Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan Tartışma yaratacak saptama: Doğan Kuban haklı mı? Yazarımız Doğan Kuban bugün ikinci sayfadaki yazısında tartışma yaratacak bir saptama yapıyor ve inşaat şirketlerimizin uluslararası alandaki başarıları ile, 1960’dan sonra Türk işçilerinin ucuz iş gücü olarak Avrupa’ya gitmelerinden farklı olmadığını söylüyor! Kuban’ın bu saptamasını tartışıyoruz... Kuban ne kadar haklı? Orhan Bursalı Reyhan Oksay tahirmceylan@gmail.com Defterden Notlar1 *Bizi yetersizliklerimiz barıştırır. *AIDS ve vebadan koruyan aynı gendir, veba Avrupa’da heladan, AIDS Afrika’da maymundan gelmişken, bedenlerin kendine verdiği görevi beyinler zihinlere vermiyor ki Avrupa yaşıyor, Afrika ölüyor. *Hafızamız arşivimizdir. *Fransızca öğrenirken Mallermé ezberlemezsen olmaz (anonim). *Birincil narsizm hayvana, ikincil olansa insana bağlıdır, o yüzden ilki haklı, sonraki hastalıklıdır. *Hayvan cinselliğinde aşk yoktur, çünkü imgesiyle kendisi aynıdır, insanda ise özellikle vardır, çünkü imgesi nesneden çok uzaklarda kurulmuştur (Lacan’dan değiştirerek). *Bebeklikte zevk algılayan reseptörler iyi gelişmemiştir, o yüzden bebekler zevki bir erime duygusu olarak algılar; erişkin rüyalarında da cinsel doyum erime tonunda yaşanır. Bebekliğimiz o yüzden, hiç dökemediğimiz üstümüzdeki sıvadır… Sıvayı, yalnızca çaresiz bir hastalıkla, karşılıksız bir aşk kazır. *Her şey aynı şekilde örgütlenir, arılar ve köylüler dahil. *Dünya örgütlenmiş sinirlerin yayılma alanıysa, nesneler insanın besini, insanlar insanın proteinidir. *Yeryüzünde sanıldığı gibi bir grup insan burada, bir grup da karşı tarafta değildir. Her insanın bir yarısı bu tarafta, bir yarısı karşı taraftadır. Çünkü bir beynin sağ yarısı, başka insanların beyninin sağ yarısıyla konuşur, sol yarı da hep sol yarılarla…Dünyada bir sağ beyinler yarım bloğu bir de sol beyinler yarım bloğu vardır. Tıbbı, hukuku, ustalığı, yapmayı çatmayı sol yarılar temsil eder, aşkı, sanatı ve kalanı da sağ yarılar. Renoir’ın resminde o yüzden herkesin fırçasından birkaç tel iz olduğu kadar, Habil’in Kabil’i öldürdüğü tarihteki ilk cinayette de hepimizin bıçağı ortak olarak ittiği bir suç vardır. *Zaman baskısını kaldırmak mutluluğu arttırır, saati bozmak, takvimi yırtmak iyidir bazen. *Dikkatte eksiklik kişiyi, en yakınına muhtaç eder, çünkü bu durumda ancak en yakındaki dikkatten kaçmaz. *Bazı kadınlar, güçlü erkeklerin gücünü sağmak için onlarla yatar, bunun cinsellikten öte bir hazzı vardır. *Bütün amaç nesneyi kontrol etmektir, gücünü uzun süreye yayamayacağını düşünenler bunu hemen yapmak isterler ama yapamayacaklarını iş üstündeyken sezerler, panik burada olur. *Doğru olan, bebek diğer nesneleri kontrol etmeden, annenin onun yarı kölesi olmaktan çıkmamasıdır. İnsan yetersizdir, o yüzden bir canlının ve/veya birçok cansızın yardımıyla ancak yaşayabilir. *Büyüklenmeci benlikler, annelerinin yetersizliğinden ötürü az bakım almış kişilerdir, bu nedenle de, kendilerine bakabilecekleri yanılsaması oluşturarak kendi gözlerinde kendilerini büyütürler (Kohut’tan değiştirerek). Biz de onlara “beni küçük görüyor” diyerek öfke duyarız, çünkü biz, bize göre ne küçük ne de eksiğizdir. Gerçekten eksik olanın kendini onarma çabasını, “kendini fazla, bizi eksik görüyor” diyerek elinden alır, onu yalnız bırakırız. Böylece bırakın büyüklüğünü, onun bizlerle eşitliğini bile onaylamadığımız için o, söner ve söner, bir minimumda durma özelliği kazanamamış olduğu için de ölür ve biter. Yaşam yetersizleri defetmek için inanılmaz mekanizmalar kurmakta, kendi kendilerine kurşun sıktırmaktadır. *Yaşam bizim için, narsistik çekirdeklerin, nesnel çekirdeklere dönme sürecidir, iyilik hali de bu süreci kabullenebilme potansiyelidir. *İnsanın yaptığı ilk plan, işemesini tutmaktır. *Sabit fikir bir geçiş nesnesidir (1) (Solomon). O nedenle bu insanlar fikirlerinden vazgeçemezler, hem de vazgeçmemelidirler. Çünkü o zaman içe kapanırlar. Erişkin insanın elinde ayıcık olamayacağına göre, içinde tek bir kalıpçık değişmez düşünce bulunması o kadar da mahsurlu değildir. O sizin fikrinize alışmak için fikrinde diretir, başkasının düşüncesine geçebilmek için önce kendinin olan “sağlam” bir fikri olmak gerekir çünkü. *Biz, içimizde yıkıcı dürtüler olduğu için dışlaşırız, çünkü yıkılacak yerler yalnızca yeryüzünde vardır. Kendi kendini yıkanlar diyeceksiniz, onlar da ancak yeryüzünü kullanarak kendini yıkar. (1) Bebeklerde, ilk “ben” olmayan ve sürekli yanlarında bulundurmak istedikleri sabit şey; ayıcık, yastık, küçük bir havlu böyle bir nesne olabilir ve bebeğin nesneler dünyasına açılmasına aracılık eder. D oğan Kuban ‘Çağdaş Dünyayı Yorumlamak Temel Sorundur’ başlıklı yazısında ilginç bir saptama yapıyor. Kuban, okurlarımızın izlediği gibi, başta İslam ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerin de, orta ve yüksek teknoloji mal ve hizmetler üretimine geçemedikleri sürece, gelişmiş ülkelerin pazarı olmaktan ve sömürülmekten kurtulamayacaklarını ve çağdaşlık düzeyine yükselemeyeceklerini vurgulayan yazılarıyla ön plana çıktı... Kuban bu haftaki yazısında, dergimizin öteden beri paylaştığı, desteklediği ve savunduğu bu düşünceyi biraz daha irdeliyor ve Türk inşaat şirketlyerimizin başarılarını, esas olarak ucuz emek gücü ihracatı olarak görüyor ve Türk işçilerinin Avrupa’ya göçü ile kıyaslıyor. Bu hafta bu görüşü, bilim ve teknoloji politikaları ve ekonomi ile ilişkileri konusunda uzman yazarımız Aykut Göker ve Mahmut Kiper ile tartışıyoruz. Kuban’ın yazısını okuyacaksınız, biz burada bu yazının tartışacağımız iki paragrafını alıyoruz: “Bu teknolojik yarışa katılamayan toplumlar, 21 yüzyılın marjinal toplumları olarak kalmak zorundadırlar. Türkiye’nin bilim, sanat ve spordaki durumu, teknolojide de aynıdır. Türk inşaat firmalarının uluslararası alandaki başarıları bizim için ne denli olumlu olursa olsun, bu, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türk işçilerinin ucuz iş gücü olarak Avrupa’ya gitmelerinden farklı değildir. Bizim İstanbul metrosunu ya da Boğaz köprülerini yabancı firmalara, atom santralını Ruslara yaptırmamız, sağlık araçlarını, önemli ilaçları ithal etmemiz, bilgisayar ve iletişim araçlarında ve hatta otomotif sanayisinde dışarıya bağımlı olmamız, Devlet üniversitelerini İngilizce dilli yapmamız, gökdelen projelerini ithal etmemiz ulusal teknolojinin düzeyinin nerede kaldığını açıkça anlatmaktadır.” Karşılaştırma: ALMANYALI İŞÇİLERİMİZ Mİ, YOKSA TÜRK İNŞAAT ŞİRKETLERİ Mİ? Önce inşaat şirketlerimizin başarımlarına bir göz atalım: Dış Ticaret Müsteşarlığının verileri şöyle: İnşaat şirketleri bugüne kadar ülke dışında toplam 155 milyar dolarlık iş üstlendi. Sadece 20032009 yılları arasında dış ülkelerde 102 milyar dolarlık iş üstlendiler. 2008’daki iş hacmi yaklaşık 23 milyar dolar, 2009 yılında ise 18 milyar dolar oldu. 2009 yılında alınan işlerin dağılımı şöyle olmuş: %32: yapı; % 32.7: Ulaşım; % 11.9: Enerji; %7.2: Su işleri; %5.7 alt yapı. Alınan işlerin 74’ü Afrika, 79’u Ortadoğu, 120’si BTD (Bağımsız Ülkeler Topluluğu) ülkeleri olmak üzere 37 ülkede 313 yeni iş alınmış. Parasal tutar açısından işilerin ağırlığı Afrika’da: %37.3, Ortadoğu yüzde. Uluslararası inşaat sektörü dergisi Engineering News Record’a göre, dünyanın en büyük 225 uluslararası inşaat şirketleri arasına, Türk şirketlerinin sayısı, bir önceki yıla göre, 23’ten 31’e çıkmış. Çin’den sonra ikinci sıraya yükselmişiz. Bunlar Türk müteahhit şirketlerinin aldıkları toplam iş hacmi. Bu toplamda ne kadarı kâr ne kadarı Türkiye’ye döviz ola CBT 1212/10 11 Haziran 2010 CBT 1212/11 11 Haziran 2010 rak transfer edildi ve Türk ekonomisine net destek girişleri oldu, bilmiyoruz. Ancak, inşaat şirketlerinin Türkiye’ye net katkılarını salt net kâr ve transferi ile açıklamak doğru olmaz. Pek çoğu Türkiye’den binlerce işçi götürüyor ve çalıştırıyor. İşçilerin Türkiye’ye kazandırdığı dövizler var. Bunun yanısına inşaat şirketlerinin pek çok malzemeyi Türkiye’den transferi söz konusu. Yurtiçinde üretilen malların bu yolla dışarıya satışlarına bir tür aracılık da yapmış oluyorlar. Şimdi gelelim işçilerimizin başarımlarına: 45 yılda işçilerimizin (Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya, Danimarka’dan...) net döviz transferi, Merkez Bankası kayıtlarına göre, 75 milyar dolar! Bu banka kayıtları! İşçilerimizin bankalar üzerinden değil de doğrudan Türkiye’ye soktukları, harcadıkları, ev vb. satın aldıkları mal ve mülklere ödedikleri dövizler var, ki bunların toplamı belki de 75 milyar doları katlayacak yüksekliktedir! Şüphesiz, işçilerimizin başka ekonomik, kültürel ve sosyal olarak Türkiye’ye yaptıkları katkının parasal karşılığını hesap etmek oldukça zordur! Binlerce işçimize Almanya’dan emeklilik maaşları gelmektedir. Burada işsiz yüzbinlerce işçinin Avrupa’ya gitmesiyle, Türkiye büyük bir sosyal baskıdan kurtulmuştur! (24 Aralık 2009 tarihli Dünya gazetesinin haberine göre, Türk işçilerinin sadece Almanya’daki bankalarda 300 milyar dolara yakın mevduatları var. Merkez Bankası faizleri çok düşürdüğü için, paralarını Almanya’daki bankalarda tutuyor!) Türk işçilerinin döviz transferleri Merkez Bankası kayıtlarına göre yılda 2 milyar dolar civarında sürmektedir! *** Şimdi inşaat şirketlerimizin dışarıdaki başarılarıyla Türk işçilerin başarılarını (ve katkılarını) terazinin iki kefesine koyduğumuzda, hangi kefenin ağır bastığını söylersiniz, bilmiyoruz. Ancak bize göre, reddedilemeyecek biçimde, işçilerimizin “ucuz emek” ihracatından Türkiye’nin kazandıklarının müthiş bir büyüklükte olduğunu kestirebiliriz! Yani büyük bir olasılıkla, bu alanda işçilerimiz inşaat şirketlerine göre fark atmış görünüyorlar.. Tabii, burada tartıştığımız nokta, bu karşılaştırma değil, biz sadece, konu açılmışken, bu iki “sektörün” katkılarına kuş bakışı bir göz atmak mümkün mü acaba dedik... *** Konu, inşaat şirketlerimizin dışarıya “ihraç” ettiği mal ve hizmetlerin “teknolojik değeri”, bunun, tıpkı işçilerimizde olduğu gibi, “ucuz emek ihracı” ile benzer kategoride değerlendirilip değerlendirilemeyeceği... Kuban diyor ki, inşaat şirketlerimiz örneğin yüksek teknoloji ve bilgi gerektiren nükleer santral, metro vb gibi yapı inşaatında ya yoklar (ya da ana şirket tek başlarına değiller.) Bu sayfada görüşlerine yer verdiğimiz Dursun Yıldız’a göre, başarının temelinde salt ucuz işgücü yok, bazıları “akıllı gökdelen, büyük metro, havaalanı gibi daha ileri teknoloji gerektiren alanlarda inşaatları başarı ile tamamlayarak söz sahibi olmaya başladı.. Ancak bu ilerleme nükleer santral, yüksek kemer baraj, uzun açıklıklı asma köprü gibi özel bazı alanlara kadar henüz ulaşamadı.. Dünyada ileri teknolojik yapıların hepsi için rekabet edecek konuma gelememiş olsalar da, bazı alanlarda ileri teknoloji ve uluslararası standartları uygulayabilme kapasitesini arttırdı. Gelecekte ileri teknolojik yapılarda rekabet şansımızın artmasının en etkili unsuru ise bu yapıların müşavirlik hizmetleri alanındaki ilerleme hızımız olacaktır.” Ancak, inşaat şirketlerimizin ileri teknoloji kapasiteleri nin nasıl ve hangi yöntemlerle “istatistiklere gireceği”, bu ileri teknoloji kapasitesinin neleri içerdiği konusunda, elde sağlam bir veri ve bilgi yok. Teknoloji –ekonomi ileri teknoloji politikaları konusunda uzman insanlarımızdan Mahmut Kiper diyor ki: Aslında ülkemizin ileri teknoloji üretimi ve hizmetlerinde ihracatımızdaki payı açısından duruma baktığımızda, Doğan Kuban’ın söyledikleri doğdu ve anlamlı geliyor. Anlaşılan Kiper de, inşaatçıların ileri teknoloji özelliğinin istatististiklerde nasıl görüleceği konusunda sıkıntı içinde! Ayrıca bu konu sadece inşaatçılarla ilgili değil, Türkiye’nin içeride yüksek/ orta ve veya ileri teknoloji ürün (mal ve hizmetler) konusunda istatitikleri de sağlıklı değil. Örneğin geçen yıl yapılan İstanbul Sanayi Kongresinde Türk davetli konuşmacılardan biri kalkıp, Türkiye’nin toplam ihracatı içinde ileri tekonoljik ürünlerin payının yüzde 16 ya çıktığını söyleyebiliyor! Eğer öyle olsaydı, Türkiye ABD, AB ve Çin düzeyinde olurdu! OECD rakamlarında, Türkiye’nin ihracatında ileri teknoloji payı yüzde 1,4 olarak görülmektedir! İmalat sanayisinin küresel teknolojik yoğunluklarına göre sınıflanması İleri teknoloji 1) Uzay ve havacılık 2) Bilgisayar, ofis cihazları 3) Elektronikhaberleşme 4) İlaç+tıbbi Ortayüksek teknoloji 5) Bilimsel aletler 6) Motorlu araçlar 7) Elektrikli makineler 8) Kimya sanayi 9) Diğer ulaşım araçları 10) Elektrikli olmayan makineler metler... ‘Rekabet öncesi sınaî geliştirme’ kompartımanı, bizim günlük yazılarımızda ya da söyleşilerimizde sıkça kullandığımız ‘tasarım geliştirme’ ve ‘tasarım doğrulama’ faaliyetlerini de kapsar. Yine bizim çok sözünü ettiğimiz inovasyon süİMALAT YETENEĞİMİZ VAR, AMA... reci de esasında bu dört kompartımandan ilk ikisini kapsar. Yazarımız, bilim politikaları ve teknoekonomi uzmanı “Üretim sürecinde net katma değer, esas îtibâriyle bu dört Aykut Göker diyor ki, “Sayın Kuban’a katılmadığım tek nok ana kompartımanda yaratılır. Ya da bazı iktisatçıların termita, ülke dışındaki işleri almamızın tek nedeninin ucuz işçilik nolojisiyle söylemek gerekirse, ‘üretim sürecinde değer zinci[ve ucuz mühendislik] meselesi olmadığıdır. Evet, bu faktör de ri bu dört kompartımandan’ oluşur. etkilidir; ama daha etkili olan faktör, benim kanımca, bu sek“Üretim sürecinde yaratılan net katma değerin bu dört törde de kazanmış olduğumuz ‘imalât’ yeteneğidir, deneyimi kompartıman arasındaki dağılımında, çağımızda, imalât komdir.” partımanının payı giderek azalmaktadır. Aslan payı ilk iki komBöylece işin esasına getiriyor bizi Göker ve yüksek kat partımandadır. İlk iki kompartımana egemen olanlar, üretim ma değer zincirini açıklıyor: “Üretim süreci’ bir bütün olarak sürecinin imalât kompartımanını dünya coğrafyasının, işleridört ana kompartımandan oluşur: Sınaî araştırma > Rekabet ne gelen herhangi bir noktasında konuşlandırabilmektedirler. öncesi sınaî geliştirme > İmalât > Satış sonrası teknik hiz“Türk sanayiinin yetkin olduğu tek kompartıman imalât kompartımanıdır. Otomotiv sanayii için de bu böyledir; tüketici elektroniği için de... Bunun böyle olmasının tek nedeni, sâdece, Türkiye’deki emeğin (mühendislik emeği dâhil) nispî ucuzluğu değildir. Türk sanayii, ‘imal etmeyi’ öğrenmiştir; ulusOrtadüşükteknoloji 21) Yiyecek, içecek ve tütün lararası norm ve standartlara uygun ürün imal edebilmekte; ka11) Lastik ve plastik ürünler 22) Ahşap ve mobilya NOT: Bu sıralama (ISIC Revision 2, International lite güvencesi verebilmektedir. Bu bir yetenek kategorisidir. 12) Gemi inşası Standart Industrial Classification) OECD ülkeleri“Türkiye’nin belli sektörlerde, örneğin otomotivde, bir üre13) Diğer imalat nin pek çoğu tarafından kabul görüyor. İmalat tim merkezi hâline geldiğinin söylenmesi, aslında imalât kom14) Demir içermeyen metaller sanayinde kullanılan teknolojinin yoğunluğuna partımanında kazanmış olduğu bu yetenek kategorisine işaret 15) Metal olmayan mineralli ürünler göre yapılan yukarıdaki sıralama, uluslar arası etmektedir. İşin gerçeği, Türkiye bir imalât merkezi hâline gel16) İşlenmiş metal ürünler karşılaştırmalarda basit ve tutarlı bir kıstas oluşturuyor. miştir. İlk iki kompartıman, istisnaî birkaç işletme hariç, ya17) Petrol arıtma Son yıllarda kullanılmaya başlanan bir diğer sıbancı ortakların tekelindedir ve orada yaratılan net katma de18) Demirli metaller ralama da (SITC Revision3 Standart ğerde bizim payımız yoktur. Düşükteknoloji International Trade Classification) ürün odaklı. “TOFAŞ ya da Ford Otosan’da son zamanlarda tanık ol19) Kâğıt baskı Bu daha çok uluslar arası ticaret karşılaştırma20)Tekstil ve giyim larında kullanılıyor. Yazının devamı 19. sayfada Türkiye’nin, örneğin yurtiçindeki mal ve hizmet üretiminde ileri/yüksek teknolojinin payı ne kadardır?! Olur ya, ürettiğimiz ileri teknoloji ürünlerini dışarıya satmaktan çok içeride tüketmekteyiz! Bu son varsayımda epey bir gerçeklik payı olduğununu teslim etmeliyiz. Örneğin savunma sanayinde üretilen yüksek teknolojik ürünler büyük ölçüde içeride (ordu) tüketiliyor! Burada, Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Araştırma Servisi’nin gazetelerde yer alan bir haberini özetle anımsatmakta yarar var: “Türkiye’nin Dünya Yüksek Teknoloji ürünleri İhracatındaki Payı On Binde 2, Çin Yüzde 16.9 ile Dünya Lideri: AB’nin resmi istatistik organı Eurostat’ın Mart 2009 tarihli “Statistics in Focus” yayınında Tomas Meri imzası ile yayınlanan makaleye göre, 2006 yılı itibariyle Çin 217,6 milyar Avro tutarında ileri teknoloji ürünü ihraç ederek dünya ihracatında %16,9 pay sahibi ve birinci. ABD 215,8 milyar avro ve %16,8 ile ikinci. AB27, 193 milyar Avro ve %15 değerleriyle yetindi. 4. sırada Japonya, 5. sırada Singapur var. “Türkiye’nin bu tablo içindeki durumu ekonomisinin büyüklüğü ve kalkınma beklentisi ile kıyaslanamayacak kadar zayıf. Türkiye 2006 yılında sadece 359 milyon Avroluk ileri teknoloji ürünü ihraç edebildi ve küresel pazarda payı on binde 2. Uluslararası Yönetim Geliştirme Enstitüsü (IMD) 2008 Dünya Rekabet Gücü Yıllığı’ndaki verilere göre de Türkiye ileri teknoloji ürünleri ihracatı sıralamasında 2006 yılı itibariyle 55 ülke arasında 52. nci sırada. Veriler 20012006 döneminde Türkiye’nin ileri teknoloji ürünleri ihracatının yılda ortalama %20,6 oranında gerilediğini ve Avrupa içinde en olumsuz eğilime sahip olduğumuzu gösteriyor. Söz konusu ürünlerin toplam ihracat içindeki payının ise Türkiye’de %1,4 olduğu belirlendi.” Türk inşaat şirketlerinin ileri teknolojik yapı gücü arttı Dursun Yıldız, İnş. Müh.; Eski İnşaat Mühendisleri Odası Yöneticisi Özellikle yurtdışında iş yapan Türk İnşaat şirketlerinin başarılarının temelinde sadece ucuz işgücünün veya coğrafi konum ile kültürel yakınlıktan kaynaklanan avantajların olduğunu söylemek, bence gerçeği çok yansıtmaz. Bu tesbit belki 1980'li yılların başında Türk İnşaat Firmalarının özellikle Arap ülkelerinde aldıkları inşaat işleri için yapılabilirdi. Ancak aradan geçen 30 yıl boyunca Türk İnşaat sektörünün gerek tek başına gerekse yabancı ortaklarla yurtdışında yaptığı işlerle hem organizasyon hem de ileri teknolojik yapı inşa ve müşavirlik yeteneğinin arttığı görülmektedir. Çin ve Güney Kore firmalarının daha ucuz işgücü çalıştırmalarına ve hatta Çin’in kısmi devlet desteğine rağmen Türk inşaat firmalarının, uluslararası ihalelerde başarılı oldukları ve işlerin yapımını da başarıyla gerçekleştirdikleri bilinmektedir. Günümüzde Türk inşaat şirketlerinin akıllı gökdelen, büyük metro, havaalanı gibi daha ileri teknoloji gerektiren alanlarda inşaatları başarı ile tamamlayarak söz sahibi olmaya başladıklarını söylemek mümkün. Ancak bu ilerleme nükleer santral, yüksek kemer, baraj, uzun açıklıklı asma köprü gibi özel bazı alanlara kadar henüz ulaşamamıştır. Türk inşaat firmaları dünyada ileri teknolojik yapıların hepsi için rekabet edecek konuma gelememiş olsalar da, bazı alanlarda ileri teknoloji ve uluslararası standartları uygulayabilme kapasitesi artmıştır. Gelecekte ileri teknolojik yapılarda rekabet şansımızın artmasının en etkili unsuru ise bu yapıların müşavirlik hizmetleri alanındaki ilerleme hızımız olacaktır.