Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Üniversite Sorunu 21. yüzyılda ülkenin önündeki büyük uygarlık eşiğini atlama şansını ortadan kaldıracak safsatalar gazete sayfalarını ve televizyon ekranlarını dolduruyor. Toplum tarih bilmediği için, birtakım kendinden icazetli yazarlar bilgisel ve düşünsel çöküntü alanları yaratarak diplomalı cahillerin bir bölümünü şaşkına çeviriyor. Bunları okuyan, seyreden ya da gagalayan sözde aydınlar, her konuyu birbirinden bağımsız monadlar olarak algılayıp küçük bir çanakta tüketiyorlar. Ülkenin tümel yapısının devinimini göz ardı eden trajikomik bir yüzeysel ciddiyetle çöplüklerde toplumca eşiniyoruz. T CBT 1223/2 27 Ağustos 2010 ürkiye’nin temel sorunlarının başında eğitimöğretim geliyor. Bunun ilköğretimden başlayarak her aşamasının dengeli gelişimi, aptal bir kazanç felsefesine feda edildi. Gerçi bu Türkiye’ye özgü bir sorun değil. Fakat gelişmiş ülkelerin direnci, okumaya yeni başlamış, hatta başlamamış ülkemizde yok. (Bu toplum Japonya’nın 1/250 oranında kitap okuyor.) Bu gelişmenin sonucunun üniversite eğitimi bağlamında ne olabileceği konusunda bir tartışma bu makalenin konusudur. Dünyanın kendi amaçlarına uygun çalışan en verimli kurumları sanayi üreticileri ve ürün pazarlayanlardır. Devletler onlar için çalışıyor; ordular onlar için çalışıyor, onlar da ordular için; kim baba oğul Bush’un petrolcülerle ilişkilerini yadsıyabilir? Basın temelde onlar için çalışıyor; üniversiteler, araştırma kurumları onlar için çalışıyor. Reklam dünyası onların sözcüsü. Bu kendinden emin patronlar karşısında hükümetler kararsız, toplumlar şaşkın. Halkın sağlıklı, rahat ulaşımı mı önemli, oto üretenin satışını arttırması mı? Barış mı önemli, savaş uçağı üreten mi? Çağımızda sanayi üreticilerinin devlet politikalarını nasıl etkilediğini biraz okuyan herkes öğrenmiştir. Son günlerde teknolojinin ekonomik baskısının özellikle üniversite eğitimi ve demokratik rejimlerin geleceği üzerindeki olumsuz etkileri Çin’den ABD’ye kadar her ülkede tartışma konusu oluyor. Biz buna YÖK tartışmaları ile katılan, daha doğrusu hiç katılmayan bir ülkeyiz. Demokrasinin geleceği ile ilgimiz zaten yok. Courrier İnternational dergisi 2430 Haziran tarihli sayısında ‘Üniversite nereye gidiyor?’ başlıklı uzun bir makale yayımladı. Bu makalede Şikago Üniversitesi felsefe profesörlerinden Martha Nussbaum’ın ‘Ekonomi Kurbanı Eğitim’ adlı yapıtının bir özeti de var. Makale İspanyol El Pais gazetesinden alınmış ilginç bir karikatürle konunun içeriğini çok güzel açıklıyor. Karikatürde bir üniversite reklamı var. Şöyle diyor: “Eski üniversitemizi bilginin shopping center’i yapacağız”. Karikatürde doktora almış bir genç adam, başarılı bir genç mezunun büyük neşesiyle kollarını açmış “Bir doktora satın aldım.” diyor. Spiegel dergisinin 12 Temmuz tarihli sayısında da aynı konuda ‘Humboldt yerine Siemens’ adlı bir makale var. Alt başlığında “Ehliyetsizlik, parasal zorluklar ve sorumsuzluk üniversite eğitimini nasıl tahrip ediyor” yazmışlar. Courrier’nin ‘Times Literary Supplement’den özetlediği yazının vurguladığı konu, teknolojiye ağırlık veren programların ihmal ettiği ‘Humanities’ (tarih, felsefe, edebiyat, sanat) konularının yokluğunun giderek bir demokrasi krizine neden olacağı. Bu konular giderek programlardan çıkma eğilimi gösteriyor. Oysa ekonomik açıdan küreselleşmenin savunulduğu bir dünyada birlikte savaşsız yaşamak sadece ‘öteki’ne yani başka ırklara, başka dillere ve başka dinlere saygı ile olasıdır. Bunun da aracı herkesin aynı makine ve matematik dilini konuştuğu teknoloji ve sanayi değil, farklılıkların, başka düşüncelerin, başka duyarlılıkların, başka inançların varlığını anlatan edebiyatlar, diller, fel sefeler, sanatlar, tarih ve toplum bilimleridir. Bütün insanların, teknologlar ve mühendisler de dahil, bu farkları öğrenip bütün insanlığı sevmesi gerek. Paylaşılacak başka dünya yok. O da insanlara az gelmeye başladı. Ülke içinde de ‘öteki’ öğrenilecek ve kabul edilecek. Kürt, Ermeni, Rum, Yahudi, Sünni, Alevi tek bir insanlığın öğeleri. Gerisi, ölüm ve sefalet getiriyor. Irak’ın haline bakın. Osmanlı İmparatorluğu’nun Anadolu nüfusu 10 milyondu. Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfusu 75 milyon. Anadolu’nun bu nüfusu beslemesi gerek. Anadolu köylüsü ilkçağ koşullarında yaşıyordu. Bugün çoğu kentlerde yaşıyor. Ve kafası olmasa bile yaşamı çağdaşlaşıyor. Farkına varmadan dünyaya ortak oluyor. Olmak zorunluluğunda. Teknolojinin ağır bastığı bir eğitim sorunu Çin ve Hindistan’da da var. Oradaki düşünürler de bundan şikâyetçi. Ve o ülkelerde de birçok Batılı ülkede olduğundan daha fazla ‘öteki’ sorunu var. Örneğin Hindistan’da Hindular ve Müslümanlar. Ekonomi mahkumu üniversitelerin en büyük zararı, bizim gibi kimliğini tanımlamakta zorluk çeken ülkelerde olacaktır. Türkiye’de ticari düşüncenin eğitimi boğduğunu gözlemleyerek yukarıdaki endişelere katılıyorum. Kuşkusuz her okulu, her üniversiteyi, binlerce iyi niyetli hocayı, binlerce çalışkan yöneticiyi yermek aklımdan geçmiyor. Fakat Batı neoliberalizminden kaynaklanan bir değer çürümesi dünyayı kokutuyor ve alarm çanları çalıyor. Bunu önce kendileri dile getiriyor. Biz de onlar böyle olursa biz ne olacağız diye karalar bağlıyoruz. İnsanı unutmuş bir kazanç düşüncesi içinde modern teknolojinin ikincil ve üçüncül ürünlerinin taşeronluğuna soyunmuş bir ülkeyiz. Gerçi her üretim saygındır. Fakat sorunların boyutu kişi boyutu değil. Aramızda kendi yaratıcılıkları ve çabalarıyla bir şeyler üretenler çıkınca bayram ediyoruz. Sayıları az da olsa, sanatçılarımızın, sporcularımızın başarıları yüreğimizi hoplatıyor. Tayfun Akgül Öğretim çukurunda görevlerini yerine getiren eğitimcileri kutluyoruz. Ama bunlar insafsız bir para dürtüsünün öğretimi ticarete dönüştürdüğünü ve kalitesini düşürdüğünü görmeye engel değil. Bizde namuslu hoca, petrol yayılmış denizde yüzen karabataklara benziyor. Eğitimin kapitalizme ve teknolojik gelişmeye bağlı bir shopping center’e çevrilmesi ve insanı insan yapacak ideallere bağlı öğretim programlarını yerle bir ediyor. Onun yerini uzman ve teknisyen yetiştiren bir üretim pazarı alıyor. Bunun zorunlu yönleri var. Fakat toplumu uygarlıktan uzaklaştırıp Kapalıçarşı çığırtkanlarına bırakması tehlikesi de var. Üniversite sayısı 100 ü geçti. Her eğitim çabasına evet diyelim. Fakat eğitim bir servis satmaktan öte bir etkinlik. Toplumu 21. yüzyılın köle toplumu olmaktan kurtarmak görevi var. Eğitimi bir pazar malzemesi olmaktan kurtarmak dünyanın ama özellikle bizim sorunumuz. Fransa’da üniversiteden felsefeyi çıkarabilseniz bile Fransız toplumu felsefesiz kalmaz. Almanya’da musikiyi ders programlarından çıkarsanız bile Alman toplumu musikisiz kalmaz. Middlesex Üniversitesi’nin felsefe eğitimini ‘Curriculum’dan çıkarması ile ders programında zaten felsefe olmayan bir vakıf üniversitesini karşılaştırmak anlamsızdır. Birincisi Batı’da gerçek bir eksen kaymasıdır. Diğeri felsefe geleneği zaten olmayan bir toplumun pratik menfaat hesabı sonucudur. Ne var ki Türkiye’de felsefe, tarih, sosyalbilimler, sanat üniversite programından çıkarsa Türkiye kendisini tanımlamakta zorluk çekecek bir ham ve aptal tüketiciler ülkesi kalır. YÜKSEK ÖĞRENİMİN BAŞKA SORUNLARI Türkiye’de yüksek öğretimin başka sorunları da var. 21. yüzyılda köle olmadan yaşayabilmek için en uç teknolojileri üretmemiz gerekir. Bu özel bir yüksek öğretim programını zorunlu kılar. İsteyenin para getiren bir öğretim ticareti yapmak istediği bir ortamda bu olanaksızdır. Yükseköğretimin bütün boyutlarıyla planlanması ve özgür bir bilimsel öğretim ortamı gereksinmesi var. Türkiye’de kimsenin üniversite kurarken Jean Jacques Rousseau’nun, Wilhelm Von Humboldt’un, John Dewey’in insan yetiştirme idealleri ve insan eksenli felsefeleriyle ilgisi yok. Yozlaşmış, yetersiz yoğunlukta, diplomalı cahiller yetiştiren bir sistem yerleşti. İşletme, bilişim ve İngilizce eksenli olanlar, iyi getirisi olduğu için hukuk ve tıp ağırlıklı olanlar, sosyal konulara üvey evlat gibi yaklaşanlar. Devlet üniversiteleri ise kadrosuzluk, araştırma fonlarının yetersizliği, kalabalık öğrenci sayısı, orta öğretimden gelenlerin şaşırtıcı yetişmemişliği ve YÖK denilen fetva kurumu nedeniyle ne yüksek teknoloji atılımı yapabiliyor, ne de iyi vatandaş yetiştiriyor. Üniversite mezunlarının özelliği gelişen dünyayı aç gözlerle seyreden tüketici olmak. Ülkeyi doğru tanımlanmış bir geleceğe hazırlayan bir öğretim programı ise, geleceği doğru değerlendiren bir dünya görüşünün varlığına bağlı. Bu bilge vizyon, Türkiye’nin neresinde saklı acaba?