17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Tanol Türkoğlu ([email protected]) Harf Devrimi’ni anlamak 1928 Harf Devrimi’nin nedenlerini anlayabilmek için, devrimden önceki dilimizdeki iki asırlık evrim sürecinin dinamiklerine bakmak gerekir. Osman Bahadır [email protected] ğimiz pratik zorluklardan sıyrılma düşüncesi, ulusal dilin yabancı dillerin egemenliğinden kurtarılması düşüncesi ve isteğiyle birleşti. Arap harflerinin ulusal dilin özgürce gelişip serpilmesine ayak bağı olduğu düşüncesi, özellikle Cumhuriyetin kuruluş yıllarında büyük bir güç kazandı. Harf Devrimi’nin arkasındaki iki büyük dinamik bunlardır. Ayrıca bu devrimi kolaylaştıran iki de ikincil olgu vardır. Bunlardan birincisi, başka etkenlerle birlikte Arap alfabesiyle okuma yazma öğrenmenin zorluğu ve caydırıcılığı nedeniyle de, 1928’de ülkemizdeki okur yazar sayısının son derece düşük olmasıdır. 1928’de Türkiye’deki okur yazar kitlesi, toplam nüfusun % 11’ini oluşturuyordu. Bu okur yazar topluluk içindeki gerçekten iyi okur yazar sayısının ise çok daha az olduğunu söyleyebiliyoruz. Bu çok az sayıdaki okur yazar da zaten kısa sürede yeni harflerle okumayı yazmayı öğrendiler. (Bu nedenle harf devrimi, bazılarının iddia ettiği gibi, ulusu bir günde dilsiz bırakmadı, tam tersine “dilsiz” bir ulusu çok kısa bir sürede kolaylıkla okuryazar hale getirdi). Gelecek yirmi yıl içinde tüm dünyayı yönetecek olan bu kuşak mensupları, sahip oldukları özellikleriyle daha iyi sonuçlar elde edebilecekler mi? Yoksa sonuçlar daha kötü mü olacak? Dikkat! Y Kuşağı Geliyor... Hanzade Doğan Boyner geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen İnteraktif Pazarlama Zirvesi’nde yeni kuşağı “Dot Com Nesli” olarak adlandırdı. X Kuşağı adı verilen bir önceki nesilden farklı olarak ondan sonra gelen bu yeni nesil maşallah istemediğin kadar isme sahip. Benim karşıma çıkan bazı isimleri paylaşayım. Sizin de karşılaştığınız ve bunlara ekleyeceğiniz isimler varsa lütfen benimle paylaşın: Y Kuşağı Dijital Yerliler Simular Milenyum Kuşağı Net Nesli Gelecek Nesil Echo Boomer (II. Dünya Savaşı sonrası doğan babyboomer kuşağının çocukları) Dot Com Nesli Teknik ya da matematiksel görülen Y Kuşağı ifadesi bir öncekine X Kuşağı denmesinden kaynaklanıyor olsa gerek. Benzer şekilde Y Kuşağı’ndan sonra gelecek olan nesile verilecek isim de bu çerçevede hazır: Z Kuşağı. Tabii Z harfinin alfabenin son harfi olması, Z Kuşağı’nın bir tür “son kuşak” olacağı imajı yaratmıyor değil. Bu kuşağa dijital yerli denmesinin nedeni temelde bu neslin çocuklarının dijital dünyanın içine doğmuş olmalarından geliyor. Onlar bilgisayarın, cep telefonunun, internetin olmadığı bir dünyayı bilmiyorlar. O nedenle de dijital dünyanın ilk doğal evlatları. Tabii bunun etkisi sadece sözde kalmıyor. Bu kuşakta doğanlar dijital dünyanın bu nimetlerinden de azami ölçüde istifade ediyor ve bununla da kalmayarak onlarsız yaşayamıyorlar. Öyle ki geçtiğimiz yıllarda İngiltere’de cep telefonsuz kalma korkusu diye nitelendirilebilecek bir “dijital fobi” bile tespit edildi. Simu kelimesi simulasyondan geliyor. Fransız düşünür Jean Baudrillard’a atfedilen simülasyon ve simülakr dünyası, aslında belki de bugün içinde yaşadığımız dijital dünya. Gerçek olmayan, gerçeğin bir tür simülasyonu yani. O dünyada yaşayanlar da doğal olarak “simu” oluyor. Bu kuşağa ne ismi verilirse verilsin, doğal olarak, önceki kuşaklardan farklı özelliklere sahipler ve bu özelliklerin temelinde dijitalleşmiş bir dünyanın varlığı var. Örneğin Y kuşağı mensupları aynı anda birden çok şey yapmakla ünlüler. Bu özellikleri, onların bir nesil büyüğü olan X Kuşağı ya da daha eski nesiller için “konsantrasyon bozukluğu” olarak nitelendirilebilecek bir özellik. Neden ? Çünkü eski nesiller aynı anda sadece tek bir şey yapmaya odaklanmışlardır. Onların paradigması bunu öğretmiş, bunu uygulatmaktadır. Ya da uzman bir eğitimci arkadaşımın tespit ettiği üzere Y Kuşağı mensupları birbirleri ile göz teması kurmaktan kaçınırlar. Daha eski kuşaklar için bu büyük bir kayıp ya da özgüven eksikliği olarak yorumlanır. Oysa sanırım hiçbir Y Kuşağı mensubu, birisinin kendisiyle göz teması kurmaktan kaçınmasını bu şekilde algılamamakta, aksine bunu doğal karşılamaktadır. Belki de temelde sorulması gereken soru şu : Gelecek yirmi yıl içinde tüm dünyayı yönetecek olan bu kuşak mensupları, bu özellikleriyle daha iyi sonuçlar elde edebilecekler mi? Yoksa sonuçlar daha kötü mü olacak? Onları eleştirdiğimize göre beklentilerimiz pek de olumlu değil. Ancak dünyanın son 30 yılına baktığımızda bizim de pek matah sonuçlar üretmiş olmadığımız ortada... B ir ulusun dili ile alfabesi arasında nasıl bir ilişki vardır? Bir ulusun dili, hangi alfabe ile olursa olsun kendisini tam olarak ifade edebilir mi, yoksa özgün dil ile alfabe arasında belirli bir uyumun varlığı zorunlu mudur? Dilimizin matbaanın kuruluşu ile Harf Devrimi arasındaki 200 yıllık gelişme sürecine baktığımızda öncelikle şunu görüyoruz: Türkçenin seslisi çok (8 sesli), Arapçanın ise seslisi az (2 sesli) diller olmaları ve ayrıca gramer yapısının özelliğinden dolayı Arapçadaki bu iki seslinin her zaman aynı sesi vermemesi, Arap harfleriyle Türkçe yazımında her zaman büyük sorunlar yaratmıştır. (Örneğin, Arapça’nın sesli iki harfinden biri olan ayın harfi Türkçe’de , e harfi hariç, sesli diğer yedi harfe karşılık gelebiliyordu. Ayrıca sessiz Arap harfleriyle ilgili sorunlar da vardı). Türkçe sözcükler kullanmak isteyenler, bu sözcüklerin Arap alfabesi kurallarıyla okunduğunda farklılıklar ve belirsizlikler oluşturması ve bu nedenle de zorluklara, yanlışlıklara yol açması yüzünden, çoğu zaman Türkçe sözcükler yerine Arapça karşılıklarını aramaya ve kullanmaya yöneliyorlardı. Bu durum Arapça için çekim gücü yaratmış ve Türkçenin gelişimine her zaman büyük bir engel oluşturmuştur. Bu engelden kurtularak bir sözcüğü Türkçe tam olarak ifade edebilmek için bazı yardımcı işaretlerin kullanılması yoluna gidilmiştir. Bu amaçla çok sayıda yardımcı işaret geliştirilmişti. Arapça sözcüklerin, kavramların, deyimlerin, tamlamaların dilimize girişinin ve yaygınlaşmasının temel filolojik dinamiği ve itici gücü budur. (Arapçanın Türkçeye nüfuzunun bilimsel, kültürel, siyasi vb. dinamikleri burada konumuzun dışındadır). Ancak Türkçe okuma zorluklarını gidermek için yardımcı işaretlerin kullanılması, sorunu çözmeye yetmiyor ve bazen daha büyük zorluklar yaratabiliyordu. 1860’lı yıllardan başlayarak, Türk dilinin Latin harfleriyle daha rahat ifade edilebileceği ve bu nedenle bu sorunun en köklü çözüm yolunun Latin harflerinin kullanılması olduğu görüşü çeşitli yazarlarca dile getirilmeye başlandı. Harf Devrimi öncesinde, Latin harflerine geçilmesi gerektiğini savunan önemli bir literatür oluşmuş bulunuyordu. Arap alfabesinin terk edilmesi konusundaki ikinci dinamik, Osmanlı Türklerinin uluslaşmasıyla ilgilidir. Dil, bir topluluğu ulus yapan etkenlerin başında gelir. Ulusal bilincin doğması ve gelişmesine bağlı olarak dili Türkçeleştirme akımları güçlendi ve yukarıda değindi İkinci kolaylaştırıcı etken, Arap harfleriyle yazılmış kültürel mirasımızın 200 yılda çok büyük bir birikim oluşturamamış olmasıdır. Bu yüzden de eski yazıdan kopuş, büyük bir bilimsel ve kültürel sarsıntı yaratmamıştır. Seyfettin Özege, matbaanın kuruluşundan harf devrimine kadar olan dönemdeki yayınların tamamının 25 bin kadar başlık altında olduğunu saptamıştır. Üstelik bu başlıkların sadece birkaç bini, bilimsel ve kültürel değeri yüksek eserlere aittir. Osmanlı kültürel mirasını oluşturan çalışmaları küçümsemekle ve değersiz görmekle ilgili olmayarak (çünkü bu bizim tarihimiz), bu birikimin zayıflığının da harf devriminin gerçekleşmesini kolaylaştırmış olduğunu söyleyebiliriz. Harf Devrimi’nden sonraki cumhuriyet hükümetleri ve entelektüelleri, ancak Osmanlı kültür mirasının önemli bölümlerini yeni harflerle yeni dünyamıza yeterince yansıtmamış olmakla eleştirilebilirler. Harf Devrimi’nin yapılmış olmasını eleştirenler, dilimizle Arap alfabesi arasındaki sorunlardan ve Türklerin geçen yüzyılın başındaki yükselen uluslaşma mücadelelerinden habersiz olanlardır. 1928 Harf Devrimi, ulusal gelişmeden ve ulusun kendisini özgürce ve rahatça ifade etme istek ve iradesinden ayrı düşünülemez. Bilgisayarınıza ömür boyu koruma Güvenlik Teknoloji firması GFI Sunbelt Software, VIPRE serisinin ömür boyu sürümünü piyasaya sürdüğünü açıkladı. Buna göre bilgisayar kullanıcıları artık bir kere satın aldıkları güvenlik programını bir ömür boyu kullanabilecekler. Uzmanların “Son Nesil Teknoloji” olarak nitelendirdiği VIPRE Antivirus’ ün Premium Lifetime sürümü, kullanıcıya ömür boyu güvenlik sağlama imkânı sağlıyor. Kullanıcıların her yıl yeniden programı satın almaları gerektiğini, aksi takdirde güvenlik açığı çıktığını söyleyen VIPRE Türkiye yetkilisi Faruk Kekevi, bu sorunların yeni paketle ortadan kalktığını belirterek, VIPRE Lifetime’ ın 90 dolarlık fiyatı ile kullanıcının ömür boyunca güvenlik programı ihtiyacını karşılayacağını belirtti. Şirket tarafından yapılan açıklamada, ayrıca ömür boyu lisans özelliği beraberinde, VIPRE’nin bilgisayar kaynaklarını kullanıcının hissetmeyeceği oranda kullandığına işaret edildi. CBT 1231/ 13 22 Ekim 2010
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle