasıl oluşturdu? Darwin, doğal ayıklanma yoluyla türlerin evrimi fikrine üç aşamada ulaştı. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com reysel farklılıklar, doğal ayıklanmayla, en uygunların kalmasıyla neden saklanıp biriktirilmesin? İnsan kendine yararlı değişimleri seçebiliyorsa, değişen ve karmaşık yaşam koşullarında canlı varlıkların kendilerine yararlı değişimler neden sık sık ortaya çıkmasın, saklanmasın ve seçilmesin? Hayvanların ve bitkilerin zorlu yaşam kavgası şartlarında, elverişli değişmeler tutunmaya, elverişsiz olanlar da yok olmaya yüz tutacaklardır. Bunun sonucu da, yeni türlerin ortaya çıkmasıdır. Darwin’in evrim teorisine giden yolda vardığı ikinci düşünsel gelişme aşaması budur. Artık çalışmalarına destek olacak bir teoriyi bulmuştu. Ancak yanlış bir düşünceye kapılacağından endişe eden Darwin, bu konuda birkaç yıl hiçbir şey yazmadı. İlk kez 1842 Temmuzunda teorisinin 35 sayfalık küçük bir özetini yazdı. 1844 yazında ise bu özeti genişleterek 230 sayfalık bir metin haline getirdi. “Hakikatın Çölü) Birkaç gün önce yazar Paulo Coelho Twitter üzerinden kendisini izleyenlere bir soru sordu: Matrix filminde “Hakikatin çölüne hoşgeldiniz” diyen karakter hangisiydi? Hakikat neden çöle benzer? Çevremizde meydana gelen olayları ya da birilerinin söylediği bir sözü ya da aldığını bir kararı (doğrudan ya da dolaylı bizi ilgilendirdiği için) irdelememiz gerektiğini varsayalım. O olay neden oldu? O kişi neden öyle dedi? Ya da neden öyle bir karar almış? Perdenin arkasında yatan gerçekleri ararken çok kritik bir noktadan geçeriz. Bu arama, tarama, irdeleme işini yaparken baz alacağımız temel paradigma nedir? Bu noktayı o kadar hızlı geçeriz ki bunun bir değeri olduğunu bilmemekle kalmaz, bunun aslında tüm resmi değiştirecek güce sahip olduğunu da algılayamayız. Birisi bir vesile ile (mesela bu yazı) konunun altını çizmeye kalktığında da büyük bir olasılıkla onunla hem fikir olmamız olanaksıza yakın bir köşeye atılacaktır... Nedir o paradigma? Basitçe, sadece kendine kapalı bir çevrede oluşmuş kişisel fikirlerimizi mi baz alacağız? Yoksa kendimizin, kendi fikirlerimizin de dışına çıkarak, başka bireylerin fikirlerini ya da daha objektif olduğu konusunda mutabakat sağlanmış fikir/bilgi kaynaklarını da resmin içine dahil edecek miyiz? Bu kritik nokta bizim birey olarak, toplum olarak bilgi çağının neresinde olduğumuzu net bir şekilde gözler önüne serme gibi “kötü” bir özelliğe sahip! Eğer sadece kendimiz ile sınırlı kalma yolunu seçersek; o olay, söz ya da kararla ilgili olarak fantezi dünyası önümüzde sonsuza dek açılmış olur. Hayal kurma kapasitemiz burada kendisini azami ölçüde gösterir ve inanılmaz sebepler icat ederiz. İcat edilen bu rengarenk sebeplerin ortak özellikleri de olacaktır. Mesela duruma göre bize en büyük kötülüğü yapacak olanlar gibi. Böylece birisi bizi hiç dikkate almadan bir laf etmiş olsa bile bizim sınırsız hayal kurma dünyamız sonuçta aslında o kişinin oturup bize en büyük zararı dokunacak lafın ne olduğunu arayıp tarayıp bulmuş ve söylemiş olduğu fantezisini geliştirir. Oysa kendi dışındaki kaynakları da resme dahil etme yolunu tercih eden birisi, o kişinin neden öyle demiş olabileceği konusunda daha objektif kaynaklara da başvurarak veri ve enformasyonu bir araya getirir ve bunlar ışığında bir bilgi üretir. Fantezi dünyasındaki birey bunun etkisinde o derece kalabilir ki tesadüfen gerçek ile karşılaşsa bile gerçeğin çölünün renksizliği, hayalgücünden uzaklığı ona itici gelecektir. Bu çerçevede kişi gerçeğin çölünü acilen terk etmek ve kendi renkli hayal dünyasına geri dönmek ister. Böyle bir kişiye gerçeğin ne olduğunu bulmasını sağlamanın ya da anlatmanın ne anlamı olabilir ki? (Yine Matrix filminde Cypher karakterinin tüm ekibi ajan Smith’e sattığı yemek sahnesini anımsayın) Bilgi toplumu bu açıdan bakıldığında hakikatın çölünde yaşar. Bilgiden istifade etmesini bellemiş birey de hakikatin çölünde yaşamaktan rahatsızlık duymaz. Bilgi tarih boyunca insanın gözlerine musallat olmuş aldatıcı gözlükleri çıkarıp atma eğilimindedir. Adem ile Havva’nın, cennetten kovulmalarına neden olan bilgi ağacının meyvesini yemelerinden beri. Belki de asıl husus cennet olgusuyla ilgilidir! Belki de o meyve cennete giriş anahtarıydı! D arwin’in bir doğa araştırmaları gemisiyle ücretsiz dünya gezisine çıkmayı istemiş olmasında doğa ilgisi belirleyicidir. Darwin, araştırma gemisi Beagle ile 18311836 yıllarında yaptığı dünya turu sırasında gezdiği yerlerde, değişen koşullarla birlikte, canlı varlıkların da değişiklikler gösterdiğini gördü. Bu izlenimleri ve özellikle de Arjantin’de fosillerle ilgili gözlemleri ile Galapagos Takımadaları’nda coğrafi izolasyonun sonuçlarıyla ilgili gördükleri, onu türlerin kökeni üzerine yoğun bir biçimde düşünmeye itmiştir. Darwin İngiltere’ye döndüğünde, doğal ortamdaki bitkiler ve hayvanlarla ilgili binlerce gözlem verisi toplamış bulunuyordu. Türlerin kökeniyle ilgili esaslı bir açıklayıcı sonuca ulaşabilmesinin ancak mümkün olan bütün olguların toplanmasıyla gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Bu çerçevede 1837 Temmuzunda ilk defterini tutmaya başladı ve bu sırada kendi deyimiyle, hiçbir teoriye eğilim göstermeksizin, bir yandan eski gözlem verilerini sınıflandırmaya ve yorumlamaya çalışırken, diğer yandan da yeni araştırma sonuçlarını inceledi ve bahçıvanlarla ve hayvan ıslahıyla uğraşan yetiştiricilerle konuşmalar yaptı, onların deneylerinden bilgi edinmeye çalıştı. Darwin’in düşünsel gelişiminin ve evrim teorisinin ilk aşaması, bu çalışmaları sırasında ve hızla gerçekleşmiştir. Darwin anlamıştı ki, yapay yoldan daha yararlı hayvan ve bitki türlerinin oluşturulmasının anahtarı, ayıklanma (seçilim) ilkesindeydi. Buna hiç şüphe yoktu. Ama doğal haldeki hayvan ve bitki türlerinde ayıklanmanın nasıl gerçekleşebileceği konusunda bir fikir geliştiremedi. Bu konu, onun için bir yıldan fazla bir muamma olarak kaldı. DEĞİŞME DERECESİ SORUNU Darwin, gözlemlerinden ulaştığı düşünsel sonuçlara uygun teorik çerçeveyi bulmuştu. Fakat hâlâ bir problem vardı. Canlılardaki değişme derecesi hangi düzeylere varabilirdi? Darwin, aynı soydan gelen canlı varlıkların değişime uğradıkça uzun sürelerde gitgide birbirlerinden büyük farklılıklarla ayrılabileceklerini düşünüyordu. Bir tür içindeki bireyler arasında görülen farklılıklar, zaman içinde türler arasındaki farklılığa dönüşebilirdi. Bu farklılıkların büyük bir dereceye varmış olduğunu, bütün canlı türlerinin, cinslere, familyalara ayrılmış olmaları da açık olarak göstermiyor muydu? Darwin bu fikre, 1844 yazında bir gün arabada giderken büyük bir sevinç içinde ulaştığını söylemektedir. İşte Darwin’in evrim teorisine giden yoldaki son düşünsel sıçrama aşaması da budur. Darwin, fikirlerini tümüyle olgunlaştırdığı halde yayımlama yoluna gitmedi. 1856 yılının başlarında Lyell, Darwin’e görüşlerini kapsamlı bir şekilde yazmasını önerdi. Darwin de bir süre sonra, Türlerin Kökeni kitabından çok daha fazla kapsamda bir metin yazdı. Fakat gerçekte bu, yazmayı düşündüklerinin ancak yarısını oluşturuyordu. Tam bu sırada Wallace, 1858 yazı başlarında, Darwin’e onunkiyle tamamen aynı olan teorisiyle ilgili metnini göndermiş ve yayımlanması için aracılık etmesi ricasında bulunmuştu. Wallace’ın bu girişimi Darwin’in çalışmasının kapsamını değiştirdi ve yayımlanmasını hızlandırdı. Darwin, 1856’da yazdığı çalışmasının özetini çıkardı ve ikinci yarısını da ilk yarısına uygun biçimde tamamlayarak, 1859 Kasım’ında Türlerin Kökeni’ni yayımladı. MALTHUS’U KEŞFİ Darwin, 1838’in Ekiminde, yani sistematik araştırmalarına başlamasından 15 ay sonra, tesadüfen Malthus’un nüfus hakkındaki kitabını okudu ve doğal ayıklanmayla ilgili esin kaynağını bir anda bu kitapta buldu. Malthus, kitabında doğadaki yaşam kaynaklarının aritmetik olarak artışına karşın, insanların geometrik bir artışla çoğaldığını ve bu durumun insanlar arasında çok çetin bir rekabete ve yaşam kavgasına yol açtığını, bu kavgada ortama en uyumlu olanların hayatta kalabildiğini söylüyordu. Darwin, hayvanların ve bitkilerin de doğada nasıl büyük bir yaşam kavgası yürüttüklerine, gözlemlerinden dolayı zaten doğrudan şahit olmuştu. Kitabı okuduğunda hemen şu fikre ulaştı: Hayvanlar ve bitkiler pek az ve pek yavaş da olsa değişiyorsa, herhangi bir yararı olan değişimler ya da bi CBT 1226/ 12 17 Eylül 2010