Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Kadına yönelik aile içi şiddet ve hukuksal durum İnsanların devlet biçiminde örgütlenmesinin temelinde güvenliğin sağlanması, şiddete uğramadan yaşama arzusu da vardır ve çok önemli yer tutar. Devlet bu görevini hukuk kuralları ve kuralların uygulanmasını sağlayacak yargı ve güvenlik birimleri aracılığıyla yerine getirir. Öyleyse şiddetin önlenmesinin en önemli araçlarından biri hukuksal düzenlemelerdir. Eray Karınca, Ankara 8. Aile Mahkemesi Hâkimi, karincae Yüksek Teknoloji: Aradaki fark Haluk Bingol Y G ünlük yaşamda kadına göre erkek, şiddet olaylarında mağdur ya da saldırgan olarak daha fazla taraftır. Başka deyişle kadınlara yönelik cinsel saldırı ve ayrımcı tutumları ayrı tutarsak, sokaktaki şiddetin öznesi ve nesnesi çoklukla erkeklerdir. Ne var ki sıradan ilişkilerdeki bu saptama, aile içi ilişkiler söz konusu olduğunda, şiddete maruz kalma açısından kadınların aleyhinedir. Aile içinde kadın ve çocuklara yönelik şiddetin derece ve niteliğinin, sokaktakinden hiç de az olmamasına karşın binlerce yıl görülmemesi, önlem alınmaması, aslında insanlık açısından şaşırtıcı, utanılası bir durumdur ve ne yazık ki, mülkiyetin erkek egemen yapısı değişmediği için ataerkil ve feodal toplumda olduğu gibi günümüzün sanayileşmiş toplumunda da aynen devam etmektedir. Kökeninde, kadının, erkeğin malı olarak görülmesi vardır. Örneğin Roma hukukunda klasik dönem boyunca aile babası, aile bireylerini satabilir, kiralayabilir, ailede yeni doğmuş çocukları öldürebilirdi.1 Demek ki kadının, binlerce yıldan beri günlük yaşamdan koparılıp eve hapsedilmesi ve şiddet uygulanarak boyun eğdirilmesinin temelinde, erkeğin malı olarak görülmesi var. Öyleyse kadına yönelik ayrımcılığın önemli iki ayağından biri, kadının toplumsal yaşamdan, üretimden koparılıp eve hapsedilmesi, diğeriyse aile içinde ona yönelik olarak uygulanan şiddettir ve bu şiddetin görmezden gelinmesi, göz yumulması kadının güçlenmesinin, gelişmesinin önündeki en önemli engeldir. Ne yazık ki modern dünyada da şiddet, uzun zaman sokakta yaşanılanla sınırlı görüldü, binlerce yıl aile içinde yaşanılan, kadına ve güçsüz bireylere yönelik şiddet, son on beş, yirmi yıla dek hep kör noktada kaldı. Hatta kadın haklarının anayasası sayabileceğimiz Kadınların İnsan Hakları Bildirisi olarak da tanımlanan, Birle mi Milletler Kad na Yönelik Her Türlü Ayr mc l n Tasfiyesi Sözle mesi, (Convention for the Eliminiation of All Forms of Discrimination Againts Women), kısa adıyla CEDAW’da, bile kadına karşı aile içinde işlenen şiddetten söz edilmemiş, sorunun yalnızca ayrımcılık ayağı üzerinde duruldu.2 Sözleşmede kadınlara karşı şiddet kullanımına yer verilmemesine gösterilen tepkiler üzerine ise nihayet 1993 yılında Kad nlara Yönelik iddetin Tasfiyesine li kin Bildirge kaleme alındı. Türkiye, çağdaş gelişmelerin gerisinde kalmadı, imzaladığı uluslararası sözleşmelere uygun olarak, 14 Ocak 1998 tarihinde aile içi şiddete uğrayanların korunması amacıyla kabul edilen ve kısaca “Koruma Emri” olarak tanımlanan 4320 Sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanunla, aile içi şiddet, kör noktadan çıkarıldı. sayı henüz yeterince bilmemeleri nedeniyle yasayı gerektiği gibi uygulamamalarının da etkisi var. Oysa 4320 Sayılı Yasa’dan sonra artık Türk hukukunda aile içi iddet, özel ya da mahrem bir alan de ildir. Bu düzenlemenin yanında 2000’li yıllarda peş peşe yapılan kanunlaştırma hareketlerinde de aynı duyarlılık artarak sürdü, anayasadaki değişiklikler yanında, Medeni Yasa ve Türk Ceza Yasas gibi temel yasalarda da kadına yönelik ayrımcılık ve şiddete hoşgörü gösteren maddeler büyük ölçüde temizlendi. Aynı kararlılık, TBMM’nin 25.6. 2005 tarihli ve 853 sayılı Araştırma Kararı’ndaki öneriler 3 ve 2006/17 sayılı Başbakanlık Genelgesi’yle sürüyor. Ne var ki çağdaş gelişmelere koşut olarak, yapılan bu düzenlemelerin her biri ayrı ayrı bir değer oluşturmakla beraber, tümünün bir arada görülüp eksikliklerin saptanması, uygulamada tam verim alınması açısından bir zorunluluktur. Bu yaklaşımla, Ba bakanl k Kad n n Statüsü Genel Müdürlü ü tarafından Kad na Yönelik Aile çi iddetle Mücadele Projesi çerçevesinde, yasa uygulayıcılarının yararlanabileceği şekilde, “Kad na Yönelik Aile çi iddete li kin Hukuksal Durum Ve Uygulama Örnekleri”4 adlı kitap yayınlandı. Kitapla son on yıllık sürece yayılan yasal düzenlemelerin etkili kullanımı için çok önemli bir araç elde edildi. Aile içi şiddetin kale kapısının kırılması açısından adeta bir koçbaşı olan 4320 Sayılı Yasa’dan ne yazık ki tam olarak yararlanamayan Türk kadını ve kadın örgütleri ve hukukçular için başucu ve başvuru kaynağı olacak olan kitabın, kadın lehine bir bakış açısıyla kaleme alınmış olması ayrı bir avantajdır. Örneğin mahkemelerde çelişkili kararlar verilen, boşanmış ya da yakın yaşam arkadaşlığı sürdüren ve bundan kurtulmak isteyen kadınların 4320 sayılı Yasa’daki koruma önlemlerinden yararlanmalarının gerekliliği, ulusal ve uluslararası hukuksal düzenlemeler yanında sosyolojik, etik ve felsefi açıdan tartışılarak kanıtlandı. Mahkemelerce 4320 sayılı Yasa uyarınca verilen ve Yargıtay denetimi kapalı olduğu için olumlu olumsuz çok farklılık gösteren koruma kararlarına bolca yer verilip çağdaş yorumlar doğrultusunda örnek bir kararın nasıl olması gerektiği de belirtildi. Öte yandan, kitabın konuya ilgi duyan ve hukukçu olmayanlar için fazla ayrıntılı olabileceği de düşünüldü ve özellikle kadın örgütleri çalışanları ve üyeleri ya da yasanın uygulamasına bir biçimde katılan sosyal çalışmacı, polis ve sağlık çalışanları gibi meslek grupları için, deyim yerindeyse bir küçük kardeşi, “Kad na Yönelik Aile çi iddetle lgili Ulusal ve Uluslararas Yasal Düzenlemeler”5 adıyla yalınlaştırılıp kısaltılarak eşzamanlı olarak yayımlandı. Cinsiyet ayrımcılığına karşı çıkanların ve kadın hakları, insan hakları savunucularının dikkatine… Kaynaklar: 6 Özcan KaradenizÇelebican, Roma Hukuku, 3. bası, Ankara, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayını, 1986, s.160. 2 CEDAW, 3 Eylül 1981 tarihinde yürürlüğe girmiş, Türkiye tarafından usulüne uygun şekilde onaylanarak, 19 Ocak 1986 tarihinde yürürlüğe konmuştur. 3 Töre ve Namus Cinayetleri ile Kadınlara ve Çocuklara Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Araştırma Komisyonu 4 Eray Karınca, Kad na Yönelik Aile çi iddete li kin Hukuksal Durum Ve Uygulama Örnekleri, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara, Aralık 2008 5 Eray karınca, Kad na Yönelik Aile çi iddetle lgili Ulusal ve Uluslararas Yasal Düzenlemeler, Başbakanlık Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü Yayını, Ankara, Aralık 2008 * Ankara 8. Aile Mahkemesi Hâkimi. üksek Teknoloji üzerine yazıyı okuyunca, ağaçlardan ormanı görememek bu demek olmalı dedim. Şirketler yönetilirken vizyonumuz nedir misyonumuz nedir diye ana hatları koyar. Hareketlerini de buna bakarak değerlendirir. Hatta bir ara bu Türkiye’de de çok moda oluşmuştu. Yazınızı okurken bunlar aklıma geldi. Türkiye’nin böyle bir vizyonu var mı diye kendime sordum. Sanki “random walk” yapıyoruz. Dolayısıyla da hiçbir yere gitmiyoruz. Hiçbir fırsatı değerlendiremiyoruz. Hiçbir tehdide karşı da önlem almıyoruz. Eğer geri kalan ülkeler de aynı şekilde çalışsaydı bir problem olmayabilirdi ama onlar bir plan program ile giderken biz böyle gidince onlar ilerliyor biz olduğumuz yerde “patinaj” atıyoruz. Bir zamanlar Kore, Yunanistan, İspanya ile Türkiye’nin yaklaşık aynı durumda olduğunu okuyorum. Fırsat bulup bunun tam ne demek olduğuna bakamadım ama diğer taraftan 2009’da baktığımızda aradaki farkın ne kadar çok açılmış olduğunu görmek üzücü. Üçgenin köşelerinden kurtulmak Mehmet Özyağcılar Kimya Y. Mühendisi 7 DDET: B R TERB YE B Ç M CBT 1158/14 29 Mayıs 2009 Ancak bu kanundan bilgi sahibi olanların ve yararlananların oranı hâlâ çok düşüktür. Bunun nedeni, şiddete uğrayan kadının, ekonomik güçsüzlüğü nedeniyle cesaretinin olmayışı, iddiasının ciddiye alınmayacağı korkusunu taşıması ya da saldırganın cezalandırılmayacağı ve şiddetin tekrarlanacağı endişesine sahip olmasıdır. Bunda Türkiye’de şiddetin bir terbiye biçimi olarak algılanmasının yanında, karakol, sağlık, savunma ve yargı mensuplarının kendi toplumsal değerleri ya da ya Mayıs 2009 tarihli Cumhuriyet’teki köşenizde özetlediğiniz ve Cuma günü CBT’de yayımlanan makalede verilen Yüksek Teknoloji Ürünleri hracat ile ilgili istatistikler, bazı başlara ‘gökten taş yağdırmış olmalı’ demeyeyim, ağır olur; Newton’un ya da Dede Korkut’un örneği ile gökten 3 elma düştü diyeyim: (Bunlara bir üçgenin köşeleri olarak bakıyorum, önem sırası ile değil!) Birincisi: ‘Her semte bir HL’, ‘her mahalleye Kuran Kursu’, ‘saç n teli’, ‘laikli i yeniden tarif edelim’ gibi tartışmalarla toplumu çarşafa dolamaya çalışanlara. Gerçek ortadadır. Hz. Muhammed’den 1400 yıl sonra teknoloji (dolayısıyla bilim) büyük ölçüde Çin’dedir! kincisi: ‘Serbest piyasa ekonomisi’, ‘özel sektörü güçlendirme’ yoluyla kalkınırız, ‘devletin ekonomideki etkisini küçültmek’, ‘savunma giderlerini azaltmak’ gerekir diyenlere; çünkü Türkiye’de olan ileri teknoloji gelişimi savunma sanayii bağlantılıdır. Aselsan projeleri, Deniz Kuvvetlerinin MilGem projesi vb. Özel sektörün ArGe’ye yaklaşımı bellidir, ‘kâr maksimizasyonu peşinde’ gerekirse Çin’e de gider, ama ‘ucuz işçilik için’ Üçüncüsü; ‘Bize plan de il pilav gerek’ ile başlayıp, kalkınmayı AB, IMF Dünya Bankası tavsiyeleri ve reçetelerinde arayanlara; ‘Hangi istikbal vardır ki, yabancıların nasihatleri, yabancıların planları üzerinde yükselebilmiş olsun, tarih böyle bir olayı kaydetmemiştir!’(1921) sözünü unutturmaya çalışanlara, bu ülkeyi 78 yıl sonra getirdikleri durum için. Bunların üstüne ‘yabancı dille eğitim’ faciasını da ekleyebilirsiniz... Türkiye’nin ileri teknoloji ürünleri üretiminde ve ihracatında çağdaş uygarlık düzeyini yakalaması, önce bu üçgenin dışına çıkabilmeyi gerektiriyor.