26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ stanbul depremi için iki senaryo: 7.6 İstanbul depremi geciktikçe, büyüklüğü ve yapacağı tahribat da artıyor.. İyimser senaryoya göre bugün 7.2 büyüklüğündeki bir depremin 10 yıl daha gecikmesi halinde büyüklüğü 7.4’e çıkacak. Marmara Denizi'nde araştırmalar yapan yerli ve yabancı bilim insanları, 10. Yıl Sempozyumu'nda bir araya geldi ve İstanbul ve Kuzey Anadolu Fayı üzerine son bulgularını paylaştılar. İstanbul'u etkileyecek depremin büyüklüğü, en ilgi çeken tartışma oldu. Depremin büyüklüğü 7.6 ile 7.2 arasında olacak. 7.2 gerçekleşirse, kent üzerindeki yıkıcı etkisi, şiddeti daha az gerçekleşecek. 7.6 büyüklüğünde bir deprem yaşarsak, İstanbul'da küçük bir kıyamet yaşanabilir… Orhan Bursalı mı, yoksa 7.2 mi? Sonuç olarak, Şengör'e göre, Marmara'da 30 veya 50 yıl içinde 7'den büyük bir depremin gerçekleşme olasılığını yüzde 70 olarak açıkladı. İTÜ'den Haluk Eyido an, sunumunda, Marmara Bölgesi’nde 19432009 yılları arasında gerçekleşen 320 depremin mekanik özelliklerini incelediklerini belirterek şu bilgilere ulaştıklarına dikkat çekti: Kuzey Anadolu Fayı İzmit Körfezi’nin batısından Kuzey Marmara’da doğu batı doğrultusunda Saros’a doğru devam süren fay Marmara içinde daha ufak dallara bölünmesine rağmen, Kuzey Marmara Fayı, ana faydır." Tahir M. Ceylan [email protected] LG NÇ SAPTAMALAR İTÜ'de yapılan bilimsel toplantıdaki sunumlar arasında ilginç bulgular dikkati çekti. Örneğin Michel Bouchon, 1999 Depreminde, fayın bazı yerlerde kırılma hızının deprem dalgalarından daha hızlı gittiğini söyledi! Fay, doğuya doğru hızlı kırıldı.. İzmit Düzce arasında, düz fay parçaları (segment) büyük bir süratla üstelik sesten hızlı kırılırken, karmaşık yapılı faylar ise daha yavaş kırıldı. Bu hızlı kırılmaların sonik patlamalar biçiminde kırılma yarattığı saaptanmış. Başka bir bilim insanı, Luca Gasparini'nin bulgusu da çok dikkat çekiciydi: İzmit Körfezi’nin altında büyük bir "kurtulma düzeyi" var. Yani İzmit Körfezi’nin oturduğu kabuk içinde çok düşük eğimli bir fay daha var. Ama faal değil, Ayrıca, Naci Görür, yapılan araştırmaların yanı sıra, yeni planlanan araştırmalar konusunda da bilgi verdi. Marmara'da fayın belirli yerlerine gözlem istasyonları yerleştirilecek ve özellikle gaz çıkışları gözlemlenecek.. Görür, araştırmaların Marmara'da aktif deprem sisteminin büyük bir deprem üreteceğinin kesin olduğunu, İstanbul yapı stoğunun zayıflığından dolayı da 50 bine yakın ölümler olabileceğini ileri sürdü. Bu tahminler 2000’li yılların başında Mustafa Erdik ve ABD’li deprem jeolojisi uzmanı Kerry Sieh’nin yaptığı tahminlerle örtüşüyor. Yani burada da ciddi bilim insanları arasında uyum var. Toplantının açılışına katılan TÜBİTAK'tan sorumlu devlet bakanı Prof. Mehmet Ayd n, doğanın deprem, sel gibi davranışlarının bize göre bir felaket olduğunu, oysa bu olayların tabiatın normal yaşamının bir parçası olduğunu belirtti ve bizim önlemler alarak tabiatın davranışına uyum göstermemiz gerektiğini, bu takdirde doğa olaylarının felaket niteliğini kaybedeceğini söyledi: "Binaları sağlam tutamıyoruz, bu konuda büyük sıkıntılarımız bulunuyor." Bakan, üniversiteler arasında işbirliğinin artması gerektiğini, bu takdirde hükümetin bilimsel araştırmalara daha büyük kaynaktlar ayırabileceğini söyledi. Bugün size biyolojinin, bırakın insan bedenini, sosyal hayatı dahi belirleyen etkilerinden bahsetmek istiyorum. Bunun için deseni akıllıca çizilmiş bir araştırmadan bahsedeceğim. Fernald araştırmayı, Afrika ve Güney Amerika’nın büyük göllerinde yaşayan, laboratuvar koşullarında doğal ortamdaymış gibi davranan, Cichlid Balıkları ile yapmış(*). Sosyal Güç ve Üreme Araştırıcı, inceleme sırasında hayvanların, aynen insanlar gibi Makyavelist davrandığını görmüş. Cichlid erkeklerinin mesela on dokuz ayrı sosyal davranışı varmış. Araştırmadaki balıklardan bir grup erkek egemenlik sahasına (territory) sahipken, diğer erkeklerin egemenlik sahası yokmuş. Egemen erkekler çiftleşmek istedikleri zaman arkalarındaki küçük ışıldakları “yakarak” dişilerden birini peşine takıp egemen olduğu alana götürüyor, orada onu döllüyormuş. İlginç nokta, egemen erkek testislerinin ötekilere göre daima daha büyük olmasıymış. Ha keza aynı erkeklerin erkeklik husyesi salgılatan hormon (GnRH) içeren beyin bölgesi{preoptik alan(POA)] egemen olmayan erkeklere göre sekiz kat fazla hücre sahibiymiş. Eğer egemen erkekler, kendi topluluğundan alınıp, daha iri erkeklerin arasına bırakılır ve egemen olmayan erkek haline döndürülür, egemen olmayanlar da daha küçük erkeklerin arasına götürülüp egemen hale getirilir ve bu yeni durumda günlerce/haftalarca testis ve GnRH ölçümleri yapılırsa, egemenliği kaybetmiş erkeklerin yavaş biçimde (bir hafta) testis büyüklüğü ve GnRH miktarı düşmekte, buna karşılık egemenlik kazanmışlarınsa hızlı biçimde(bir gün) testis büyüklükleri ve GnRH miktarları artmakta olduğu görülüyormuş. Öte yandan ilk gruptaki erkekler yavaşça saldırganlıktan vazgeçerken, ikinci gruptakiler yine hızla saldırgan oluyorlarmış. Sonradan egemen erkek hızla testis büyümesine uğrarken, önceden egemen erkekte sonraki aşamada testis küçülmesinin yavaş gitmesini, organizmanın hiçbir kararlılığı bulunmayan biyotop koşullarında, yeniden egemen duruma geleceği beklentisinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Yalnızca insan değil, tüm canlılar eski günlerin hayaliyle yaşıyor ve sosyal olarak kötü duruma düşseler de umut, organizmayı diri tutmaya devam ediyor. Dişilere gelince, onlarda da, POA hücrelerinde ve GnRH miktarlarında değişimler oluyormuş ama bu, sosyal koşullara değil, sadece üreme koşullarına bağlı bir değişiklikmiş. Sosyal konum yükseldiği için değil de örneğin bir erkek tarafından tercih edildiğinde GnRH seviyeleri yükselmeye başlıyormuş. İlginç bir nokta da, egemen erkekler eğer kastrasyona uğrarsa, düşük androjen seviyelerine rağmen eski egemenliklerini sürdürmeye devam ediyorlarmış. Muhtemelen bu erkeklerin sahip oldukları tecrübe ve diğer erkeklerin onu egemen olarak kabul ediyor olması egemenliği sürdürmekte kolaylık sağlıyor. Vakti zamanında Topkapı Sarayı’nda hadım harem ağalarının, saray hiyerarşisinde yüksek sırada olmasına benzer bir durum var burada. Padişah ve etrafındaki topluluk ona değer yükledikçe, harem ağası da egemenliğini, cinsel hormonlarının kandaki düzeyinden ve testis büyüklüğünden bağımsız biçimde sürdürmüş oluyor. Öte yandan sonradan egemen erkelerin hızla testis büyütmeleri, büyük ölçekte enerji harcamalarıyla mümkün olduğundan, ikinci aşamada testis büyümesi düşmeye başlıyormuş, muhtemelen bu çaba sırasında organizma yoruluyor ve stres altında kalıyor. Gerçekten de egemenlik bunalımı taşıyan erkeklerde başka bazı çalışmalardan da biliyoruz ki, stres hormonu kortizol yükseliyor. Bu da hem vücut ağırlığının hem de testislerin küçülmesine neden oluyor. Çok ilginç bir nokta da, her an koşulların değiştiği bir toplulukta, egemen olsun olmasın bütün erkeklerin kortizol seviyesi yüksek seyrediyor. Ancak statüko elde edildikten hemen sonra egemen erkeklerin kortizol düzeyi hızla düşerken ötekilerde kortizol yüksek kalmaya devam ediyor. Yani statükonun kurulması ve sürdürülmesini en çok, kendinde egemenlik gücü gören erkek istiyor, diğerleriyse düzen değil, doğal olarak anarşi istiyor, çünkü ancak o durumda stres (kortizol) düzeyleri düşüyor. Statüko, egemen olamamış ya da egemenliği reddetmiş erkekler için stres kaynağıdır. Açıkça görülüyor ki, egemenliğin altında biyolojik bir temel, sahip oluğumuz statüye göre bedenimizi, bedenimize göre de statümüzü ayarlayan, nöral döngülerimiz var. RD Fernald, Evolutionary Cognitive Neuroscience(Platek ve ark) s:197, 2007 MIT Press, London T aaa Bingöl bölgesinden Saroz körfezine kadar uzanan Kuzey Anadolu Fayı'nın özellikle Marmara Denizi içindeki bölümü üzerine yapılan araştırmaların sonuçları, Kocaeli depreminin 10. Yılında İTÜ'de düzenlenen bir uzmanlararaştırmacılarının toplantısında tartışıldı. Aralarında, Fransa, Almanya, İtalya ve Amerika'dan ve Türkiye'den deprem araştırmacılarının katıldığı toplantıda, Türkleri saymazsak Fransız bilimcilerin çokluğu dikkati çekti. Bunun nedeni de Marmara'da Fransız araştırma gemileri ve projeleri oldukça fazla. Araştırmacıların Marmara'nın sismik, sedimantolojik, jeolojik ve tektonik özellikleri üzerine bugüne kadar elde edilene bilimsel sonuçları açıkladılar. Oldukça ilginç ve Kuzey Anadolu Fayı'nın davranışlarına özgü bulgular da açıklandı. Sunumların, beklenen depremin İstanbul'a verebileceği zarar açısından değerlendirmelerinde, iki farklı yaklaşım dikkati çekti. Buna iki senaryo da diyebiliriz. Bir görüş veya sonuçları yıkıcı olacak olan ilk senaryo, Saroz'dan İzmit'e kadar uzanan Marmara'nın kuzeyinden geçen 140 km uzunluğundaki fayın birbirini tetikleyici olarak tek parçada kırılabileceğini ve bu durumda Marmara'da 7.6 büyüklüğünde bir deprem oluşacağını öngörüyor. Bu büyüklükte bir kırılmanın ise İstanbul yapıları üzerindeki tahribatının büyük olacağı açık. Dolayısıyla can ve mal kaybı, bu senaryoda artıyor. Unutulmamalı ki, Kocaeli depreminin büyüklüğü 7.4 idi. Genellikle fayın uzunluğu ile deprem büyüklüğü arasında doğru bir orantı bulunuyor. Deprem büyüklüğünü belirleyen diğer bir etken ise, fay üzerinde biriken stresingeri yoruz ki, arköySaroz depreminde fay k r , Marmara merkez havzas na kadar uzanmam t r. Ayr ca Ganos da n n alt na do ru uzanan, arköy'den dümdüz douya gidece ine Mürefte'den kuzeye giden bir k r k görülüyor. Diyoruz ki 1912 k r bu da olabilir. En kötü ihtimali göze al yoruz ve 140 kilometre uzunulu undaki fay n Marmara depreminde tek parça olarak k r lma olas l n ön plana ç kart yoruz. E er, 1912 deprem k r n n uzunlu u üzerinde kesin bir bilgiye ula rsak, üphesiz, Marmara depremi konusunda daha kesin bir aç klama yapabiliriz..." K NC SENARYO İkinci senaryonun sahibi ise, Marmara depremi araştırmalarına Fransa'dan katılan Şili kökenli bilim adamı Rolando Armijo. Armijo başından beri, 1912 ŞarköySaroz depreminde fayın Tekirdağ'ı da geçip Marmara merkez havzasına kadar uzandığını, dolayısıyla merkez havzadan İzmit Körfezi’ne kadar uzanan sadece 70 kilometre uzunluğundaki fayın kırılacağını belirtiyor. Armijo'ya göre, bu kırılma 7.2 büyüklüğünde bir deprem üretecek, dolayısıyla İstanbul üzerindeki yıkıcı etkisi de, 7.6'ya kıyasla daha düşük olacak. İstanbul için en bilimsel ve "en iyimser senaryo" bu! Ancak 7.2 büyüklüğünde bir depremin de yıkıcı etkisi oldukça büyük. Armijo dayandığı veriler konusunda diyor ki: "Merkez havzasında su altında çok taze olduğunu sandığımız kesiklikler görüyoruz. Sedimantasyon karotlarından birinde, aşağı yukarı 1916'ya karşılık gelen bir tarihte kesiklik var. Buradan hareket ederek, 1912 depreminin buraya kadar geldiği biçiminde yorumluyoruz. Bir iki metrelik yükseltiler görüyoruz. Benim görüşüme göre, Marmara fayında Pullapart (çekayır) mekanizması egemen. Yani sağ yanal atımlı bir fay üzerinde fay sağ dirsek yaparsa, dirsek üzerinde açılma başlar bu bir pulapart mekanizmadır. Marmara böyle bir havzadır. Ana fay, Marmara havzasının bu özelliği nedeniyle, ana fay parçalanmakta ve bükülmektedir... Sonuç olarak, Şarköy depreminde fay MerkezOrta Marmara havzasına kadar kırıldığını düşünüyorum. 1999 Depreminde fay körfezin çıkışına kadar kırdı. Adalar fayı ise 1963 depreminde kırıldı. Tek kırılmayan bölge, Marmara Ereğlisi ve Silivri önlerindeki Merkez veya Orta Marmara çukurundan geçen ve Adalar önlerine kadar uzanan 70 kilometrelik bölümdür.. Ancak burası çok tehlikelidir ve İstanbul'a çok yakın seyretmektedir. Bu fayın kırılması tahminen 7.2 büyüklüğünde bir deprem üretecek.." tışma ve yeni araştırmalar bizi daha sağlam senaryolara götürecek, şeklinde görüş belirtti. Celal Şengör ve Xavier Le Pichon, 2001 yılı araştırmalarında, Kuzey Marmara Fayı'nı ilk bulan bilim insanlarıydı. 250 yaşında dedikleri fay da bu fay ve adaların hemen altında ve İstanbul'a yakın geçiyor. O güne kadar ise, Marmara'nın güneyinden geçen fay biliniyordu. Kuzey fayı, yeni batımetrik çalışmalar sonucu ortaya çıkartılmıştı. O güne kadar eldeki batımetrik, yani derinlik ölçümleriyle ilgili veriler, 1894 yılında Rus bilim adamlarının yaptığı çalışmalara dayanıyordu. Deniz Kuvvetleri’nin yaptığı çalışmalar batımetrik çalışmalar ise depremfay araştırmalarına yönelik olmadığı için, bu bulunan fayla ilgili bu verilerden bilgi edinmek de mümkün olamıyordu. Sismik açıdan bu genç fayın kuzeyi ve güneyi asimetrik bir özellik taşıyor, diyor Şengör. Fayın güneyindeki blok, kuzey bloğuna nazaran daha çok deforme oluyor, çünkü Marmara'nın güney bölgesi daha yumuşak. Bunu GPS verilerinde de görüyoruz, yamulma güneye doğru. Fayın güneye yamulma özelliği, bir kırılma anında şiddetli deformasyonun daha çok kuzeyde toplanmasına neden oluyor, diyor Şengör. 1999 DEPREMLERİNDEN 10 YIL SONRA TÜRKİYE NEREDE? Türkiye MEGAAFETLER ülkesi KÜRESEL ÇABALAR: Eriştiğimiz 2009 Ağustos ayında, Türkiye’nin 1999 yılında yaşadığı büyük deprem sonrasındaki on yılın irdelenmesi, özellikle afetler alanındaki uluslararası gelişmeler göz önünde tutularak, zorunlu görülmelidir. Afetlere ilişkin uluslararası çabalar, 1994 Yokohama Konferansı, 2000 yılında BM’in bir yeni organ (ISDR: Afetleri Azaltma Uluslararası Stratejisi) oluşturması ve bu organ eliyle 2005 Kobe Konferansı ve HYOGO Eylem Planı’nın (20052015) yürütülmesi ile sürmektedir. Murat Balamir, Prof. Dr.; ODTÜ; [email protected] lanan koşullar açısından, özellikle kentleşme biçimi ve yönetimiyle, Türkiye mega afetler ya amaya aday bir ülkedir. limin büyüklüğü veya yoğunluğu. Bu noktada, Fransız araştırmacı Michel Bouchon, her geçen ay ve yıl, fay üzerinde stres birikiminin arttığını, örneğin bugün 7.2 büyüklüğünde kırılacak bir fayın üzerinde 10 yıl daha bir gerilimstres birikimi olursa, 10 sonra kırılması durumunda, deprem büyüklüğünün 7.4'e çıkacağını açıkladı. ENGÖR'ÜN T RAZLARI Celal Şengör'e, bu senaryoya olan itirazlarını soruyoruz: "1912 depreminde fayın merkez havzaya kadar kırılma iddiası çok mantıksız değil. Çünkü sedimantasyon (çökeller) verilerinde falezcikler basamaklar görülmekte. Ancak bunların tarihlendirilmesi ve karakterize edilmesi henüz kesin olarak yapılmadı. Bu verinin gerçek bir bilgi olarak ortaya konması gerekmektedir... Marmara havzasının pullapart (çekayır) niteliğine gelince, Armijo'ya göre, Marmara içinde fay hep bu modele göre davranıyor. Biz diyoruz ki, evet Marmara havzasında çekayır modeline ilişkin izler var, ayrıca bu yeni değil ilk 1962'de ortaya atıldı ve o zamandan beri tartışılıyor. Fakat, bu çekayır modeline ilişkin izlerin eski bir rejime ait olduğunu, bugün faal olan fayın bir çekayır yapısıgeometrisi göstermediğini söylüyoruz. Bu eski rejime ait yeni bir fay tarafından parçalandığını düşünüyoruz.. Bu yeni fay da yaklaşık 250 bin yaşında..." Ayrıca Armijo da, fayın Merkez havzaya kadar kırılmış olabileceğini söylüyor, henüz bu konuda eldeki verilerin kesinleştirilmesi gerektiğine işaret ediyor. Nitekim basın toplantısında da gazetecilerin sorusu üzerine "Böyle diyorum ama henüz elimizdeki verileri kesinleştirmiş değiliz", dedi. Celal Şengör, bu konu aramızda bilimsel bir tartışma konusu, iki taraf da birbirini zorluyor ve modellerini gerçek verilere oturtmaya çalışıyor. Bu tar A TEHL KEY YOK SAYAMAYIZ Prof. Dr. Celal engör, tek parça kırılma ve 7.6 büyüklük olasılığına dikkat çeken bilim insanımız. Şengör'ü tanıyanlar, olasılıklar içinde tehlikenin en büyüğüne her zaman dikkat çektiğini bilirler. Şengör bilim adamının görevinin de tehlikeyi küçültmek değil, eğer ciddi bir olasılık içindeyse, bundan halkı haberdar etmek olduğunu söylüyor. Nitekim, toplantıya katılan bilim adamlarının katıldığı ve soruları yanıtladığı basın toplantısında, kendisinin felaket tellalı olarak nitelendirilmesinden hiç rahatsızlık duymadığını belirtti ve "evet felaket tellalıyım, çünkü 7.6 büyüklüğünde bir deprem olasılığı bulunuyor, depremin 7'nin üzerinde gerçekleşeceği ise kesin bir veri" dedi. Şengör, bu senaryo için şöyle konuştu: "7.6 büyüklü ün gerçekle ece i fay 140 kilometre uzunlu unda ve arköy'den zmit Körfezinin a z na kadar uzan yor. 1912 depremi arköySaros aras nda oldu. Buradaki fay n ne kadar uzunlukta k r ld na ili kin farkl görü ler var. Biz di CBT 1170/8 21 Ağustos 2009 Yazının devamı arka sayfada CBT 1170/9 21 Ağustos 2009 na fikir, olası afet öncesinde risklerin azaltılmasıdır. ISDR bu plan çerçevesinde ulusal yönetimlere önerilerde bulunmakta, pek çok ülke yeni politikanın gereklerini ödünsüz yerine getirmektedir. Bildirge ve programlara onay vererek katılmış olmasına karşın, Türkiye gereken düzenlemelere henüz geçememiştir. ISDR bu yıl şubat ayında, kapsamlı bir çalışma sonunda bir rapor yayınladı: “ klim De i ikli i Ortam nda Risk ve Yoksulluk”. Rapor, BM Başkanı’nın tanımlamasıyla “kalkınma çabalarında afet planlaması konusunda bir temel vurgu” yapmakta, “artan kentleşme oranı, yetersiz kent yönetim biçimleri, ekosistemlerin çöküşü, gibi risk azdıran etkenlerin yakın gelecekte büyük acıların çekilmesine ve ekonomik gelişmenin bütünüyle durmasına yol açabileceği”ne işaret etmektedir (www.unisdr.org). Rapor, artan riskler karşısında ekonomik kayıpların can kayıplarından çok daha hızlı bir artış gösterdiğini belirliyor. Bu durum karşısında, “afet sonrasına ilişkin çalışmalarla yetinmenin olanaksız kaldığı, risk azaltma (sakınım) önlemlerine ağırlık verilmesinin kaçınılmaz olduğu” ve “Risk azaltma yatırımlarının, iklim değişikliğine uyum, yoksulluğun kurutulup kalkınmanın sürdürülmesi için maliyet etkin bir yaklaşım olduğu” savunulmaktadır. Bu açıdan, risk yönetimi kapasitesi geliştirilmedikçe, ne kadar hızlı kalkınma sağlanıyorsa, o ölçüde afet zemini hazırlanmaktadır. Raporda tanım 1999 + 10 ISDR, ‘Provention Konsorsiyumu’ ile birlikte bu yıl 1315 Mayıs günlerinde İstanbul’da düzenlediği toplantının konusu “Risk ve Yönetim: Kolayla t r c Ulusal Yakla mlarla Yerel Eylemlerin Bulu turulmas ” idi. Toplantıya çok sayıda ülke ve kuruluş temsilcileri ve konu uzmanı birey katıldı. Toplantının, 1999 depremlerini yaşayan Türkiye’de ve büyük bir depremin beklendiği İstanbul’da risk azaltma çalışmalarını görmek ve başarılı örnekleri yaymak isteyen iyi niyetli bir karara dayandığı anlaşılıyordu. Ortak değerlendirme toplantıları ve uzman sunuşları ile sürdürülen çalışmalar, ‘yönetim biçim ve programlar ’, ‘kat l ml risk yönetimi’, ‘uygulama örnekleri’, ‘finansman yöntemleri’, ‘görsel medyan n rolü’ gibi, konunun farklı boyutlarına ilişkin bilgi alışverişi sağladı. Bu toplantıda da Şubat 2009 raporu tanıtılırken, odak konunun ‘risk azaltma hedefli kent yönetimi’ ve katılımlı yönetim biçimleri olduğu açıklandı. Bunun arkasında demokratik temsil sisteminin, afet yönetimi konusunda yeterli bir yetkilendirme getirmediği anlayışı vardır. Bir yerel yönetim adayına oy verirken seçmenler, “canımı malımı size ema
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle