Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kültür Ulusal Kimliğin Doğal ve Vazgeçilmez Bileşenleri ‘Ulusal Kimlik’, ortalığı bulandıranların yüzeysel olarak başarılı oldukları bir ‘desinformation’ alanı. Bu alandaki balonları patlatmak gerek... Türkleşme bir tür Batılılaşmadır. Yani kendimizi Hıristiyan Batılı’nın bizi gördüğü gibi görmeye başlamaktır. Batılı, gerçi Türkü HıristiyanMüslüman karşıtlığı içinde gördü, fakat Türk’ü hiçbir zaman Arap ve İranlının statüsüne de çıkarmadı. Doğan Kuban ugün Türkiye’de yaşayan köylü ya da kentli, okumuş ya da okumamış insanların kimliklerini tan mlayan üç de i ik nitelikli tarih dönemi vardır. Ve bunların reddedilmesi insanını anasını, babasını reddetmesi kadar olanaksız ve anlamsızdır. Türk toplumu bir varlık olarak yaşayacaksa ancak bu üç tarihi bileşenin varlığı ile kendini tanımlayabilir. Fakat Türkiye’de cahil bir toplum kesimi, yüzeysel politik ideoloji savunucuları, futbolcu partililer büyük bir cesaretle, kendi dillerini, dinlerini, ve özgürlüklerini kötüleyen sözler söyleyebiliyorlar. Bunlar varlığı yadsınamaz. Göz ardı da edilmemelidir. Hatta köCumhuriyet eğitiminin tülemenin de yararı yok. Osmanlı tarihini dışladığı Çünkü tarihçilerin, politikacıların, dilcilerin, edebir yalandan ibarettir. Ama biyatçıların ya da bilim Osmanlı’nın Türk’ü dışlainsanlarının söylemlerini ması bir gerçektir. İlk yarım yamalak yansıtan bu yargılar, çoğu kez gerCumhuriyet döneminde çekleri saptırıcı olsalar da, Mustafa Kemal’in Türk takültürün yaşamakta olan rihini ön plana koyması bir bileşenleridir. Batılılaşma adımı idi. Türkiye’de Kürtler, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler, Boşnaklar ve diğer Balkan göçmenleri, Rumlar, Ermeniler, Süryaniler, Araplar dil bağlamında, kendilerini değişik kategorilere soksalar bile, Türkiye’de yaşayan toplumu tanımlayan derin tarihi kimlik oluşumlarının dışında kalmaları söz konusu değildir. Çünkü ortaça dan bu yana birlikte ya ayan bir karma k Anadolu toplumu var. daşlaşacaklar. Dil dışında yine bir ayırıcı öğe olarak Türkiye düşmanları tarafından kurcalanan TürkOsmanlı ikilemi var. Bu tam bir yalandır. Bin atl ak nlarda çocuklar gibi endik. Bin atl o gün dev gibi bir orduyu yendik. Bize bunu övünerek okuttular. Lisede tarih hocalarımızın, edebiyat hocalarımızın anlatmaktan bıkmadıkları tarih Osmanlı tarihiydi. Kimi yazarların cumhuriyetin dışladığını söylediği Osmanlı tarihini biz Türk tarihi olarak okuduk. Kuşe kâğıda basılmış o ciltli tarih kitapları kitaplıklarda vardır. Cumhuriyet e itiminin Osmanl tarihini d lad bir yalandan ibarettir. Ama Osmanlı’nın Türk’ü dışlaması bir gerçektir. İlk cumhuriyet döneminde Mustafa Kemal’in Türk tarihini ön plana koyması bir Batılılaşma adımı idi. Çünkü Batılı (Hıristiyan olarak alınız!) Osmanlıyı hep Türk olarak bildi. Ama Müslüman temsilcisi olduğunu da unutmadı. Ben 20. yüzyılın ikinci yarısında dünyanın her köşesinde Türk olduğumu söylediğim zaman aynı zamanda Müslüman olarak algılanıyorum. Akıncılar seferde Sırp ya da Almanlarla savaşırken, Slavlar ve Almanlar da Türklerle savaşıyorlardı. Cezayirli korsanlar İtalyan kıyılarını vurdukları zaman İtalyanlar ‘mamma, I Turchi’ diyerek çocuklarına sarılıyorlardı. Avrupalıların Anadolu’dan Asya’ya sürmek istedikleri Müslümanlar değil, Türklerdi! Evde babamdan kalan kitaplar arasında ‘La Turquie Agonisante’ (Can Çeki en Türkiye) diye bir kitap hâlâ duruyor. Nedense Osmanlı Türk’ü dışlayacak kadar Türk’e yabancılaşmasına karşın, Türk olmaktan kurtulamamıştı. Ve milliyetçi ressamlarımızın ellerinde kılıçlarla resimledikleri palabıyıklı atlılar Türk sipahileriydi. 16. Yüzyılda 6070.000 çıkan sipahi ordusu 17. yüzyılda birkaç bine indiği zaman Osmanlı Avrupa’da gücünü yitirdi. Devşirme yeniçeri ordusu da giderek eşkiyaya dönüştü. Türkleşme bir tür Batılılaşmadır. Yani kendimizi Hıristiyan Batılı’nın bizi gördüğü gibi görmeye başlamaktır. Batılı, gerçi Türkü HıristiyanMüslüman karşıtlığı içinde gördü, fakat Türk’ü hiçbir zaman Arap ve İranlının statüsüne de çıkarmadı. Bütün İslam’ı da Arap gibi görmekten hiçbir zaman tam vazgeçmedi. Bizi Türk olarak, Semitik Arap ve HintAvrupalı İranlı ile hiç karıştırmadı. Fakat kültür olarak da Türk dilli herhangi bir şeyi, belki de bulamadığı için, İslam kültürü içine entegre etmedi. Bu Hıristiyan Avrupalı yorumunda MüslümanHıristiyan karşıtlığı içinde hedef olan, İslam kültürü bağlamında ise varolmayan bir Türk var. Bizim allameler işte bu noktada ulusa doyurucu bir açıklama borçlular. B D L VE ÜÇ A AMA Birinci tarihi a ama Türk dilli insan toplumlarının, Anadolu’ya dışarıdan gelmeleridir. Kimlik, temelde, konuşulan dille tanımlanır. Bu ise herkesin bildiği gibi, Türkler Müslüman olmadan bilinen uzun bir tarih dönemine yayılıyor. HyungNu’lar, Çin’de Wei sülalesini kuran To’palar, Göktürkler, Uygurlar, Kumanlar, Kazaklar, Peçenekler, Guzlar, Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular, çeşitli Türkmen boyları İslamlığı kabullerinden önce tarihi kimlikleri belli ve Türk dilli toplumlardır. Türkiye’de birtakım insanlar bunlara referans vermeyi rkç l k sayan garip tutumlar sergiliyorlar. Bu budala bir tutumdur. Türkçe her dil gibi, 9. yüzyılda iki bin beş yüz km2 alanda konuşulan değişik kökenli toplumlara empoze edilmiş, bir çok diyalekt içeren bir dildir. Fakat bu dilde diyalektler arasındaki fark, İngiltere adasında ‘Old Norse’ ile eski İngilizce arasındaki farktan daha azdır. Türkçe, Farsça ve Arapça kültürel bir sözlük de alarak zenginleşmiştir. Danların, Vikinglerin, Saksonların, Nomanların İngiltere’nin oluşumunda, Lombardların Kuzey İtalya’da, Vizigotların İspanya’da, Vikinglerin Rusya’daki kurucu konumunun yadsınması olanaksızdır. Bugünkü Yunanlıları daha çok Slav olduğunu söylerseniz bunu Yunanlılara kabul ettirmek zor olabilir. İslam’ın Arap değil, din değiştirmiş Arap olmayanlardan oluştuğunu söylemek de yadsınabilir. İçeriksiz ya da gerçeklerden soyutlanmış yargıları bir yana bırakırsanız, Türkiye’nin insanlarını Türk dili ve Müslüman dininin birleştirmiş olduğunu kabul edersiniz. kinci a ama olan Selçuklu ve Osmanlı MüslümanTürk tarihidir. Müslüman vurgulu bu tarihin yazı dili Osmanlı saray çevresinin Osmanlıca denilen esperantodur. Okuma yazma bilmeyen halkı dışlayarak, bilimi Arapça, edebiyatı Farsça ve Arapça yaparak okumuş yüzde 5’lik bir elit sınıfın dilidir. Bu Türkçeyi yok etmemiş, halk içinde kalmış, canlanmak için 19. yüzyılın ikinci yarısını beklemiştir. Üçüncü a ama Cumhuriyet döneminde toplumun çağdaşa katılma sürecidir. Büyük bir hızla kendine gelen dil, bugünkü aşamada her çağdaş kavramı ifade edecek kadar zenginleşmiştir. Bugünkü dilin zenginliğini anlamak için günümüz tarihçilerinin, romancılarının, şairlerinin, bilim insanlarının yazdıklarıyla Osmanlı döneminde yazılmış herhangi bir (metni) karşılaştırmak yeterlidir. Bu aşamada halkın diline mal olmuş Farsça ve Arapça sözcükleri yok etmenin anlamı da yoktur. Çağdaş dünya dillerinde saflaşma sorunu aşılmıştır. Yeni kavramları anlatma sorunu daha ağırlıklıdır. Türkiye’nin politikacıları, Mustafa Kemal dışında, bu yarışta yaya kaldılar. İçlerinde bilinçli dil savaşçısı yok. Fakat Türk halkı İslam dünyasının en önde gelen toplumu olduğunu kanıtladıysa bunu Türkçe yapmıştır. Bu onun bütün olumsuz koşullarda slam kültür ortam n n öncüsü olma potansiyelini de gösteriyor. Eğer Müslüman ülkeler köle olmayacak bir geleneğe sahiplerse kendi dilleriyle çağ Tayfun Akgül Uluslararası Eczacılık Federasyonu (FIP) Kongresi bu yıl İstanbul’da CBT 1170/2 21 Ağustos 2009 Dünyada ilaç ve eczacılık alanında söz sahibi olan, sektöre yön veren ve eczacılık mesleğinin gelişimi için çaba gösteren meslek örgütlerinin üyesi olduğu Uluslararası Eczacılık Federasyonu’nun, her yıl dünyanın başka bir ülkesinde düzenlediği kongre, Türk Eczacıları Birliği’nin ev sahipliğinde Eylül ayında Türkiye’de gerçekleşiyor. FIP bu çalışmalarını 68 yıldan beri gerçekleştirdiği yıllık kongrelerde üye kuruluşlarıyla tartışıp kararlaştırıyor. Bu kongrelerin ellincisi 1990’da İstanbul’da yapılmıştı. 19 yıl aradan sonra bu yıl 69 uncu kongre yine ülkemizde, TEB in ev sahipliğinde 3 – 8 Eylül 2009 tarihlerinde, İstanbul Lütfi Kırdar Kongre Merkezinde gerçekleştirilecek. Kongrenin ana teması ‘İlaç Kullanımında Sonuçların Sorumluluklarına Hazır mıyız?’ olarak saptandı.