13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Sağlık Tedavi edilmeyen alerji, astıma neden olabilir Alerji, çevredeki “alerjen” dediğimiz maddelere karşı aşırı duyarlılık göstererek gelişen hastalıklar grubudur. Bu alerjenler, normalde genetik olarak alerjiye yatkınlığı olmayan kişilerde hastalığa yani aşırı duyarlılığa neden olmaz. Doç. Dr. Jale Göktan, Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi Alerji İmmünoloji Bölümü alerjenlerden en sık hastalığa neden olanlar ev tozu akarları (minik bitcikler), küf mantarları, evcil hayvanların tüyleri ve salgılarındaki alerjik moleküllerdir. Bu alerjenlere karşı da gelişen aşırı duyarlılık sonucu, önceleri hafif burun akıntısı, hapşırık ve/veya göz kaşıntıları ile başlayan klinik belirtiler, erken tanı konulup önlem alınmadığı durumlarda ilerleyerek astıma kadar varabilir. Yiyecek ve ev tozu akarları ve evcil hayvanlar gibi alerjenler, yıl boyunca hastalığı tetikler. Üç yaş ve daha büyük çocuklarda ve erişkinlerde, yukarıda sözü geçen alerjenlere “polen” dediğimiz, bitkilerin döllenmek için salgıladıkları tohumcuklar da eklenir ve mevsimsel yakınmalarda artma olur. Mevsimsel “polen” alerjenlerine karşı aşırı duyarlılıklar yıllar geçtikçe giderek artar ve örneğin her ilkbahar, yaz ya da sonbaharda (ya da her iki mevsimde de) çeşitli bitki polenlerine karşı aşırı duyarlılık belirti ve bulgularının şiddetinde artma olur. IGE düzeyleri arttıkça mevsimsel astım olasılığı artar. Bazen de hastada genetik olarak alerjiye yatkınlık vardır ama alerjik belirti ve bulgular pek belirgin değildir. Buna rağmen bu tip hastalar viral enfeksiyonlar, sinüzit, hava kirlilikleri, sigara dumanı gibi ikincil faktörlere maruz kaldıkları zaman şiddetli astım krizleri yaşayabilirler. Bu nedenle, genetik olarak alerjiye yatkın çocukları ve erişkinleri yakından izlemek ve daha belirtiler başlamadan ya da belirtilerin en erken döneminde önlemlerin alınmasını sağlamak gerekir. Böylece hem alerjenlerle ve hem de ikincil faktörlerle astım gelişmesini önlemeye çalışmak gerekir. Örneğin grip aşısı (Influnza A) her sonbaharda aile üyelerine uygulanmalı, sigara içilmesi önlenmeli, hava kirliliklerini minimum düzeye indirecek önlemler alınmalıdır. Ev içi alerjenlerin de ortadan kaldırılmasına yönelik temizlik yöntemleri uygulamalıdır. Kedi – köpeye alerjisi olanlar, evlerinde hayvan beslememelidir. Sadece alerjiye yatkınlığı olanlar ve henüz bu hayvanlara aşırı duyarlılık geliştirmemiş olanlar bile eve evcil hayvan almadan önce iki kez düşünmelidir. Duygusal olarak ev hayvanlarından ayrılmak A lerjinin gelişebilmesi için genetik yatkınlık olması gerekir. Özünde hastalık, immün sistemin (bağışıklık sisteminin) alerjik yanıt biçiminde gelişmesine neden olan IGE dediğimiz antikorları yapmasıyla başlar. Alerjik kişinin maruz kaldığı alerjenler, dolaşımda ve dokularda bulunan bu IGE antikorları ile özel alerji hücrelerinin yüzeyinde birleşerek hastalık tablosunu belirleyen moleküllerin (maddecik) açığa çıkmasına neden olurlar. Histamin ve lokotrien vb. gibi alerjideki en göze çarpan belirtiler ise hapşırık, burun tıkanıklığı, nefes darlığı, hırıltılı ve hışırtılı solunum, kaşıntı, deri döküntüleri ve/veya egzama, ishal, kusma olarak sıralanabilir. Her bir alerjene özgün IGE vardır ve bu özgün IGE’ler gerek kan testleri, gerek deri testleri ile saptanabilir ve hastanın hangi alerjene aşırı duyarlı olduğu belirlenebilir. Buna karşın hiçbir zaman IGE özgün antikor saptanamayan durumlar olabilir. Yapılan çalışmalar geç ve gecikmiş tip aşırı reaksiyon dediğimiz mekanizmalarla da aşırı duyarlılıklar olabildiğini göstermiştir. İyi bir öykü alımı ile anlaşılmaya çalışılır. Bazen de akademik düzeyde araştırma gerekebilir. Bebeklik çağında en sık gördüğümüz alerji, yiyeceklerle olur (süt, yumurta, soya vb. gibi). Klinik belirtiler çok farklı olabilir. Alerjik egzama veya “atopik dermatit”; kusmalar, ishaller, öksürük, hırıltılı solunum, nefes darlığı, astım gibi. Kimi bebeklerde bu belirtilerin biri ya da öteki olabildiği gibi, kimilerinde ise birden fazla belirti ve bulgu gelişebilir. Hastalarda yiyecek alerjileriyle, hafif kaşıntı, deri döküntüsü varken özgün IGE düzeyleri arttıkça astıma kadar gelişen klinik tablolar ortaya çıkar. Erken bebeklik çağında en sık süt alerjisi görülür. Bebeğin diyetinden süt ve süt ürünlerinin kaldırılmasıyla, bu bebeğin süt proteinine maruz kalması önlenir. Böylece bebeğin daha fazla süt özgün IGE yapması azalır. Yoksa yüksek IGE düzeylerine paralel olarak ciddi atopik dermatit ve/veya astıma kadar varan klinik tablolar ortaya çıkar. Bebeklik ve erken çocukluk çağlarında havayolu ile gelen Doç. Dr. Jale Göktan zorlaştıkça aşırı duyarlılık başlayabilmekte, zamanla duyarlılık artmakta, hastalık kronik astım boyutlarına varabilmektedir. Ev tozu akarları için de benzer önlemler geçerlidir. Özellikle yatak odalarındaki akarlardan kurtulma yöntemleri uygulanmalıdır. Eşyalar özel temizlik maddeleriyle temizlenmeli, yastık – yorgan ve yataklar özel alerjen koruyucu kılıflarla kaplanmalıdır. Bütün bunlar ilk bakışta “uç” önlemler gibi görünse de astıma ilerleyişin önlenmesi açısından çok önemlidir. Çünkü alerjenlere maruz kalmayı önlemekle, özgün IGE yapımı durdurulur veya yavaşlatılır. Böylece aşırı duyarlılık hali de azaltılabilir. Tabii çok iyi ve modern ilaç tedavileri vardır ama ilaçlar astım bulgularını ortadan kaldırsa bile, alerjenlerden kaçınılmazsa alerjik reaktivite alttan alta giderek artabilir. Temizlik, alerjenlerden arınma yöntemleri ve ilaçlara rağmen bu şikâyetler devam edebilir. Böyle durumlarda alerjen immünoterapi’den (alerji aşısı) söz edilebilir ama alerji aşısına, astım başlamadan veya yerleşip, kronikleşmeden başlamak gerekir. Çünkü astım bir kez yerleşti mi alerji aşısı, astımı tedavi etmez, edemez. Aynı şekilde yiyecek alerjileri de alerji aşısı ile tedavi edilemez. Ailelerinde alerji hikâyesi bulunan kişilerin erken tanı ve tedavi için doktorları ile konuşması ve ne gibi bir yol izlemeleri gerektiğini öğrenmeleri tavsiye edilir. İlk kadın felsefe doktorumuz Kamuran Birand Cumhuriyetin ilk yıllarında Darülfünun’dan mezun olan kadın felsefecilerimiz felsefe eğitimine önemli katkılarda bulundu. Ülkemizde felsefe dalında akademik görev yapan ve doktora derecesi alan ilk kadın ise Kamuran Birand oldu. Osman Bahadır bahadirosman@hotmail.com Keyise İdalı, Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nde gördüğü felsefe eğitimini 1935 yılında bitirmişti. Arslan Kaynardağ, Keyise İdalı’nın büyük olasılıkla Batı’da felsefe öğrenimi gören ilk kadın olduğunu söylemektedir. (9 Mart 1932 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, “Bir Türk Kızının Muvaffakiyeti” başlıklı yazıda bildirildiğine göre, Saadet isminde bir Türk kızı Berlin Darülfünunu’nun felsefe ve filoloji bölümünden mezun olmuş ve 18 Şubat 1932 tarihinde de felsefe ve filoloji doktoru unvanını kazanmıştır. Ancak yazıdan anlaşıldığına göre Saadet Hanım ilk öğrenimini Kazan’da tamamlamış ve lise öğrenimine Sovyetler Birliği’nde başladıktan sonra Berlin’deki bir liseden mezun olmuştur. Dolayısıyla Saadet Hanım muhtemelen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değildi. Saadet Hanım’ın daha sonraki yaşamı ve çalışmaları hakkında başka bir bilgiye sahip değiliz.) Akademik görev yapan ilk kadın felsefecimiz Kamuran Birand’dır. Kamuran Birand, 1943 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’ne asistan olarak girmiş ve ünlü Alman felsefecisi E. von Aster’in yanında çalışmaya başlamıştı. Kamuran Birand, 1917’de Konya Karaman’da doğdu. 1938’de Erenköy Kız Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne girdi ve 1942’de felsefe eğitimini tamamladı. Hilmi Ziya Ülken’le yaptığı ve 13 Temmuz 1948’de 1 Arslan Kaynardağ; Kadın Felsefecilerimiz, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 1999. Prof. Dr. Feza Günergun; “İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde 19421963 yılları arasında yapılan doktoralar”, s.(518526), Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişimi (18611961); Ed: N. Kemal Aras, E. Dölen, O. Bahadır, Türkiye Bilimler Akademisi Yayını, Ankara 1997. CBT 1225/17 10 Eylül 2010 920’li yıllarda Darülfünun’un felsefe bölümünü bitiren ilk kız öğrencilerden biri, Semiha Cemal Hanım’dır. Semiha Cemal Hanım mezun olduktan sonra Çapa Kız Öğretmen Okulu’nda ve İzmir Kız Lisesi’nde psikoloji ve felsefe öğretmenliği yapmış ve ayrıca 1920’li yılların sonunda ve 1930’lu yılların başında, ilkçağ Yunan felsefecilerinin birçok eserini Türkçeye çevirmiştir. Niyazi Berkes bir yazısında, “Böyle bir devirde Semiha Cemal’in bu kadar değerli eserleri çevirip bize hediye etmesini hayret ve şükranla karşılıyorum” demiştir. 2008 yılında kaybettiğimiz değerli felsefecimiz Arslan Kaynardağ, Cumhuriyetin ilk beş kadın felsefecisi olarak şu isimleri anmamız gerektiğini söylemektedir: Semiha Cemal, Şaziye Berin (Kurt), Tezer Ağaoğlu (Taşkıran), Keyise İdalı ve Faika İsameddin. kabul edilen doktora tezinin konusu, “Namık Kemal’in devlet anlayışı – Aydınlanma devri ve Türk düşüncesi üzerine bazı tesirleri”dir. Bu doktora derecesi, ülkemizde bir kadın tarafından alınan ilk felsefe doktorası derecesidir. Aynı zamanda, Rudolf Graf (1942) ve Ziya Somar’dan (1946) sonra alınan üçüncü felsefe doktorası derecesidir. Kamuran Birand, 1948 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geçti ve orada 1953’te doçent, 1960’da da profesör oldu. Kamuran Birand aynı zamanda ülkemizin ilk kadın felsefe profesörüdür. Bu değerli felsefecimizi, yakalandığı bir hastalık sonucunda 1964’te çok erken bir yaşında kaybettik. Fransızca ve Almanca bilen Kamuran Birand, 1957 yılındaki 12. Dünya Felsefe Kongresi’ne İlahiyat Fakültesi adına katılmış ve bildiri sunmuştur. İlahiyat Fakültesi’nde verdiği ilkçağ felsefesi tarihi ders notlarını ve “Dilthey ve Rickert’te Manevi İlimler Görüşü” başlıklı doçentlik tezini kitap olarak yayımlamıştır. Onun ayrıca Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi’nde birçok felsefe yazıları bulunmaktadır. Yararlanılan kaynaklar:
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle