Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Bir Felaketten Alınan ve Alınamayan Dersler 17 Ağustos 2009, 17 Ağustos 1999’un onuncu yıldönümüdür. O gün otuzbin civarında yurttaşımızı ve milyarlarca liralık ulusal servetimizi cehâlete, umursamazlığa ve aptallığa kurban verdik. Kuzey Anadolu Fayının kuzey kolu, tâbir câizse, aportta bekliyordu. Bunun böyle olduğu daha altmışlı yılların sonunda, Adapazarı depreminden sonra belli olmuştu. Merhum meslekdaşım Aykut Barka, Amerikalı meslekdaşımız Ross Stein ile birlikte basit bir gerilme hesabı yaparak İzmit’in tehlikede olduğunu depremden önce hem bilimsel literatürde hem de (benim ricam üzerine) Türkçe popüler bilim organlarında (TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi ve Cumhuriyet Bilim Teknik) yayımlamıştı. Sonra deprem geldi ve otuz bin civarında yurttaşımızı yaş, cinsiyet, sosyal sınıf vb. ayırımı yapmadan aldı götürdü. Aykut Barka ve İTÜ’den onun çevresindeki bir ekip koştu, depremin neden olduğu yapıları haritaladı; sismologlarmız sismik durumu anlatan yayınlar yaptılar. Ancak yapılması gereken en önemli iş, bundan sonra ne olacağının tesbitiydi, zira o zamanlar Kuzey Anadolu Fayının kuzey kolunun Marmara Denizi altındaki güzergâhı, hattâ varlığı bilinmiyordu. Mesela meşhur Dan McKenzie, fayın bir yanal atım sistemi olarak Marmara’da devam etmediği kanısındaydı. Bu konuya da, büyük deniz jeofizikçisi Xavier Le Pichon ile birlikte ben el attım ve Marmara’nın altının detaylı olarak haritalanması için bir proje başlattık. Daha önce Tuğamiral Şevket Güçlüer liderliğinde ve İTÜCambridgeTürk Deniz Kuvvetleri Seyir, Hidrografi ve Oşinografi Dairesi işbirliği ile yapılan sismik incelemeler ve Naci Görür’ün başlattığı Marmara Sismik Profilleme çalışmaları olmasaydı, bizim çalışmamızın plânlanması olduğu kadar hassas olamazdı. Fransız dostlarımızla ortak başlayan ve daha sonra İtalyan, İngiliz ve Amerikalı bilim insanlarının da katılmasıyla genişleyen çalışmalar sonunda, Marmara dünyanın en iyi bilinen iç denizlerinden biri oldu. Fayın detaylı olarak haritalanması, bir sonraki depremin karakteri ve büyüklüğü hakkında tahmin yapılmasına olanak verdi. Önümüzdeki otuz yıl içerisinde Marmara Denizi’ndeki kuzey kol üzerinde en çok 7,6 büyüklüğünde bir depremin olmasının %70 civarında muhtemel olduğunun bilinmesi, İstanbul’un hangi kısmının ne şiddette zarar göreceğinin plânlanabilmesine olanak sağladı ve Kandilli Rasathanesinde Mustafa Erdik liderliğindeki bir ekip, titiz çalışmalara dayanan detaylı ikaz modelleri üretti. Depremin tetiklediği araştırmalar kaçınılmaz olarak tüm Marmara Denizi’ni kapsadı ve bu arada Marmara kuzey sahanlığını parçalayan dev sualtı heyelânları keşfedildi. Bunlar üzerinde İTÜ’den Sinan Özeren ve Nazmi Postacıoğlu’nun, zamanın Hava Harp Okulu komutanı Hv. Plt. Tümg. (korgenerallikten emekli) Şevket Dingiloğlu’nun direktifiyle başlattıkları üç boyutlu tsunami modellemeleri dünyada türlerinin ilki olmakla kalmayarak, İstanbul ve çevresinin nasıl bir tsunami tehdidi altında olduğunu da açık seçik ortaya koydu. Bu sonuçların tamamı uluslararası literatürde yayımlandı ve deprembilimi diyebileceğimiz coğrafyajeolojijeofizik üçgenindeki geniş bir alanda önemli ilerlemelere neden oldu. Örneğin, fayın her iki yanındaki blokların asimetrik yamulmaları gözlemi, bu buluşlar arasındadır. 17 Ağustos 1999 depremi bilimsel açıdan Türkiye’ye çok büyük faydalar sağlamıştır. İlk kez uluslararası havuzlardan büyük para mikdarları Türkiye’de yapılan araştırmalar için tahsis edilmiş, Türk bilimcilerin önüne ilk kez bu kadar zengin veri bankaları konmuştur. Gerçekleştirilen araştırmalar Türkiye jeolojisine âdeta bir kuantum sıçraması yaptırmış, Türkiye yerbilimleri âlemine dış dünyada duyulan saygınlığı arttırmıştır. Bu büyük ve heyecan verici gelişmelerden neredeyse hiç yararlanamayan tek grup Türk halkı olmuştur. Kendi eliyle seçtiği yöneticilerin bilgi, görgü, hattâ akıl eksikliği, bilgi üretenlerle yönetenlerin diyalogunu olanaksız kılmış, Türk Silâhlı Kuvvetleri dışında Türkiye’deki toplum yönetimi, yapılanları desteklemediği gibi, sonuçları öğrenip bunlardan ders de çıkarmamıştır. Medya’nın rolü ise pek fecî olmuş, gazete ve televizyon yöneticilerinin inanılmaz cehaleti sonucu, o ana kadar hayatında tek bir ciddî araştırma yapmamış kişileri uzman diye halkın karşısına dizmiş, bu arada medyanın kendi temsilcileri en basit terminolojiyi bile on yılda öğrenememiştir. Deprem, bilim insanı için ilginç, çekici, hoş bir sorundur, ama ondan etkilenen halk için korkunç bir felâkettir. Depremi felâkete dönüştürmemek, ülkenin en üst bilim kurumunda Darwin’i sansürlemeye kalkan zır cahil kafayı ve onu oraya atayıp orada tutanları toplum yaşamından silmekten geçer! Aksi takdirde bir doğal felâket bir gün gelir ve o toplumu siler.