Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kültür Ağustosböceği Toplumu ve Otomobil Maskeli Ortaçağ Geri kalmış denilen, yeni ve eskiye dönük, çift ağırlıklı toplumların pek çok özelliği içinde, olasılıkla en köklü olanı, onu hayvanlara en çok yaklaştıran oluyor: Olgularda algılanan zaman derinliğinin sığlığı; bunun bilimsel bir adı olabilir. Geri kalmış, daha doğrusu yeterince çağdaşlaşamamış toplumlar, süreç, geçmişgelecek, dünbugün, eskiyeni, sürekliliksüreksizlik gibi kavramları bir uygarlık anlayışının dünyayı değerlendirmeye yarayan bileşenleri olarak yeterince bilmiyorlar. Doğan Kuban K anımca bu bizim toplumu çağdaş uygarlık düzeyine çıkmaktan alıkoyan önemli bir olumsuz özellik. Çünkü insanlar, bütün olayları ancak tanık oldukları zaman içinde algılıyor, daha uzun süreçler içinde oluşan olguların tutarlı ve değişik bileşenlerini düşünemiyorlar. Bizim halk her şeye ilk kez vitrinde gördüğü bir eşya gibi bakıyor. Okumuşu ve profesörü de aynı. Her olgunun bir süreç sonucu bir aşamaya geldiğini, süreçler arasındaki ilişkileri de fazla bilinçlendirmiyor. Bu vitrinsel gözlem okumuş ve okumamışa yetiyor. Sonuçta pek çok şey ‘Bizde de var m ? Var. Öyleyse tamam!’ formülüne indirgeniyor. Bizde otomobil var, gökdelen var, millet meclisi var, anayasa var, okul var, üniversite var, müzik var, spor var, uçak var, feribot var, market var, marka var; demokrasi bile var. Vitrindeki o şeylere bir araca biner gibi biniyor ve iniyoruz. İçeriğini, işlevini, içinde yaşama koşullarını, inip binme koşullarını öğrenmeye gerek duymuyoruz. Dünyaya binip inen bu toplum dünyayı bir araç olarak görüyor, ama dünya olarak algılamıyor. O zaman insan da tam insan olmuyor. Toplumun akıllıları ya da bilgeleri bu durumu biliyor ve şikâyetçi de oluyorlar. Fakat cahil kalabalığa ulaşmanın yolları kontrol altında. Onun için bizim gibi toplumlara A ustosböce i toplumu diyebiliriz. "FER BOT ÇA DA LI I" Bu toplumların geleceğe hazırlanmalarının zorluğunu Band rma stanbul feribotunda iki buçuk saatlik bir yolculuk sırasında düşündük. Bu bir ‘feribot ça da l ’ sahnesiydi. Feribot genel olarak algılandığında araç, mekân tasarımı ve yolcuların görünümü bağlamında çağdaş ve uygar bir ortam. Karşınızda, çevrenizde oturan insanlar, okudukları şeyler dışında, toplum uygarlığının görece üst düzeylerini temsil ediyorlar. Görünüş uygar. Türkiye bir feribot uygarlığı eşiğinde. Sevdiğim bir görüntü. Fakat yaşadıklarım bu güveni biraz sarsıyor. Toplum davranışları açısından iki olguyu dile getirmek istiyorum. Bunlardan birine mahalle çocu u sendromu, diğerine dağıtılan ekmeği kapmak için birbirini çiğneyen açlar sendromu diyeceğim. Genç bir nüfus; giyim ve kuşamı genelde çağdaş. Tatilden dönen ve çoğu genç olan bu nüfusun inanılmaz sayıda çocuğu var. Feribot bir nüfus patlaması yaşıyor. Genç babaların hepsinin kucağında yaşına basmamış bebeler var. Onları izleyen iki yaşından yukarı çocuk nüfusu ise ayaklanmış. Feribot koridorlarını hallaç pamuğu gibi dağıtıyorlar. Çıkardıkları gürültü tanımlanamaz. Bir tropik ormanın canhıraş sesleriyle dolu akıl almaz bir panayır. Fakat uygar kabul edilen toplumlarda 2.5 saatlik bir feribot yolculuğunda çocuklarını böylesine meydana bırakmış bir toplum anımsamıyorum. Ses e i i ve çocuk terbiyesi toplumun henüz eri emedi i bir kontrol gösterisi. Bunu her lokantaya giden, ya da Boğaz’da yaşayan zaten bilir. Gerçi ortalığı sirke çeviren küçük çocukları seyrettiğimiz için yaşadığımız gürültünün farkına sonradan vardık. Türkiye’de bir uygar yaşam ortamında kontrol edilmesi gereken olguların tan m n n bile yap lmad n söyleyebiliriz. Fakat bu panayır havasından daha dehşet verici olan sahne, gemi rıhtıma yanaştıktan sonra sürücülerin (yani özel araba sahiplerinin) dışarı çıkma gösterileriydi. Bu görünüşte uygar adamlar, dışarıya çıkmıyor, bir ah rdan sal nm koyunlar gibi dışarıya uğruyorlardı. AÇGÖZLÜ ARABALILAR Feribota binerken arabalar belli bir düzende arka arkaya sıralanıyor. Dış kulvarlarda olanların dönüş olanakları var. Fakat iç kulvarlardaki arabaların rahat dönmeleri için diğer kulvarların boşalması gerek. Bu iç kulvar şoförleri içinde sırasını bekleyen o kadar azdı ki, top lumun birçok konuda geri kalmasının, kendinden öncekilerin hakkını gözünü kırpmadan yiyen bu gözü açık vatandaşların yarattığını adeta kanıtlıyordu. Bence toplumun as l yobazlar bu aç k gözler. Kazanacakları zaman bir iki dakika. Oysa gemiye girerken zorunlu olarak bazen yarım saat bekliyorlar. Çocuklarını vapurun içine salıp, akıl almaz bir gürültü ortamı yaşatan adamlar, feribottan birbirlerinin ayaklarına basarak çıktılar. Türkiye’nin görece okumuş, çağdaş görüntülü toplum katlarında otomobil kılıfında uygarmış gibi görünen insanlarının kısa bile olsa yarattıkları bu kargaşa düşündürücü ve sözcüklerle anlatılamayacak kadar ilkeldi. Bu davranışlar toplum yaşamının her alanında kuralsızlığın, düşüncesizliğin, kim vurduya getirmenin, birbirinin hakkını yemenin, zorbalığın ve bir ince hastalık gibi taşınan cehaletin dışarı vurmasıydı. Bu da temelde ortak ya am süreçlerine eleştirel gözle bakılıp, değerlendirilmediğini gösteriyor. Bu cehalet politikacı söylemine, profesörün eleştirisine, gazeteci jargonuna, gözlemlerdeki dikkatsizlik ve aceleciliğe yansıyor. Yargılardaki boş eleştiri hastalığının ötesinde davranışsal bir dengesizlik var. Bu temelde insana sayı, sıra ve içerik kavramını özümseyememiş şizofren bir toplum sergiliyor. Bu sözden başlayıp, hakaretten şiddete, şiddetten organize zorbalığa uzanıyor. Partiler, hükümetler, yasalar ve devlet örgütleri, tıpkı toplum gibi, insana saygı ve özgürlük kavramlarını hiç öğrenmemiş bir tutum sergiliyorlar. Kuşkusuz insan mükemmel olmaktan uzak bir yaratık. Cehennemi ve cehennem azabını yaratan düşünce, insanın kötülük yapabilen doğasının Tanrısal bir öngörü olduğunu kanıtlıyor. Kötülüğün arkasında zamansal süreçleri anlama yokluğu kanımca önemli bir yer tutuyor. Bu da kültürleşmenin sadece taklitle değil, bir özümseme ve özgün düşünce üreterek gerçekleşeceğini gösteriyor. Tayfun Akgül Akıl Çizgileri CBT 1169/2 14 Ağustos 2009 Yankı Yagan Kapital Kitapları Psikiyatr Yankı Yazgan’ın "Akıl Çizgileri" kitabı yayımlandı. ‘100 Karede 100 İnsanlık Hali’ ni kendi çizgileriyle okura sunan kitap, Yazgan'ın aforizmalarından oluşuyor. Kitap, okura hayatı ve kendisini anlamak için, yipe psikiyatrik temele dayanan küçük ipuçları sunma ve açtığı küçük pencerelerden insane kendine baktırma amacında.. Yazgan'ın Kalp Çarpar Beyin Böler ve Kalbinle Düşün Aklınla Hisset kitapları da ilgi çekmişti. Yazar diyor ki: Eğer kendinizi daha iyi tanımanızı, sorunları aşmanızı sağlayacağını vaat eden bir kitap arıyorsanız, o bu kitap değil. Hiçbir kitap hayatınızı anlamak ve anlamlandırmak için sihirli formüller üretemez. Zira, insanı ve hayatı, tüm yönleriyle anlamak karmaşık bir iştir. Üstelik siz bu karmaşayı çözdükçe, hayat yeni karmaşalar yaratır."