05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;hagoker@ttmail.com 47 Milyon Y ll k Primat Fosili Bulundu: Sadece temel araştırmalar desteklenip teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetleri bütünüyle pazar güçlerinin tercihlerine bırakılırsa, maksat hâsıl olur mu? Ergun Türkcan’ın Kitabı Hakkında (4) Geçen hafta, Vannevar Bush’un tasarlayıp ABD Başkanlığı’na sunduğu [15 Mayıs’ta yayımlanan yazımdaki hatamı düzelteyim; bu tasarı Başkan Roosevelt’in isteği üzerine hazırlanmıştı ama, onun ölümü üzerine sonraki başkana sunulmuştu] “bilim politikasının bugünkü bilim, teknoloji ve yenilik politikalarından farkı nedir? ‘Devlet temel bilimsel araştırmaları desteklesin; bu suretle sanayie yeni bilimsel bilgi akışını sağlasın [bundan ötesini nasıl olsa pazar güçleri halleder]’ anlayışı mı?” sorusunu sormuş; ama, işlerin pek öyle yürümediğine de işaret etmiştim. Aslında bunu, 4 Ocak 1993’te, Başkanlık Bilim ve Teknoloji Politikası Ofisi’nin o zamanki Direktörü D. Allan Bromley, Başkan George Bush’a sunduğu raporda (sayfa 3) ortaya koymuştu: “Birleşik Devletler’de bilim ve teknoloji, [II. Dünya Savaşı sonrasında] girilen üstünlük yarışında, 1945’te [Vannevar Bush tarafından] öngörülmemiş olan yollara da başvurarak gelişmiştir. Ayrıca, aradan geçen süre zarfında, hem bilim ve teknolojinin kendi doğası hem de dünya koşulları büyük ölçüde değişmiştir. Böylesi değişiklikler ulusal bilim ve teknoloji politikasının gündemini yeniden gözden geçirmeyi gerekli kılmaktadır.” Evet, Bromley’in vurguladığı gibi, bilim politikasının gündemi daha ilk günden değişti; 1945’te öngörülmeyen yollara başvurulur oldu. Çünkü görüldü ki, pazar güçleri, teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetlerine yeterince yatırım yap[a]mıyor; dolayısıyla, bunca temel araştırma desteği sonucu elde edilen yeni bilimsel bilgilerden de beklenen ekonomik büyümeyi sağlayacak ölçüde yararlanamıyor. Paraskevas Caracostas ve Uğur Müldür’ün dedikleri gibi, “ARGE ve yenilik yatırımlarının özelliğinden kaynaklanan güçlükler göz önünde tutulduğunda, bütün pazar ekonomilerinde, devletin şu ya da bu biçimdeki yardımları olmaksızın, bilimsel ve teknolojik ilerleme için gerekli sermayenin gerektiği düzeyde sağlanabileceğini düşünmek, öyle gözükmektedir ki, yalnızca bir hüsnükuruntudan ibarettir.” (Society, The Endless Frontier, EC, 1998). Demek ki değişen, geçen hafta da belirtmiştim, amaç değil; amacın gerçekleşmesi için verilen devlet desteğinin kapsam alanıdır. Bu alan, politikanın adı ‘bilim politikası’ iken de genişletilmiş; giderek, doğrudan yenilik faaliyetleri de kapsam alanına alınmıştır. Politika adındaki değişiklik bu genişlemenin bir yansımasıdır. Kapsam alanı genişletilen desteklerin, parçalı değil de sistemik bir bütünlük içinde ve bu bağlamda tümleşik bir politika çerçevesinde ele alınmasının nedeniyse, yeniliklerin ana kaynağının yeni teknolojiler; yeni teknolojilerin ana kaynağınınsa bilimdeki gelişmeler olmasıdır. İşin doğasındaki bu sistemik bütünlüğe ilişkin örneği yine ABD’den vereyim: Başkan Clinton ve yardımcısı Gore, 22 Şubat 1993’te “Amerikan Ekonomisinin Büyümesi için Teknoloji: Ekonomik Güç Sağlamak için Yeni Bir Yol” başlığı altında yeni bilim, teknoloji ve yenilik politikalarını açıklarken “Bizim uygulayacağımız yeni politika, çok daha fazla Federal ARGE kaynağının ticarî açıdan önemi olan rekabet öncesi aşama projelerine tahsisini sağlayacaktır. Hatta, bu yeni politika sonucu, ARGE’nin de ötesinde, gerektiğinde, yeni teknoloji ve knowhow’ların geniş çapta uygulanmasını teşvik edecek Federal Programlar yürürlüğe konacaktır.” diyorlardı ama, öte yandan da ABD’nin “Temel bilimlerde, matematikte ve mühendislik bilimlerinde dünya liderliğini sürdüreceği”ni (bknz. www.inovasyon.org) önemle vurguluyorlardı. Kısacası, görülmüş ki, sadece temel araştırmaları desteklemekle maksat hasıl olmuyor; bilimle birlikte teknoloji geliştirme ve yenilik faaliyetleri de desteklenmezse ekonomik büyüme ve toplumsal refah sağlanamıyor. Ve bilim, teknoloji, yenilik meselelerinin, aralarındaki ilişkinin doğası gereği, sistemik bir bütünlük içinde, bir arada ele alınması gerekiyor. Peki, hâl bu iken, Türkcan “yeniliklerin teşviki, bilim ve teknoloji politikalarından ziyade, iktisat politikalarına eklemlenebilecek bir husustur” derken ve sonrasında bize ne anlatmak istiyor? Anlayabilme çabamızı sürdüreceğiz. Evrimin Kayıp Halkası DA mı? Almanya’nın Mesel Maden Ocağı bölgesinde bulunan, 47 milyon yaşındaki bir Madagaskar maymununa ait fosilleşmiş iskeletin, şu ana kadar bulunmuş en eski ve en iyi durumdaki memeli fosili olduğu belirtiliyor. Fosili inceleyen bilim insanları, İda adı verilen bu fosilin ilk memelilerin evrimine ilişkin devrim yaratacak bilgiler içerdiğine inanıyor. Daha önce 55 milyon yıllık fosillerin bulunmuş olmasına karşın, İda’nın önemi neredeyse hiç bozulmamış olmasından kaynaklanıyor. B ilim insanları, insanın evrimsel geçmişi ile hayvanlar âlemi arasındaki çok kritik bir “kayıp halka”yı oluşturduğuna inandıkları neredeyse hiç bozulmamış durumda bir primat fosili buldular. İda adı verilen bu 47 milyon yaşındaki fosilin, primat evriminin erken dönemlerine ilişkin “Rozetta Taşı”* gibi çok önemli bilgilere kaynaklık edeceği düşünülüyor. Fosili son iki yıldır kamuoyuna duyurmadan inceleyen dünyaca ünlü fosil uzmanları, fosilin bugüne dek keşfedilen en iyi korunmuş ve en eksiksiz primat fosili olduğuna işaret ediyor. Öldüğü bölgenin elverişli koşullara sahip olmasına bağlı olarak yüzde 95 oranında bütünlüğünü koruyan fosilin vücudunu kaplayan tüyleri bile tek tek görmek mümkün. Hatta son öğününde neler yediğini bile midesindekilerden anlamak olası. fından 1983 yılının yazında Almanya’nın Darmstadt kenti yakınlarındaki fosil buluntularıyla ünlü Mesel Maden Ocağı bölgesinde bulundu. Fosil avcısı fosili satmadan önce 20 yıl evinde sakladı. Daha sonra Thomas FRE ÇÖZÜCÜ G B FOS L Bütün halinde İda ve röntgen görüntüsü. CBT 1158/ 6 29 Mayıs 2009 “Bu küçük yaratık diğer memelilerle –inekler, koyunlar, filler hatta karıncayiyenlerleolan bağlantımızı ortaya koyacak” diye konuşan doğabilimci ve televizyon programcısı Sir David Attenborough, “İda’yı inceledikçe primat evrimi hakkında ne kadar az şey bildiğimiz ortaya çıkıyor” diyor. Fosili incelerken dünyanın en tanınmış bilim insanlarını bir araya getiren Oslo Üniversitesi’nin Doğa Tarihi Müzesi’nden palaentolog Jorn Hurum, bu fosilin ne anlama geldiğini şöyle açıklıyor: “Evrimin bugüne dek gizini koruyan evresini bize bu fosil anlatacak. Evrimin bu kısmı hakkında fazla bilgi sahibi değiliz, çünkü o döneme ait bulunan fosiller çok küçük parçalar halinde olduğu için resmin bütününü görme şansımız yoktu.” Fosil, Darwin’in doğumunun 200. yıldönümüne ithafen resmi olarak Darwinius masillae olarak isimlendirildi. Fosil, sergilenmek üzere 19 Mayıs tarihinde Avrupa’dan New York kentine getirildi. Daha sonra yeniden Oslo’ya geri götürülecek. Ancak 26 Mayıs tarihinde Londra Doğa Tarihi Müzesi’nde kısa bir mola verdikten sonra yoluna devam edecek. İda’nın kafatası: Büyük göz çukurları yaratığın gece avlandığını gösteriyor. Süt dişlerinin altından kalıcı dişleri çıkıyor. MÜZEN N MONA LISA’SI İda ilk olarak amatör bir fosil avcısı tara Perner adındaki bir Alman fosil satıcısı aracılığı ile fosili satmaya karar verdi. Perner iki yıl önce Hurum ile ilişki kurarak, kendisini fosilin varlığından haberdan etti.. Hurum bu haberi aldığı zaman hissettiklerini şöyle açıklıyor: “Kalbim yerinden fırlayacakmış gibi atmaya başladı. Satıcının elinde dünyayı sarsacak bir parça olduğunu hissediyordum. İki gece heyecandan gözüme uyku girmedi. Bu fosili resmi olarak müzemize nasıl getirebileceğimizi düşündüm. Ancak aracının istediği fiyat 1 milyon dolar civarındaydı. Ve ben fosili görmemiştim bile. Bana yalnızca üç adet fotoğraf göstermişlerdi. Çok büyük bir kumar oynadım. Ancak kazancımız umduğumdan daha büyük oldu. Bir müzeye in
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle