Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Ağustos ayları Türk Silâhlı Kuvvetleri'nde muhtelif heyecanların, mutlulukların, ama aynı zamanda buruklukların yaşandığı bir aydır. Bu ayın ilk birkaç günü içerisinde Yüksek Askerî Şura kararları açıklanır, herkes terfiini, tayinini veya emeklilik kararını öğrenir. Uygar Bir Çevrede Ağustos Ayı Bu kararların açıklandığı öğle haberlerinin hemen akabinde, tüm Silâhlı Kuvvetler personeli arasında sıkı bir telefon trafiği başlar. Buna her zaman eski emekliler de dahildir. Bu sene de öğle oldu ve 4 Ağustos Salı günü öğleden sonra biz de ailece günün neredeyse tüm geri kalan kısmını telefon başında geçirdik. En üst rütbeden, bizden yaşça büyük olan komutanlarımızdan başlayarak, bizden yaşça küçük olanlara doğru terfi edenleri tebrik, emekli olanlara da hayırlı emeklilikler diledik. Bu telefon konuşmalarında egemen olan duyguları burada anlatmak olanaksızdır. Terfi edenler, ödül alanlar büyük bir tevâzu içerisinde sadece görevlerini yaptıklarını belirterek tebrikleri kabul ettiler ve kendilerini takdir eden komutanlarına olan içten saygılarını ve şükran hislerini belirttiler, her biri ayrıca kendilerine bu imkânları bahşetmiş yüce milletlerine olan bağlılıklarını tekrarlayarak borçululuklarını anlattılar, ona lâyık olabilmek için tüm yaşamlarını fedaya hazır olduklarını tekrar ettiler. Emekli olanlar da aynı şükran duyguları içerisinde ne kadar dolu, tatminkâr, güzel bir meslek yaşamı geçirdiklerini, onların bulundukları mevki ve rütbelere kadar gelmelerini sağlayan komutanlarına olan bağlılık ve teşekkür hislerini belirttiler, ellerinden geldiği kadar milletlerine lâyık olmaya çalıştıklarını, bundan sonra da bedenlerinden çıkaracakları üniformalarını ruhlarında taşımaya devam ederek gene milletlerinin emrinde olacaklarını söylediler. Konuşmalar tekrar ne zaman görüşebileceğimiz, bundan sonra aile yaşamlarında neler yapmak istedikleri üzerinde yoğunlaştı. Kırk yılda bir yeni konumundan her şeye rağmen hoşnut olmayan ya sessizliğini korur ya da gene ortalığı velveleye vermeden sessizce emekliliğini ister ve gider. Bu yıl da her zaman olduğu gibi hemen herkes için komutanların takdiri en yüksek çıtaydı ve o çıta kimin için nereden çekilmişse ona olan saygı büyüktü. Çünkü tüm kararlar nesnel verilere göre, bilimsel bir gelenek içinde oluşturulup, içten pazarlıklı olmayan onurlu kişilerce verilmişti. Bu konuda güven tamdı. Bu konuşmalar ülkemizin üzerine kara bulutların çöktüğü bu günlerde içimizi açtı, yüreğimizi ferahlattı, ailece annemin her asker sözü geçtiğinde ettiği duayı anımsadık: «Allah onların yokluğunu bizlere göstermesin!» Bunu size niçin mi anlattım? Gelin bir de üniversiteye bakalım: Asistanlığımdan beri (yani 1981’den bu yana) üniversitemde rektör değişimlerinde uygar bir devir teslim yaşamak nasib olmadı. Hele son üç rektörlük devir teslimi, halefselef durumunda olanların mahkemelik olmalarından ibaretti! Öncekiler arasında da dostça, karşılıklı sevgi ve saygıyla tek bir devirteslim olmamıştır. Dekanlık atama ve/veya seçimleri benzer olumsuzluklara her zaman sahne olmuş, üniversitede herhangi bir yönetim mevkiinde dost halefselefi ben ülkemde özellikle doksanlı yıllardan itibaren hemen hiçbir üniversitede görememişimdir. Son dönem rektör atamalarında YÖK’ün ve Cumhurbaşkanının oynadığı olumsuz rol, gazetelerin manşetlerini hâlâ işgal ediyor, gidenler gelenler veya gelenler gidenler aleyhinde sayfa sayfa beyanat veriyor. YÖK işine gelmeyen hocaları (bu arada bendenizi) iftiralarla üniversiteden atmaya çalışmakta, ama kendi politik yandaşlarını hattâ bir bilim insanının işleyebileceği en korkunç suç olan entellektüel namussuzluğu isbat edildiği halde, «efendim, af kapsamına girmiştir» gibi akla ziyan bahanelerle çocuklarımıza ders vermeyi sürdürmesi için görevde tutmaya devam etmektedir. Ama bu işi YÖK’e dikte ettirenler kimlerdir? İntihal suçu gibi yüz kızartıcı bir suçtan üniversiteden atılmış bir insanı bakan yaparak milletin ahlâk anlayışıyla alay eden politikacılarmızdır. İşte sevgili okurlarım, askerimizle, sivil yönetimimiz arasındaki fark bunlardır ve onun için halkımız ordumuzu hep en güvenilir kurum olarak göregeldi. Haklıdır da. Çünkü askerimiz uygardır, tahsillidir, ahlâklıdır, insaflıdır ve ulusunun onun sırtına yüklediği sorumluluğun farkındadır. Demokrasi nutukları atarak bize ahlâksızlığı, seviyesizliği, bilgisizliği sivil irade diye yutturmaya kalkanlar da aslında bilimden uzak, hurafelerin baskısı altında «cemaat» kıskacında büyümüş cehâlet kurbanlarıdır.