Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com Suyun Bilmediğimiz Özellikleri Su her yerde dünya yüzeyinde yaklaşık 1,386 milyon kilometre küp (332,5 milyon mil küp) su bulunuyor. Ancak, şişe sular katıldığında bile, bunun yalnızca %1 kadarının temiz ve ulaşılabilir nitelikte olduğu belirtiliyor. “Temiz” kavramı göreceli bir kavram olabilir. 2009 yılından önce ABD’de şişe suların E.koli’den arındırılması zorunluluğu yoktu. Aslına bakarsanız, suda E.koli olması o kadar da kötü bir durum değil. 1999’da A.B.D’deki Doğal Kaynakları Koruma Konseyi belli bir marka kaynak suyunun bir sanayi bölgesinde zararlı atıkların döküldüğü bir atık alanından geldiğini ortaya koydu. İçiniz rahat olsun! Uluslararası Uzay İstasyonu’ndaki yeni Su Geri Kazanım Sistemi uzay adamlarının ter ve idrarlarının %93’ünü yeniden içme suyuna dönüştürebiliyor. Kuzey Irak’taki Kürt köylerinde suyun mikroplardan arındırılması için NASA sisteminin taşınabilir bir biçiminden yararlanılıyor. Buz, bol miktarda boş alan içeren, tetrahedral yapıda bir moleküller bileşimidir. Bu yüzden suda yüzer. larını tutarlar. Tüylü bir bacak güneşte tüysüz bacaktan çok daha hızlı yanar. Mevcut dünya sistemini sorgulayan eleştirel yaklaşımları önemsiyorum. Hele de bu eleştiri modern sanayi kapitalizminin beşiği olan ülkenin bir bilim kuruluşundan yükselmişse... ‘Yeni Bir Manifesto’(2) ‘STEPS Centre’ın hazırladığı “Yenilikçilik, Sürdürülebilirlik, Kalkınma” konulu ‘Manifesto’nun özü konusunda fikir verebilmek için geçen hafta aktardığım bölümde yer alan şu cümlelerin dikkatinizi çektiğini sanıyorum: “Bizim görüşümüzün merkezinde, kabullenilen tek yönlü bir yarışta kim önde, kim arkada, bunu gösteren ve basitçe, değişim ölçek ve hızıyla tanımlanan ilerleme anlayışından kopuş vardır. Bu tür bir ilerleme anlayışı yerine dikkatler, bilimsel, teknolojik ve bununla ilintili kurumsal değişimin başka pek çok seçeneği üzerine odaklanmalıdır. Kısacası yeni bir politika ve yenilikçilik anlayışına gereksinmemiz var. Bu, bilim ve teknoloji yanlısı ya da karşıtı olmak değil; gerçek seçeneklerle uğraşmak meselesidir: Hangi bilim? Hangi teknoloji? Kimin yenilikçiliği? Ve ne tür değişim? Diğer bir deyişle, yenilikçiliğin, daha fazla toplumsal adalet sağlayacak, daha farklı, çok daha âdil dağılmış biçimlerine gereksinmemiz var...” Bu cümlelerin benim için ayrı bir anlamı var; çünkü ben de, Manifesto’yu hazırlayan araştırmacıların ‘görüş olarak koptuklarını’ söyledikleri o ‘ilerleme anlayışını’ simgeleyen uluslararası yarışı sıkça dile getirip, kendi ülkemin bu yarıştaki konumuna dikkatleri çekmeye çalışıyorum. Bunun son örneği, “Niçin Eleştiriyorum? (4)” başlıklı yazımdı (CBT, 13 Ağustos). Yaşadığımız kriz sürecinde çokça örneğini gördüğümüz, mevcut dünya sistemini sorgulayan eleştirel yaklaşımları önemsediğimi baştan söylemeliyim. Hele de bu eleştiri modern sanayi kapitalizminin beşiği olan ülkenin bir bilim kuruluşundan yükselmişse... Manifesto’da sözü edilen bilim, teknoloji ve özellikle de yenilikçilikteki yarışta, ülkelerin, ‘kim önde’ ‘kim arkada’, bunu ilerleme kıstası olarak alıp, bilim, teknoloji ve yenilikçilikteki stratejilerini de buna göre belirliyor olmaları meselesine gelince... Söz konusu yarışın ana nedeni, bunun arka planında sürüp giden dünya pazarlarındaki rekabet üstünlüğü yarışı değil midir? Rekabet üstünlüğü yarışındaysa ana motifin toplumsal fayda yaratmaktan çok, elde edilen ekonomik faydayı büyütmek giderek daha çok kâr etmek olduğunu, kuşkusuz hepimiz biliyoruz. Bilim, teknoloji ve yenilikçilikteki yetkinliklerine dayanarak rekabet üstünlüğünü ellerinde tutanların bu üstünlükten azami ekonomik faydayı sağlayabilmek için istedikleri tek şey, rekabet serbestisinin / serbest ticaretin bütün dünyada tek iktisadi norm olarak egemen kılınması ve bunun bir dünya düzeni olarak sürdürülebilmesidir; herhalde bu da biliniyor. Manifesto’da da altı çizilen, dünyadaki ARGE harcamalarının en büyük kaleminin askerî uygulamalarla ilintili olması da zaten, önemli ölçüde bu düzenin sürdürülebilmesiyle ilgilidir ve bu harcamaların neredeyse tamamı rekabet üstünlüğüne sahip ülkelere aittir. Askeri alandaki teknoloji üstünlükleri onların gelecek güvencesidir. Peki, kendisini bu “kutsal” rekabet kavramı üzerine inşa etmiş, varlığını ve gelişimini rekabet üstünlüğü yarışına bağlamış; önde koşanların askerî güçleriyle de bunu güvence altına almış bir sistemde, asıl bu temel anlayışta köklü bir değişiklik yapmadan bilim, teknoloji ve yenilikçilikte bugün gördüğümüz yarış yerine insanlık için çok daha aklî bir seçeneği neye dayanarak hâkim kılacağız? Manifesto’da yapılan akla çağrıda, bunun için ileri sürülen gerekçe açık: Sistem böyle giderse, görülen o ki, sürdürülemeyecek. Önce kapitalist sistemin bütünüyle egemen olmaya çalıştığı Gezegen çökecek! Mevcut sistemin ardındaki güçler bu toptan yok oluş tehdidine karşı aklın yoluna yönelebilirler mi? Bilemem. Bir ihtimal yönelirlerse, hiç şüphemiz olmasın, aklın emrine verilecek en etkin araç yine bilim, teknoloji ve yenilikçilik olacaktır. Ve belki de o zaman, mahvına neden olduğumuz gezegeni geri kazanabilmek için, bilim, teknoloji ve yenilikçilikte bugünkünden çok daha hızlı bir yarış olacaktır. Bugünkü yarışta geride kalanların o zaman da vay haline... Kısır d ö n g ü Stratosferdeki su atmosferdeki ısınmaya katkıda bulunur. Bu da tropikal siklonların şiddetini arttırarak stratosfere daha fazla suyun dolmasına neden olur. Son on yılda ısınma hızının daha düşük olması stratosferdeki su düzeyinin %10 oranında azalmasından kaynaklanıyor olabilir. Nedeni: Bilinmiyor. Doktorların birçoğu hastalarına günde sekiz bardak su içmelerini önerseler de, bu öneriyi destekleyen bilimsel bir kanıt yok. Bu yanlış bilgilendirme, 1945 yılında, Amerikalıların besinlerden aldıkları her bir kalori başına yaklaşık 1 mililitre su tükettikleri yönünde bir raporun yayımlanmış olmasından kaynaklanıyor olabilir. Çünkü, sözü edilen miktar günde 810 fincan suya denk düşüyor. Ne var ki, aynı raporda sözü edilen miktarda suyun büyük bir bölümünün besinlerden geldiği de ekleniyor. İnsanlar muhtemelen bu minik ayrıntıyı gözden kaçırıyorlar. Bedenin gereksindiğinden daha fazla su içmek “su zehirlenmesine” yol açabilir. Bu da beyin ve akciğerde ölümcül ödemlere neden olabilir. Kimi amatör maratoncularun bu yüzden yaşamlarını yitirdikleri biliniyor. Oregon Eyalet Üniversitesi araştırmacıları okyanusun dibinde geniş su havzaları olduğunu ortaya koydu. Öyle ki, okyanusların altındaki suyun miktarı okyanuslardaki sudan çok daha fazla olabilir. Su olmasaydı, okyanus kabuğu dünya kabuğunun içine çökemez, levha tektoniği gibi bir durumdan söz edilemezdi. Bu durumda gezegenimiz de bir olasılıkla Venüs gezegeni gibi sıcak ve durağan olurdu. Sulaklık ölçeğinin öteki ucunda, kızıl bir cüce yıldızın çevresinde dönen GJ 1214b gezegeni hemen hemen tümden su olabilir. Elde edilen son bulgular 4,5 milyar yıl önce güneş sistemi oluşurken kuyrukluyıldızların sıvı çekirdekleri olduğuna işaret ediyor. Gerçekten öyle ise, yaşam bir kuyrukluyıldızda başlamış olabilir. Rita Urgan, Kaynak: Discovery Buz eridikten sonra bile bu tetrahedronların bir bölümü hemen her zaman 100 molekül genişliğinde minik buz küpleri olarak kalır. Öyle ki, sıcaklığı ne olursa olsun, her bardak su buzludur. Bir kapta hidrojen ile oksijeni karıştırmak ve bir kıvılcımla ateşlemek suretiyle kendi suyunuzu üretebilirsiniz. Ne yazık ki, Hindenburg faciasına yol açan formül budur. Bilim insanlarının hidrojen ve oksijenden enerji üretmeye yarayan daha az patlayıcı bir yöntemleri var. Hidrojen moleküllerinden elektronları çıkartıp, buna çok sayıda elektronlara sahip oksijen molekülleri eklemeniz yeterli. Böylelikle bir elektrik akımı elde etmiş olursunuz. İşini bilen bahçıvanlar bitkilerin gündüz sulanmaması gerektiğini bilirler. Yaprakların üzerine ilişen damlacıklar minik birer büyüteç işlevi görerek, güneş ışığını çekerler ve bitkilerin yanmasına neden olurlar. Derinizin üzerindeki tüyler de su damlacık CBT 1223/ 6 27 Ağustos 2010