05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz hayret@akdeniz.edu.tr Anayasamıza alırsak, bu “İnsan onuruna dokunulamaz” tümcesini nasıl anlayacağız? Bu iktibas bir yenilik olabilecek mi? Yoksa o yalnızca eski bir yenilik mi olacak? Her iki durumda da hukuka “anlam verme”nin bütünüyle iradi ve siyasi olduğunu, hakikatle ilişkisinin koşullu ve göreli bulunduğunu söylemek kalıyor bize. Uluslararası para sorunları: Doların alternatifleri Euro’nun doların yanında ticaret, yatırım ve rezerv parası olarak gittikçe önem kazanmasına rağmen, Amerikan doları halen en güçlü para konumundadır. Bu durum, önemli ölçüde dolar rezervine sahip ülkeleri, özellikle 20082009 para ve finans krizinden sonra rahatsız etmektedir. Prof. Dr. Vural Fuat Savaş Hukuka Felsefe DüşünmekIII Burada sözünü ettiğim şey siyasilerin meydanları inletirken anlattıklarıdır daha çok. Onlar hukuku düşünmezler, hukuka anlam düşünürler. Bu onları filozof yapmaz, ama bu anlamı onlarla birlikte, onlar için düşünen filozofları işbirlikçi yapabilir. Hukuku düşünen filozof – buna niyetsiz düşünmek demeliyiz belki –, bir kişi, bir yurttaş, bir yarar öznesi olarak elbette benimsediği bir politikanın gösterdiği yönde hukuka, tabi olması gereken değerler de tasarlayacaktır. Bu değerlerin tasarlanma amacıyla, özniteliklerinin niyetsiz düşünülmesi yeniden buradaki “felsefe düşünmek” sorunsalının koşutuna düşüyor. Öyle görünüyor ki, hiç kimse Marx’ın “Siyasal İktisadın Eleştirisi”nin hemen girişinde söylediği sözün üzerinden sorunsuzca atlayamıyor: “Her üretim tarzı kendi hukuksal ilişkilerini, yönetim biçimini vs. yaratır”. Buna hukuk felsefesi de dahildir. İnsan Hakları Felsefesinde de aradığımız her yanıt buradaki bağlamda, vereniyle ve taşıdığı anlamıyla, tahakküm ilişkisinin bir yanına hizmet edecektir. Bu alanda sorabileceğimiz sorulara verilecek yanıtların, aynı zamanda bir hukuk felsefesi olarak da, yalnızca pür bir mahiyet ilgisinden kaynaklanabileceğini söylemek mümkün müdür? İnsan haklarını temellendirmeyi; gücü insan haklarıyla temellendirmeyi (sınırlamayı) ve gücün kendisini insan haklarıyla temellendirmesini (genişletmesini) buradaki ayrımla; ilkini hukuku düşünmek, ikincisini ve üçüncüsünü hukuka felsefe düşünmek olarak niteliyorum. İnsan hakları bakımından ilkini, diğerlerini dikkate almaksızın başarmak mümkün değildir. Öyleyse, ilk ikisini çok iyi yapmalıyız ve üçüncüsüne izin vermemeliyiz! Şu halde ‘İnsan Hakları’ bir muhalefet felsefesi olmak ve öyle kalmakla safiyetini koruyabilecektir. Pozitif hukuk da, ‘İnsan Hakları’na uygun bir hukuk düzenini kurmak çabasıyla sürekli onarılıp geliştirilerek bu muhalefetten meşruluk onayını alabilecektir. İnsan hakları, düzen kurmak için değil düzenleri yargılamak için bizim üzerinde yoğun ve yaygın biçimde düşünüp eylediğimiz anlam bütünlükleri olarak görülmelidir. İnsan haklarımızı Tahakküme karşı belki ancak bu bakışla ve duruşla koruyabiliriz. Bildirimin başlığı sonunda, “Hukuka İnsan Hakları Düşünmek” olmaktadır. Bu sözlerle sonlandırdığım bildirime, her pozitif hukukun ve onun normlarına sıkıştırılmış her düşüncenin çıplak tahakküme yaldızlı kaftanlar olarak giydirilmeye pek müsait; hukukçularının da hizmete pek meyyal olduğunu eklemek istiyorum. Gerçekliğinin tüm bilgisiyle Tahakkümü reddeden bir felsefenin hukuka bakışıysa, onu yüceltmekten çok, dizginlemek, teşhir etmek; işe yarayacaksa, bir “İnsanlık Hukuku”na evrilmesine yardım etmek gayretiyle dolu olacaktır. Tahakkümün reddiyle hukuka bakışın, hukuku betimlemenin, açıklamanın, görevlendirmenin; bir tahakküm ilişkisinin kurulması ya da korunması amacıyla hukukun “anlam”landırılmasından çok farklı bir biçimde “hukuka felsefe düşünmek” olacağını söylemek gerekiyor. O daha çok, bir felsefenin hukuku düşünmesi oluyor. Ama bu kez niyetli bir düşünme: Tahakkümsüz bir yeryüzünü düşlerken düşünülen hukuk… Biliyorum, bu düşte hukukun bir yerinin bulunmadığını düşünüyorsunuz. Ben de öyle düşünüyorum: Hukuk çoğun bir tahakküm aracıdır. Yasalarla sömürülen bir ülkede bunu anlamak zor değildir. Yazının başında, bir hukuk normu olarak anlamını aradığımız ve tahakkümün hizmetinde herhangi bir anlam taşımasının mümkün bulunmadığını düşündüğüm “İnsan onuruna dokunulamaz” sözü, “direnme hakkı” gibi pozitif hukuk normu olmaya aslında uygun değildir. Direnme de hiç kimsenin elimizden alamayacağı pozitif hukuk üstü bir temel haktır. Hukuk düzenleri bu hakkın reddiyle işler. Her hukuk düzeni açık ya da gizli, az ya da çok onurumuza dokunur. Anayasalara öyleyse niçin yazılıyor bu sözler, bu haklar? Tahakkümsüzlük özlemi yazdırıyor bunu. Özlem de bir anayasa koyucudur, hem de en âlâsından… G üncel olaylardan kaynaklanan bu endişeler yanında, akademik eleştiri ve öneriler de vardır. Bunların başında Nobel Ödülü sahibi Profesör Robert Mundell geliyor. “Dünya para sisteminin eksiği, bir 'dünya parası' olmamasıdır. Bu eksik giderilmedikçe, dünya para sistemi, işlemeye devam etse de hiçbir zaman en iyi bir sistem olmayacak, 'ikinci en iyi' de kalacaktır,” diyen Mundell, çeşitli eserlerinde kalıcı bir dünya parasının ne olacağını araştırdı. Başkan Roosevelt’in Hazine Bakanı Henry Morgenthau, Bretton Woods Konferansı’nda Amerikan delegasyonuna başkanlık eden Henry Dexter White ve ekibine "savaş sonrası bir uluslararası para yaratmak” görevini vermişti. White da bu talimat gereği “unitas” adını verdiği bir uluslararası para yaratılması önerisini hazırlamıştı. İngiliz delegasyonunun başkanlığını yapan John Maynard Keynes de Bretton Woods’a “bancor” adını verdiği bir uluslararası para birimi öneriyordu. Başkan Roosevelt’in de böyle bir para düşündüğünün bilinmesine rağmen, Bretton Woods Kongresi’nde Amerikan delegasyonunun karşı çıkması nedeniyle, bir uluslararası para oluşturma projesinden vazgeçildi. Mundell bunu, Amerika’nın dolara bir alternatif istememesine bağlamıştır: “Bretton Woods Konferans ’nda ABD’nin dünya paras na kar tak nd bu olumsuz tav r, tarihte ilginç bir süper güç gösterisi olarak yer alm t r. Bir dünya paras n n yarat lmas , Amerika’n n kendi paras n n uluslararas finansman sisteminde oynad rolü azaltacakt . Bu nedenle kendi paras na yönelik talebi azaltacak bir alternatif yaratmaya niyeti yoktu.” ALTINDOLAR S STEM Gerçekten de, daha önce belirtildiği üzere Bretton Woods’dan, Amerikan dolarının “aşırı imtiyazlı konumu”na dayalı “altındolar sistemi” çıkmıştı. 1960’lı yıllarda ortaya çıkan “dolar bollu u”, “Triffin Açmazı” diye adlandırılan bir durum yarattı: Amerika’nın dış ticaret açığı arttıkça, diğer ülkelerin dolar rezervleri artıyor, ancak altınla ilişkisini kaybeden dolara olan güven azalıyordu. Bu durumda dünya para sisteminin istikrarını sağlamak için bazı çareler aranmaya başlandı. İlk akla gelen altın fiyatının yükseltilmesi oldu. Ancak Amerika buna karşı çıktı. Çünkü altın fiyatının yükseltilmesi, doların devalüe edilmesi demekti. Bu ise Amerika’nın ve doların itibarını zedeleyecekti. Ayrıca, o dönemde iki önemli altın üreticisinden biri Güney Afrika diğeri de Sovyetler Birliği idi. Güney Afrika ırk ayrımcılığı (apartheid) yaptığı için, Sovyetler Birliği ise NATO’nun düşmanı olduğu için cezalandırılmaları gerekirdi. Dolayısıyla altın fiyatını yükselterek, bu ülkelere ek gelir sağlanamazdı. Bir başka alternatif, IMF çatısı altında bir “kaydi para” yaratılmasıydı. IMF Anlaşma Maddeleri’nin 1969 yılında değiştirilmesiyle (First Amendment) Özel Çekim Haklar (SDR) adı verilen bir kaydi para yaratıldı. SDR’ın başlanğıç değeri 1 dolar olarak belirlenmişti. IMF kotalarının dağıtım sistemine göre üyelere dağıtılan SDR, ödemeler dengesi açıklarının kapatılmasında kullanılacak, karşılıklı anlaşma halinde, bir ülkenin hesabından başka bir ülkenin hesabına aktarılacaktı. Mundell, SDR’ın çıkarılmasını “çok geç ve çok yetersiz” olarak nitelendirmiştir. Ona göre en az 30 milyar tutarında SDR çıkarılması gerekirdi. SDR uluslararası para olarak tekrar gündeme gelmiştir. Buna aşağıda değineceğiz. Diğer alternatifler, Alman markı ve Japon yeni olarak düşünülmüşse de bu ekonomilerin dünya üretim ve tica ret hacmindeki yerleri (ABD’ye oranla) küçük olduğu için yeterli görülmedi. 1 Ocak 2002’den itibaren euro kağıt para ve madeni para olarak dolaşıma çıktı. Daha önce de belirtmiş olduğumuz üzere Euro, geride kalan yedi yıl içinde öngörülenden daha hızlı ve daha yaygın biçimde uluslararası para niteliği kazandı. Gerçi Euronun bu başarısı, daha önce Alman Markı ve Fransız Frangı başta olmak üzere, yerini aldığı ulusal paraların önemine dayanıyor olsa da tek başına, bugün dünya ticaret, yatırım ve rezerv kullanımlarında, ortalama yüzde otuz oranına ulaştı. Euronun bu h zl kabulü, bazı ekonomistleri, dünya para sisteminin, biri dolar diğeri Euro olarak, iki alternatifli bir sisteme dönüştüğünü öne sürmelerine neden oldu. Ancak Euro’nun temel zayıflığına dikkati çeken diğer bazı iktisatçılar “bir buçuk” başlı bir para sistemi olduğu görüşündedir. Euro’nun temel zayıflığı, arkasında bir devlet olmayışıdır. Euro, devletsiz bir paradır. Uluslararası forumlarda Euro ile ilgili kimin veya hangi Avrupa Birliği organının görüş bildireceği hâlâ belli değildir. Bu durum Euro’nun güvenilirliğini azaltmaktadır. Uluslararası para yaratılması ile ilgili son tartışma Çin tarafından başlatılmış ve geçen hafta Rusya’da yapılan bir toplantıda BRIC tarafından (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) da dile getirilmiştir. Çin Halk Bankası (Merkez Bankası) Başkanı Zhou Xiaochuan 23 Mart 2009 günü (aynı tarihte Londra’da G20 toplantısı vardı) yayınladığı bir bildiri ile, Amerika’da “patlak veren ve dünyaya yayılan para krizinin, uzun süreden beri var olan fakat bir türlü cevaplanmayan bir soruyu gündeme getirdiğini” söyledikten sonra bu soruyu şöyle açıklamıştır: “Küresel finansal istikrar güvence alt na alacak ve dünya ekonomik büyümesini kolayla t racak nas l bir uluslararas rezerv paras na ihtiyac m z vard r?” Xiaochun, Amerika’nın ve doların adını anmadan dünyanın ihtiyaç duyduğu uluslararası rezerv paranın nasıl olması gerektiğini açıklarken, üstü örtülü bir şekilde doların rezerv para oluşunu da eleştirmiştir: “Teorik olarak uluslararası rezerv para her şeyden önce sabit bir birime (benchmark) dayanmalı ve açık birtakım kurallara göre çıkarılmalı ve yeterli arzı güvence altına almalıdır. İkincisi, söz konusu rezerv paranın arzı, değişen talebe zamanında cevap verebilecek şekilde esnek olmalıdır. Üçüncüsü, bu tür düzenlemeler ekonomik koşullardan ve tek bir ülkenin egemen çıkarlarından bağımsız olmalıdır… Kriz, mevcut uluslararası para sisteminin yaratıcı bir reformla; istikrarlı bir değeri olan, arzı belli kurallara dayalı ve esnek bir uluslararası rezerv paraya geçmek ve küresel ekonomik ve finansa istikrarı sağlamaya yönelik bir çağrı olarak görülmelidir.”Son derece diplomatik bir dille kaleme alınan bu bildiride, önerilen çözüm SDR’ın uluslararası rezerv para haline getirilmesidir: “Özel Çekim Haklarına (SDR) daha büyük bir görev vermek düşünülmelidir. SDR, uluslar üstü (supersovereign) bir rezerv para olarak kullanılma özelliğine ve potansiyeline sahiptir. Ayrıca SDR’ın miktarında bir artış, IMF’nin kaynak sorununa katkıda bulunacağı gibi, gücünü ve temsil yetkisini de arttıracaktır.”Amerika, bir taraftan dünya üretiminde ve dış ticaretindeki payının her yıl bir parça gerilemesi nedeniyle, diğer taraftan da dünya ekonomik ağırlığının Güney Doğu Asya ülkelerine kayması nedeniyle; dolara yönelik bu eleştirilere henüz, diplomatik düzeyde doğrudan bir cevap vermemekte, konunun her yönüyle tartışılmasını izlemektedir. CBT 1169 / 14 14 Ağustos 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle