13 Kasım 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aşk Edebiyatında Aşk Aşk, her dönemde geçerliliğini yitirmeyen önemli bir kavram. Günümüzde farklı şekillerde tartışma konusu olsa da o değerinden hiçbir şey kaybetmez Aşk, her daim edebi eserlerin konusu olacak. Belki nesiller değişecek, belki yüzyıllar boyunca farklı yansımaları olacak ama aşk mutlaka olacak. Yard. Doç. Dr. Hacer Gülşen (İstanbul Kültür Üniversitesi) Aşk, sözlükte sevgi ve muhabbet kelimeleriyle karşılanan bir kavram. Bu sevgi sadece kadınla erkek arasındaki bir çekim gücünü değil bunun ötesinde bazı anlamları da yüklenmektedir. Bir Arap atasözü “Aşk hasretten doğar” der. İnsan bu hasreti nasıl giderir. Mevlana: “Aşka uçamadıktan sonra kanat neye yarar?” sorusunu sorar. Aslında seven sevdiğiyle beraberdir ve mesafelerin bu beraberlikte ayırıcı olmadığı da görülür. Yine Mevlana der ki: “Ben ne kalbimle ne de aklımla severim. Olur ya... Kalp durur... Akıl unutur... Ben ruhumla severim. O ne durur, ne de unutur.” Klasik şiirin en temel kavramlarından biri aşktır. Fuzuli: “Aşk imiş âlemde her ne var ise İlim bir kıyl ü kâl ( dedikodu) imiş ancak ” derken, âlemde var olan her şeyin aşktan ibaret olduğunu ifade etmektedir. Şeyh Galip özellikle Hüsn ü Aşk (Güzellik ve Aşk) adlı mesnevisinde aşkın boyutlarını ve güzelliğini sembollerle anlatmıştır. Tanzimat döneminde ise aşk, artık hürriyet, eşitlik, adalet gibi yeni kavramlara bağlanır. Örneğin Namık Kemal, Hürriyet Kasidesi’nde “Ne efsunkâr (büyüleyici) imişsin ah ey didârı hürriyet (hürriyetin yüzü) Esîri aşkın (aşkının esiri) olduk gerçi kurtulduk esâretten” derken hürriyet kavramına olan aşkını, bağlılığını da vurgulamış oluyor. Serveti fünun edebi topluluğuyla, aşk kavramı eserlerin asli konusu olur. Serveti fünun döneminde aşkın psikolojik boyutlarını ele alan edebiyatçılar arasında Mehmet Rauf, Halit Ziya gibi isimleri saymamız yerinde olur. Serveti fünun ve Fecri Ati dönemi edebiyatçılarının aşka bakışları gelenekten tümüyle ayrılır. Cumhuriyet dönemi sanatkârları da, genel olarak aşkı, beşeri yönden görmüş ve değerlendirmişlerdir. Necip Fazıl ve Nâzım Hikmet aşkı farklı biçimlerde ama bütün derinliğiyle ele alan iki sanatçımızdır. Necip Fazıl, “Beklenen” şiirinde geç kalan sevgiliye sitem eder ve artık gelmesini faydasız bulur: “Geçti istemem gelmeni, Yokluğunda buldum seni; Bırak vehmimde gölgeni, Gelme, artık neye yarar” Nâzım Hikmet’e göre ise: “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da, Hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil”dir. Tutuklu geçirdiği yıllarda, sevdiğine olan özlemini, çarpıcı dizelerle anlatmıştır: CBT 1225 / 14 10 Eylül 2010 “Seviyorum seni ekmeği tuza banıp yer gibi Geceleyin ateşler içinde uyanarak ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi.” Cumhuriyet dönemi şiirinde belki en çok beğenilen aşk şiirlerinden biri Attila İlhan’a aittir: “ben sana mecburum bilemezsin adını mıh gibi aklımda tutuyorum büyüdükçe büyüyor gözlerin ben sana mecburum bilemezsin içimi seninle ısıtıyorum” Özdemir Asaf’ın dizelerinde ise aşk emek isteyen bir iştir. “Bir seviyi anlamak Bir yaşam harcamaktır, Harcayacaksın. Bir gün, tam anlatmaya.. Bakacaksın, Gözlerimi kapayacağım.. Anlayacaksın.” Aşk, her daim edebi eserlerin konusu olacak. Belki nesiller değişecek, belki yüzyıllar boyunca farklı yansımaları olaNazım Hikmet cak ama aşk mutlaka olacak. Tıpkı Murathan Mungan’ın şiirinde belirttiği gibi: “Aşk yeniden Akdeniz’in tuzu gibi Aşk yeniden Rüzgârlı bir akşam vakti Aşk yeniden Karanlıkta bir gül açarken Aşk yeniden” Sabahattin Ali’nin “Değirmen” adlı hikâyesini aşkın en iyi şekilde anlatıldığı bir eser olarak değerlendirmek ve ona göre okumak gerekir. Yazar, aşkı şu satırlarla sorgular: “Sen aşkın ne olduğunu bilir misin adaşım, sen hiç sevdin mi?... İnsan ilk aşkından sonra ikinci bir aşka oradan üçüncüye ve dördüncüye doğru yönelir. Peki ama, bu sevmek midir be adaşım, bir kadını öpmek, onu istemek sevmek midir? …Sen sevgiline ne verebilirsin sanki? Kalbini mi? Pekâlâ, ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o?... Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin?... Hem biliyor musun, bu aptalca bir laftır; kalbin olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun… Siz sevemezsiniz adaşım” diyerek hikâyesine devam eder.Yazar, sevginin emek isteyen bir iş olduğunu vurgulamak ister. Küçük İskender’in Alpha şiiri günümüzün aşk anlayışına uygun bir şiirdir: “Nehirlere karışan zehirli atıklar gibi ağır ağır akarak kanıma karışmakta yokluğun! Hiç sormadım, neydi başka elbiseler içinde bulduğun aynı askıyla dolaba kaldırılan iki güzel yelektik biz güveye benzer bir şey oldu suskunluğun!.. anladım ki: aşk naftalinlenmiyormuş meğer, eğer kanıtlanmıyorsa suçun!” Görülüyor ki aşk, her dönemde geçerliliğini yitirAttila İlhan Özdemir Asaf meyen önemli bir kavram. Günümüzde farklı şekillerde tartışma konusu olsa da o değerinden hiçbir şey kaybetmez. Onun değerini bilen insanlar aşkı yüzyıllar boyunca yaşayıp yaşatmaya devam edecek. Müziğin Dili Gerçekten de Evrensel Olabilir Yeni bir araştırmaya göre, Afrikalı yerliler daha önce hiç dinlememiş olsalar bile Batı müziğindeki neşe, hüzün ve korku gibi duyguları algılayabiliyor. Max Planck Enstitüsü İnsan Davranışları ve Beyin Bilimleri uzmanı Thomas Fritz, “bu bulgular Batı müziğinin, müziklerinde duygusal anlatıma pek önem vermeyen kültürlerde bile neden bu denli beğeni topladığı konusuna bir açıklık getirebilir,” diyor. Araştırmacılar duygu dışavurumunun Batı müziğinin temel unsurlarından biri olduğuna ve Batılı kültürlerde bir müziğin genelde duygulara seslendiği oranda beğeni topladığına, oysa öteki müzikal geleneklerde başka unsurların ölçüt alındığına dikkat çekiyorlar. Araştırmada Fritz, Stefan Koelsch ve arkadaşları daha önce hiç Batı müziği dinlememiş olan insanların bu müziğin içerdiği duyguları paylaşıp paylaşmadıklarını öğrenmek istedi. Daha önceki çalışmalarda, belli müzik türlerine az buçuk aşina olan kişilere, sözgelimi Hint müziği dinleyen Batılılara, benzer sorular sorulmuştu. Ne var ki, araştırmacılar müzik konusunda gerçek anlamda evrensel verilere ulaşılması için uygulamanın Batı müziğinin tümden yabancısı olan denekler üzerinde yapılması gerektiğine inanıyordu. Kamerun’da yaşayan yaklaşık 250 etnik topluluktan biri olan Mafaları inceleyen Fritz, bilgisayarı ve güneşten enerji toplayan aygıtıyla bu insanların yaşadığı Mandara Dağları’nı ziyaret etti. Gerek Batılıların gerekse daha önce hiç Batı müziği dinlememiş olan Mafaların müzikle dışa vurulan neşe, hüzün ve korku gibi duyguları rastlantı olmayacak denli yoğun bir biçimde algıladıkları belgelendi. Gelgelelim, Mafalı deneklerin performanslarında dikkate değer farklılıklara tanık oldular. Araştırmaya katılan 21 denekten ikisinin rastlantı düzeyinde bir davranış sergilediği, her iki grubun da değerlendirme sürecinde müziğin benzer özelliklerini esas aldıkları görüldü. Müzik üzerinde oynamalar yapan ve hem Batılıların hem de Afrikalıların müziğin özgün biçimini değişikliğe uğrayan müziğe yeğlediklerini gören araştırmacılar bu tercihin kısmen de olsa üzerinde oynanan müziğin giderek uyumunu yitirmesinden kaynaklanabileceğine inanıyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle