02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SON ARAŞTIRMALAR “ARDİ” İNSANA MI YAKIN, MAYMUNA MI? Kaliforniya ve Utah Üniversitesi bilim insanları Science dergisinde insanın en eski atasıyla (Ardi) ilgili araştırmayı tartışıyor. Bazıları, Ardi’nin ormanlık bölgede değil savanda yaşamış olduğu görüşünde. Kalıntıların bir hominide ait olduğundan kuşkulu olan diğer bilim insanları ise, Ardi’nin insandan çok maymuna daha yakın olabileceğini düşünüyor. Geçen yıl 4,4 milyon yıllık “Ardipithecus ramidus” insan türüyle ilgili toplam on bir araştırma yazısı yayımlayan Kaliforniya Üniversitesi’nden Tim White ve ekibi, yöneltilen eleştirileri doğru bulmuyor. Oldukça iyi korunagelen fosili analiz eden araştırma ekibi, geçen kasım ayında, maymuna benzer kolları ve bacakları olmasına rağmen şempanze gibi değil de insan gibi iki ayak üzerinde dik yürüyen bir canlı türünü tanıtmıştı. Ve bu yürüyüş biçimi, savan teziyle örtüşmüyordu. Bu hipoteze göre o tarihlerde Doğu Afrika’da büyük çayırlıklar oluşunca ilk hominidler iki ayak üzerinde yürümeye başlamışlardı. Yani atalarımız ağaçtan inmeye zorlanmıştı. Utah Üniversitesi’nde Thure Cerling ile çalışan ekip şimdi bu tezi savunarak, Ardi’nin en fazla dörtte biri çalılık ve ağaçlarla kaplı olan savanda yaşamış olduğunu ve bu sonuca toprağın izotop analiziyle ulaştığını söylüyor. En eski atamız, buna göre, orman ve savan arasındaki bir geçiş evresini temsil eden bir bölgede yaşamıştı ki bu da savan hipoteziyle örtüşmekte. İkinci eleştiri atamızın soy çizgisiyle ilgili. İnsan Evrim Vakfı primat uzmanı Esteban Sarmiento, Ardipithecus ramidus’un gerçekten de insanın soyundan mı yoksa ortak bir ata mı olduğu veya sadece insansı maymun mu olduğunun kesin olarak anlaşılamadığı görüşünde. Fakat White’ın ekibi bu itirazı da kabul etmiyor. Nitekim alternatif bir açıklama için çok az fosil bulunmakta, diyor araştırmacılar. okşanıyor. Katılımcılar filmleri izlerken, beyin etkinlikleri transkraniyal manyetik uyarımla ölçülmüş. Buna göre iki filmde de sensomotorik reaksiyonlar saptanmış. Bilim insanları bu yüzden bu fenomene “sensomotorik sirayet” diyorlar. Ama bunun için “duygudaşlık” sözcüğü de kullanılabilir. Fakat nörolojik olarak kontrol edilen empati, sınırlara dayanmakta. Katılımcıların bir kısmı beyaz, bir kısmı siyahiydi. Bu insanlar kendi rengindeki eli gördüklerinde beyinlerinde duygudaşlık belirtileri izlenebiliyordu. Fakat deri rengi değiştiğinde empati duygusu da zayıflıyor veya tamamen yok oluyordu. Bu durum hem beyazlar hem de siyahiler için geçerli, diyen bilim insanları, bunu kontrol etmek için diğer insanlara karşı kesin çekinceleri ölçen bir test uygulamış. Sonuca göre önyargılar ne kadar büyükse, acı testinde empati duygusu o denli zayıflamakta. Üçüncü bir deney filmde mor renginde bir el kullanılmış. Burada amaç önyargılı yaklaşımın, başkalığa mı yoksa belli başlı stereotiplere karşı mı yapıldığını görmekti. Katılımcılar ilginç bir şekilde aynı tepkiyi göstermiş. Bu da insanların doğal olarak başkalarının duygularını hissettiğini göstermekte, diyor Roma Üniversitesi sinirbilimcisi Salvatore Aglioti. Ne var ki ırkçı yaklaşımlar burada da duygudaşlığı öldürüyor. rim biyologu Axel Meyer’ın tespit ettiği bu evrim süreci, sanılandan çok daha hızlı işlemekte. Kalın dudaklı balıklar, ince dudaklı yakınlarına karşın aynı gölde farklı bir ekolojik nişte yaşıyor. İncelemelerden anlaşıldığı üzere, kalın ve ince dudaklı balıkların farklı beslenme alışkanlıkları var ve laboratuvar deneylerinde bu iki balık türünün melezleşmeye uygun olduğu kanıtlanmış olsa da çiftleşmiyorlar. Yeni balık türünün dar kafa yapısı özellikle de volkanik kayalıkların arasındaki böcek ve larvaları yakalamak için ideal. Kalın dudaklarsa keskin kenarlı kayalıklara bağlı yaralanmaların etkisini azaltıyor. İnce dudaklı balığın daha fazla dişli ve güçlü bir çenesi var. Bu çene yapısı sayesinde salyangoz kabuklarını kırabiliyor. Georgia Teknoloji Enstitüsü evrim araştırmacısı Todd Streelman, yeni sonuçlar, 1990’lı yıllarda ortaya atılan tezleri de desteklemekte, diyor. Laboratuvarı’ndan Loren Anderson. Hem Spitzer hem de VLA görüntülerinde parlak görünenler, H II bölgeleri için iyi adaylar olarak kabul edilmekte. Çünkü hidrojenin iyonlaşma süreçleri, elektromanyetik ışınının iki dalga boyunda da parlak sinyaller üretiyor. Astronomlar bazı adayları saptadıktan sonra Batı Virgina’daki Robert C.Byrd Green Bank teleskopundan yararlanarak, spesifik radyo frekanslarını bulup, hidrojenin protonlarıyla yeniden atomsal hidrojen olarak birleşirken kaybedilen elektronları saptamışlar. Bu süreçler H II yıldız odaları için tipik olduğu için bunlarla Samanyolu’ndaki yerleri saptanabilmekte. Bu tür doğum odalarına bilim insanları özellikle de galaksimizin ekseninde ve spiral biçimli uzantılarında rastladı. DÜNYAMIZ BİLİNENDEN DAHA GENÇMİŞ Cambridge, ETH Zürich ve Münster Üniversitesi bilim insanlarının son araştırmalarına göre, dünyamız 90 milyon yıl kadar daha genç. Daha önceki bilgiler ışığında dünyamızın 4,53 milyar yıl yaşında olduğu kabul ediliyordu. Oysa yeni sonuçlarla 4,514,44 milyar yıl yaşında olduğu anlaşıldı. Yeni hesaplamalar sayesinde bilim insanlarının aklını karıştıran bir problem de çözüldü. Sonuç, yeni yaşın Ay’ınkiyle örtüşmesi nedeniyle önem taşımakta. Ay, dünyamızın Mars büyüklüğünde bir gökcismiyle çarpışması sonucunda oluşmuştu. Bu çarpışma gezegenlerin oluşumundaki son vakaydı. Bilim insanları bu yüzden Dünyamızın ve Ay’ın aynı yaşta olması gerektiğini düşünüyordu. Ne var ki bugüne kadarki hesaplarla Dünyamız ve Ay arasında önemli bir yaş farkı ortaya çıkıyordu. Araştırmacılar, gökcisimlerin çarpışmaları sırasında meydana gelenin Dünyamızla oluştuğunu söylüyorlar. Çünkü gökcisimlerin izleri, Dünyamızdaki kimyasal elementlerin dağılımında görülmekte. SAMANYOLUMUZDA YENİ BİR YILDIZ MERKEZİ Yıldızlar genelde gaz ve tozdan oluşan dev bulutlarda gelişir. Yıldızların doğum odası olarak tanımlanan bu bölgeleri astro EVRİM SANILDIĞINDAN DAHA HIZLI Evrim, yeni türlerin gelişimi için aynı yaşam alanında binlerce hatta milyonlarca yıla ihtiyaç duyar. Fakat Nikaragua’da volkanik bir gölü inceleyen biyologlar, evrimin daha hızlı işlediğini gösterdi. Bu göldeki siklid balıkları, sadece yüz nesil sonra tamamen yeni bir görüntüye kavuşmuş. Balıkların dudakları kalınlaşırken, kafa kısımları daralmış. Konstanz Üniversitesi evnomlar ancak enfraruj veya radyoteleskoplarla izleyebiliyor. Yapılan son gözlemlerle H II bölgelerindeki yoğun kütleli genç yıldızların yoğun ışını, gaz bulutundaki hidrojen atomlarının elektronlarının “çalınmasına” yol açıyor. Uluslararası bir araştırma ekibi şimdi Samanyolu’ndaki yeni yıldız doğum odalarını bulabilmek için iyonlaşmış hidrojenden yararlandı. Hedeflerimizi, Spitzer uzay teleskopuyla elde edilen enfraruj haritalamayı ve Very Large Array (VLA) radyo teleskopuyla gerçekleştirilen gözlemleri kombine ederek bulduk diyor Marsilya Astrofizik Nilgün Özbaşaran Dede Araştırma IRKÇILIK DUYGUDAŞLIĞI ÖLDÜRÜYOR Duygudaşlık bizi eşsiz kılan bazı özelliklerimizden biri. Hangi halktan olursa olsun, diğer insanlar üzüldüğünde bizler de bu duyguyu hissederiz. Fakat diğer halklara karşı önyargılı olanlarda bu duygudaşlık yok oluyor. Bologna Üniversitesi’nden Alessio Avenanti, başkalarının duygularını anlamadaki (empati) sınırımız ve ırkçılığın buna katkısıyla ilgisi araştırma yazısını Current Biology dergisinde yayımladı. Araştırma çerçevesinde katılımcılara iki film gösterilmiş. Birinci filmde bir insanın eline iğneler batırılıyor, diğerinde ise el pamuklu çubuklarla ANTİK MISIR’IN BELEDİYE BAŞKANINA AİT MEZAR BULUNDU Kahire’nin çöl kumlarında antik Mısır’ın bir belediye başkanına ait 3300 yıllık bir mezar bulundu. O zamanki başkent olan Memfis’in belediye başkanı olan Ptahmes aynı zamanda ordu komutanı, kraliyet sekreteri ve hazine sorumlusuydu. Ptahmes’in mezarı 19.yy’ın sonlarında hazine avcılarının çok sayıda duvar panelini kaldırıp, kalıntıları kumulların altına gömmesinden sonra unutulmuş ve “kaybolmuştu”. Ancak mezar 2005 yılından bu yana Sakkara’da (Kahire’nin 30 km. güneyinde) devam eden kazılarda bu yılın başında yeniden ortaya çıkarıldı. Araştırmacılar bu bölgede 1980’den itibaren 43 mezar buldu. Phatmes İ.Ö.13.yy’da firavun I. Seti ve oğlu II. Ramses’in altında çalışıyordu. Mezar alanındaki bazı eserler Hollanda, ABD, İtalya’daki müzelerde diğerleriyse Kahire müzesinde bulunuyor. Ancak Phatmes’in mumyası bugüne kadar bulunamamıştı. CBT 1212/ 4 11 Haziran 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle