02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

• KÜLTÜR • DOĞAN KUBAN Sanatsız Olmayacak Herkesin politikadan söz ettiği bu günlerde sanattan söz etmek tuhaf görünebilir. Oysa neden söz edersek edelim temelde toplumun kültürel davranışlardan söz ediyoruz. Başka türlü olması düşünülemeyecek şekilde, resim sergisine gitmeyenle trafik kurallarına uymayan, politikayı oy sayanla planlamayı menfaat dağıtmak olarak değerlendiren, klasik müzikten haberi olmayanla Çin’in gelişmesinden haberi olmayanlar aynı kimlikte buluşuyorlar. mesi, bir iki tane orkestra olması yeterli değildir. Mızıkaı Hümayu’nun başında Donizetti Paşa’nın getirilmesi, önemli bir Batı’ya uyum kararı idi. Ama toplumu Batı musikisine meraklı yapmadı. Toplumun uzun süreli bir süreç içinde bu yaratma alanına sahip çıkacak bir bilinçlenme aşamasına erişmesi gerekiyor. Böyle bir musiki tutkusu, doğal bir yetenek sorunu değil. Bu tarihi birikim ve toplumsal eğitim sorunu. Bazı hızlı milliyetçiler ‘Bizde de Dede Efendi vardı’ cinsinden savunmalar yapar. İyi ki vardı. Fakat bu Mühendishane’nin ünlü hocası İshak Efendiyi Gauss’la karşılaştırmaya benziyor. Resim, heykel ve musikide ne Osmanlı’nın ne de Türkiye’nin evrensel bir ansiklopediye girmiş temsilcisi var. Sadece birkaç virtüoz. “Bunun ne önemi var? Bizim farklı bir kültürümüz var” demek, birlikte yaşadığımız başka toplumlar katında bize bir şey kazandırmadığı gibi, bizi hâlâ gelişmemiş, hatta barbar görmelerine neden oluyor. Bizdeki küreselleşme şampiyonlarından hiçbiri ‘bunlar bizim için ne kadar gerekli’ diye bir soru sormuyor. “Türkiye lati lokum ya da baklava ile mi, yoksa saz çalanlarıyla mı küreselleşiyor?” diye soran da yok. Batı’da kilisenin 9. yüzyıldan bu yana örgütlediği ve nihayet 17. yüzyıldan sonra görkemi bugünün yaşamını da etkileyen bir musiki geliştirdi ve köylere kadar korolarla din yaşamına girdi. Bu sonradan laik musikiye dönüştü. Musiki eğitimi, terbiyesi ve duyarlılığı aristokratlar, burjuvalar, sonra da halk üzerinde etkili oldu. Bu musikinin, opera binaları, konser salonları, konservatuarları, dans okulları ile toplumun içinde yayılarak neredeyse ayrı bir uygarlık düzeyinde kendi kültür ortamını yarattı. Türk toplumunun bu bağlamda gelişmesi kaplumbağa hızıyla oluyor. Kitap basmada üç yüz yıl geriden geldiği için bilgi birikimi zavallı olan Türk toplumu, resim, heykel ve musikide daha da geridir. Ressam, heykeltıraş ve müzisyenlerimiz bundan gocunmasın; onlar ve çevrelerinde küçük bir grup çağdaşlığın en önemli temsilcileri. Tayfun Akgül Türkiye Cumhuriyette olağanüstü bir çağdaşlaşma gücü gösterdi. Sakallı ve entarili olanlarımız bile cep telefonlu ve blucinli oldu. Ama sanat topluma mal olmadı. Bunu hükümetlerin etkinliklerine bakarak söylemeye gerek yok. Halkın bu konudaki tutumunu izlemek yeterli. Bu bağlamda Atatürk ve çevresindeki birkaç kişi ile, İslam ülkelerinde de az sayıda birkaç liderin (ben Burgiba’yı, Butto’yu da anımsıyorum) izleyicileri dışında, İslam toplumları hâlâ Rönesans’ın gerisinde yaşıyor. Bazı şeyleri müzelere doldurmak, geçmişte üretilen sanatın varlığını gösterse anatsal gözlemlere musikiden başlamak gerekir. Batı uygarlığında musiki alanı kendi içinde ayrı bir bir uygarlıktır. Musiki ile toplumsal disiplin arasında bizde olmayan ilişkiler var. Çünkü musikide yeteneğe ek olarak, yıllar süren yorucu bir uğraş, ortak çalışma disiplini, büyük bir toplumsal estetik halkanın parçası olma ve insanı güncel olanın üstüne çıkaran ve yücelten bir sanat etkinliğinin parçası olmak gibi özellikler var. Bir konserde orkestra şefinin çalınan parça ile eşdeşleşmesi, çalanların her birinin konsantrasyonu, parçayı büyülenmiş gibi dinleyenlerin konser sonunBugün hükümet ve zenginlerimiz daki olağanüstü şevkleri ve buna orkestra şefinin gökdelen, üniversite, hastane, ve çalanların katılması havaalanı yaptırmak istedikleri gibi toplumsal heyecanlar, zaman hâlâ yurtdışındaki bizim toplumun genelde hiç denemediği toplumsal mimarlara başvuruyor. Gerçi yurtdışından seçip çalıştırdıkları bütünleşmelerdir. Cumhuriyet, bizim mimarlardan daha yetenekli toplumun da her sanat Türk mimarlar var fakat dalında uluslararası düişverenlerin onları bulacak zeyde sanatçı yetiştirebileceğini kanıtladı. Genç kadar bilgileri yok. Eğer Türk ressam ve heykeltıraşlarımimarları tasarımda mız Fransa’da ve yeteneksizse, patronlar mimar Almanya’da büyük ustaseçmekte, daha da görgüsüz ve ların yanında ve ünlü yeteneksiz. atölyelerde çalıştı. Aralarında birçok övünülecek sanatçı yetişti. Musikide yetenekli gençlerimizi Avrupa’ya yolladık. Aralarında önemli virtüozlar yetişti. İnsan cevheri olarak toplumun bir eksikliği yok. Cumhuriyetin o bilinçli çabaları Türkiye’yi bir sanat çölü olmaktan kurtardı. Ama büyük kentlerden uzaklaşınca, sadece bir sanat bozkırı var. Bu çağdaşlık aşamasına ulaşmak için çok yetersiz. Hangi alanda olursa olsun, bizim toplumun ne üretim ne de tüketim, ne duyarlık ne eğitim olarak sanatsal yaşamı yoğun bir toplum olduğu söylenebilir. Türkiye’deki iki mimarlık okulundan birine girerken, Türkiye’de birkaç yüz mimar vardı. Bugün otuz beş bini geçti. Fakat dünya çapında bir mimarımız olmadı. Bugün hükümet ve zenginlerimiz gökdelen, üniversite, hastane, havaalanı yaptırmak istedikleri zaman hâlâ yurtdışındaki mimarlara başvuruyor. Gerçi yurtdışından seçip çalıştırdıkları mimarlardan daha yetenekli Türk mimarlar var fakat işverenlerin onları bulacak kadar bilgileri yok. Eğer Türk mimarları tasarımda yeteneksizse, patronlar mimar seçmekte, daha da görgüsüz ve yeteneksiz. Bu bağlamda birinci gözlem şu: Bir ülkede bir sanat alanının gelişmesi için, bazı öğretim kurumlarının ve sanatçının yetişmesi, bir grup insanın ara sıra konsere git S bile, toplumun sanata karşı ilgisi olduğunu da göstermiyor. Batı’da sanat, antik geleneğin etkisi ile kiliselerde başladı. Kiliselerde resimler ve heykeller okuma yazması olmayan halka İncil’in bütün hikâyelerini anlatıyordu. İsa’nın insan kılığında çarmıha gerilmesinden başlayıp onun yaşamını ören bütün hikâyeleri, okuma yazma bilmeden ezberleyebilirlerdi. Cahil Hıristiyan kilisesindeki resimlerde dini öğretimini tazeliyordu. Avrupa sanatı bu dini zemin üzerinde yükselmiştir. Aristokrat ve burjuva evlerinde resim ve heykel vazgeçilmez kültür öğeleriydi. Kaldı ki, resim ve heykel doğanın gözlemi ve araştırılmasının yani bilimin de altyapısını oluşturmaktadır. Türk insanı ne sultanlarının, ne büyük adamlarının, ne sanatçılarının portrelerini, büstlerini görmedi. Bunu içeren bir resim ve heykel kültürüne sahip olmadı. Okuma yazma ve Arapça bilmeyen Müslümanın cami içinde anlayacağı şey Allah, peygamber, dört halife levhaları ötesinde mihrap ve minberin süsleri, kubbeler ve duvarları süsleyen çinili ya da boyalı süslemelerdir. Bunlar ibadet ortamını zenginleştirir, ihtişamını ve etkisini arttırır fakat bir şey öğretmez. Okuma yazma bilmeyene Arapça levhalar da bir şey söylemez. Batı’nın sanatsal birikimi, bilim ve teknolojide üstünlüğü ile politik ve ekonomik dünya egemenliğine sahip olmasının yanında, uygarlığı tanımlayan bileşenler olarak kabul edildiği için, Batılılar uygarlığı sadece kendilerine özgü bir olgu olarak görmeye başladı. Klasik musikinin bir uygarlık olarak algılanması, bu musikiyi bilenler için kolay anlaşılır bir şeydir. Musiki din kadar yaygındır. Kilise resim ve heykelin yayılmasında olduğu kadar, musikinin yayılmasında da aynı şekilde bir okul olmuştur. Sonradan kilisenin yerine saray geçti. Daha sonra da bütün toplum örgütlendi. Musiki ve sanatsız bir Batı dünyası tanımlamak olanağı yoktur. Resim ve heykel tarihe bir görüntü kazandırır ve tarihi anonim olmaktan çıkarırlar. Musiki de tarihi başka bir yaşamsal boyut kazandırır. Bunların insan çevresinde yoğunlaşması estetik bir duyarlığın zaman içinde birikmesine neden olur. Çirkini algılayan ve onu bir hastalık gibi gören toplumun duyarlılıkları gelişir. Türk kentlerinde çirkinlik kültürel bir duyarsızlık sonucudur. Bugünün yaşamında görünen dünya, musiki eşliğinde, yaşamımızı yönlendiriyor. Bunu kabul etmemek olası değil. Televizyonun yarattığı sanal imgeler ya da sunduğu görüntüler yaşamın kendisinden bile güçlü. Bunun arkasında Batı’nın sanat geleneği var. Türk politikasında sanattan daha çok söz edilen bir döneme ulaşırsak, bizim için yeni bir uygarlık basamağı olacak. İslam, Müslüman toplumları başka ulusların ve inançların kölesi yapmak için yorumlanamaz. CBT 1233/2 5 Kasım 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle