Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
AYLAK BİLGİ Astroloji mi, Astrofal mı? İstanbul Kültür Üniversitesi, ocak ayında, tarihsel önemde bir kitap yayımladı. Bu kitap, Lawrence E. Jerome’un ilk defa 1977 yılında ABD’de yayımlanmış olan Astroloji Çürütüldü adlı kitabıdır. Astronomi profesörü E. Rennan Pekünlü’nün güzel çevirisi ve İstanbul Kültür Üniversitesi rektörü, astronomi profesörü Dursun Koçer’in desteği ve önsözüyle okurlara sunulmuş olan bu kitap, bilim ve düşünce tarihimize çok önemli bir katkı niteliğindedir. Osman Bahadır Astroloji, gerek işleviyle ilgisi olmadığı halde ‘yıldız bilgisi’ anlamına gelen olumlu adıyla, gerekse hiçbir bilimsel temele dayanmadığı halde gelecekten haber verme iddiası ve vaadiyle insanları aldatmaktadır. Biliminki kadar eski bir geçmişi bulunan astroloji, bir yandan, aldatıcı da olsa, çaresiz durumdaki insanlara umut vaat eden esnek ve genellikle iyimser yönüyle, bir yandan da başka dogmatik etkinliklerden farklı olarak, bilimden ve bilimsel gelişmelerden diğerlerine göre daha fazla yararlanıyormuş gibi görünerek (bazen de gerçekten “yararlanarak”) varlığını ve gücünü iniş çıkışlarla da olsa günümüze kadar sürdürmüştür. Bugün dünyada ve ülkemizde milyonlarca insanı, özellikle de kadınları ve gençleri, televizyon yayınlarında ve günlük basın organlarında etkileyen devasa bir astroloji (astrofal) sektörü bulunmaktadır. Lawrence E. Jerome, Astroloji Çürütüldü adlı kitabında, astrolojiyi tüm tarihi gelişmesi içinde ele alarak, onun nasıl bilimle hiçbir ilgisi bulunmayan bir büyü ve fal etkinliği olduğunu güçlü ve ikna edici kanıtlarla ortaya koyuyor. Böylece bilimsel düşünüşün halk içindeki gelişmesine önemli bir katkıda bulunuyor. Bugün dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birinin astrolojiye inandığı ve astrologları yakından izlediği bilinmektedir. Bizim geçmişimizde de astrolojinin ne kadar önemli olduğunu biliyoruz. Osmanlı devletinin çok erken dönemlerinden itibaren astroloji, resmi bir devlet görevlisi olan müneccimbaşılar eliyle her zaman devlet işlerini yönlendiren bir etkinlik olarak sürdürülmüştür. Dinin Osmanlı ülkesindeki bilimden güçlü olan etkisi bir yana, astrolojinin bile, Osmanlı tarihinin çok büyük bir bölümünde bilimden daha etkili olduğunu söylememiz mümkündür. Yaşamın her alanında bilimin esas alınmaya çalışıldığı Cumhuriyetin kuruluş yıllarından sonra, bilime verilen önemin giderek azalmasına ve bilimsel düşünüşün de zayıflamasına bağlı olarak yakın dönemlerde, astrolojiye olan eğilim de yeniden güç kazanmıştır. Astroloji, insanları, büyüler, fanteziler, hayaller ve boş umutlar dünyasına sokarak onların gözlerini gerçeklere kapamasına sebep olmaktadır. İnsanların, olguları gerçeğin içinde aramalarının önüne geçmektedir. Elbette bilimsel düşünüşün genel esaslarını ortaya koyarak ve bunları halk içinde yayarak, astrolojiyi de geriletebiliriz. Fakat astrolojiyi çürüterek de, bilimsel düşünüşü güçlendirebilir ve yayabiliriz. İşte Lawrence E. Jerome kitabında bunu yapıyor. Çok çeşitli kanıtlar sunarak ve ayrıca, astrologların hazırladıkları horoskopik haritaların aslında gökyüzünün gerçek haritaları olmadığını da göstererek astrolojiyi çürütüyor. Astroloji Çürütüldü kitabının ülkemizde yayımlanmasıyla, artık hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Çünkü ilk defa olarak, astrolojiye karşı elimizde artık güçlü bir bilimsel ve aydınlatıcı eser var. Bize bu büyük eseri kazandıran İstanbul Kültür Üniversitesi’ne, rektör astronom Prof. Dr. Dursun Koçer’e ve uzmanlık bilgisini güzel bir dille çevirisine yansıtan astronom Prof. Dr. E. Rennan Pekünlü’ye bu katkılarından dolayı teşekkür ederiz. Tahir M. Ceylan Akademik performans n de erlendirilmesi: tahirmceylan@gmail.com hindekse bir katkı A kademik performansın değerlendirilmesi araştırmacılar, üniversiteler, araştırma politikaları geliştirenler için çok önemli bir konu olmakla birlikte, son derece güçtür. İndekslere giren yayın sayısının üretkenliği, atıf sayısının ise araştırmacının yayınlarının etki derecesini gösterdiği araştırmacılarca kabul ediliyor. 2005 yılında Prof. Hirsch tarafından önerilen hindeks akademik performansın değerlendirilmesi için son derece basit ve çok yaratıcı bir değerlendirme yöntemi olarak karşımıza çıktı. hindeks basit tanımıyla “h kadar yay n n h kadar at f almas d r”. Örneğin, bir araştırmacının hindeks değeri 10 ise, 10 adet yayının her biri en az 10 atıf almış demektir. hindeks son derece önemli bir gösterge olmasına rağmen, bazı dezavantaları da var. Bunlardan en önemlisi hindeks formülünün akademisyenin toplam atıfını ve yayınını dikkate almamasıdır. Bu durumun etkisi ekil 1’de grafiksel olarak gösteriyor. Gerçekte akademik performansın tek bir matematiksel formül ile ifade edilmesi, problemin doğası gereği güçtür. Dolayısıyla bu problemin tek başına klasik matematiksel yaklaşımla ele alınmasının eksiklik olacağı düşünülmekte ve akademik performansın, Acaba kendini aldatmak bir arzu mudur yoksa bir niyet mi? Nelkin (*) bu tartışmayı yeniden açtığında niyetçilerin galibiyeti yönünde klasikleşmiş bir örnek aklıma geldi: Konrad Lorenz ve Davranışlarımızın Evrimsel Serüveni Konrad Lorenz günümüzde, “davranış biyolojisi”nin en önemli kurucuları arasında sayılmaktadır. “Karşılaştırmalı Davranış Araştırması” alanında yaptığı çalışmalar “karamsar bir uygarlık” kavrayışına kadar götürmüştür onu. Lorenz, aynı hayvan anatomisi gibi hayvan davranışlarının da “kalıtsal/genetik” olduğunu, bu anlamda değiştirilmesi, müdahale edilmesi söz konusu olmayan (evrimselleşen) davranış şemalarını temsil ettiklerini kabul etmektedir. Geçen yüzyılın 30’lu yıllarına kadar hayvan davranışları “reaktif” tepkiler olarak anlaşılıyordu; bir dış uyarıya verilen tepki... (şartlı refleks anlayışı vb.) Lorenz, bu davranışların “spontan”, yani kendiliğinden, hazır paket tepkiler olarak anlaşılması zorunluluğunu gösterdi. Hayvan davranışları (eş bulma, eşi cezbetme, yuva kurma, yaşama alanının sınırlarını belirleme vb.) evrimsel süreçte birbirinin yerine geçen sayısız (sembolik) biçim ve klişelerle dışavurmaktaydı. Lorenz, tam da bu doğrultuda, güvenilir bir “davranış bilimin”, hayvanı “serbestözgür” ortamında gözlemlemesi zorunluluğuna işaret edip en başta kendisi bu zorunluluğa uydu. Ama elbette kendiliğinden, içgüdüsel “davranışların” insanda da benzer şemalar göstermesi, “uygarlaşma süreçlerine” de buradan bakma imkânına işaret ediyordu: Evrimsel seleksiyon (seçmeayıklama) ve mutasyon, önümüze bir davranışlar kataloğu koymuştu. Ne var ki, “evcilleştirilmiş, tutsak” bir hayvanın davranışları tam da bu anlamda zedelenmiş, yozlaşmıştı. İnsanın uygarlaşma sürecini de bir domestikasyon, bir evcilleşme (zorunlu denetim) olarak anladığımız yerde, artık çöküşe yönelik, batmaya evrilen bir uygarlaşmadan söz etmek zorundayızdır Lorenz’e göre. Alman kültürünün o çok anlamlı, “Menschheitsdaemmerung” tanımı, 20. yüzyılın başlarında aydınlara özellikle hâkim karamsar bir Avrupa ruhunun, umutsuz bir tarih duygusunun da ifadesidir: İnsanlığın alacakaranlığı. AdornoHorkheimer ikilisi uygarlıktan kesilmiş umutları “insanın iç doğasının” ve “doğanın” baskı altına alınması, ego’nun, bireyin zayıflaması sonucu olarak yorumlarlar. Domestikasyon ve uygarlaşma: Sonuç: İŞTE İNSAN.(*) Davranışlarımızın evrimsel serüvenini bilmeden insan hakkında bildiklerimiz hep yarım yamalak kalacaktır. Ahlaki taleplerimiz de öyle! (*) Lorenz’in Cumhuriyet Kitapları’nda yayımlanan yapıtları: İşte İnsan, çev: Veysel Atayman Evrim Tevfik Güney, 2008; Hz. Süleyman’ın Yüzüğü, çev: E.T. Güney, 2006; Ve İnsan Köpekle Tanıştı, çev: E. T. Güney, 2007. 2005 yılında Prof. Hirsch tarafından önerilen hindeks akademik performansın değerlendirilmesi için son derece basit ve çok yaratıcı bir değerlendirme yöntemi olarak karşımıza çıktı. Ebru Sezer ve Candan Gökçeoğlu, Hacettepe Üniversitesi, Mühendislik Fakültesi esezer@cs.hacettepe.edu.tr; cgokce@hacettepe.edu.tr ve akademik yaşam süresini girdi olarak kabul etmekte ve çıktı olarak da bulanık akademik performans indeksini vermektedir. Modeldeki her bir girdi ve çıktı beş adet bulanık kümeye sahip olup, model toplam 68 adet sözel “eğerise” kuralıyla çalışıyor. Kendini Aldatmak, Arzu mu Niyet mi? “Bu kadın beni seviyor” aldatmasını yaptığım zaman kendime, o kadının beni sevmesini arzulamaktayımdır ve buna bağlı olarak yalan yere “onun beni sevdiğine” kendimi inandırırım (Doğru aldatma=straight selfdeception). Ve fakat, “Sevgilim beni aldatıyor” diye kendime yeni bir aldatmaca yaptığımda, onun beni aldattığını arzulamamaktayımdır, buna rağmen, “O beni aldatıyor” diye ortaya atılırım (Bükülmüş aldatma=twisted selfdeception). Şimdi arzulamadığım halde öyle yaptığıma göre, bunu yapmaya niyet etmişimdir ve bu örnekle niyetçiler uzun süre arzuculara karşı tartışmayı kazanmış göründüler. Arzuculardan taraf olduğumu başından ilan etmek istiyorum, sonucu açık gibi duran bir tartışmada umarım kendime bir yenilgi tattırmayı arzulamıyorumdur! Bükülmüş tarzda da olsa kendini aldatmak ve yenilgi arzulamak bir düşünür için feci bir durumdur çünkü. İşe felsefe çevrelerince bilinen Lucretius tartışmasından köken alan bir tespit yaparak girmek istiyorum. İnsanın iki yokluğu vardır: doğum öncesi (prenatal) yokluk ve ölüm sonrası (posthumous) yokluk. İki tarafta da yokluk aynı yokluk olduğu halde, insan ölümden korktuğu kadar doğumuna sevinmez. Burada koşullarda simetri, ama tavırda asimetri vardır. O zaman buradaki asimetri, doğmamak korkusu, doğarak aşılmış olduğu için, gerçekleşmesi mutlak olan ölüme karşı korkudan (psikolojik benliğin ürünü olarak ölümü arzu etmemekten) kaynaklanır ki, bu da yok olmamak niyetinin (metafizik benliğin ürünü olarak) öncelidir. Buradan hemen psikolojik benlik çerçevesinde niyetin arzunun ardılı olduğunu, metafizik benlik içeriğindeyse tam tersine arzunun niyetin ardılı olduğunu söylememe izin veriniz. Metafizik benlikte önce Tanrı’nın “eli” olarak bir niyet vardır, sonra o niyet gerçekleşsin diye arzular oluşur. Şimdi psikolojik benlik savunucusu ve arzunun mutlak önceliğini kabullenen birisi olarak, niyetin uhrevi değil, dünyevi olduğunu ve fakat arzunun mutlak ardılı olduğunu düşünüyorum. O zaman niyet metafizik benliğin değil, doğrudan psikolojik benliğin fonksiyonu olarak görünür. Niyet Tanrı tarafından yüreğimize konulmamışsa, acaba içimizde nasıl oluşmaktadır? Arzuyu primitif biçimiyle ihtiyaç olarak tanımlarsak, niyetten önce geldiğini sağlam biçimde söyleyebiliriz. Çünkü ihtiyaç tek hücreli canlıları geçtim, taşta toprakta bile vardır; çatlayan toprak suya ihtiyaç duyar (türeterek diyebiliriz ki suyu arzular). Ama suya niyet edemez, çünkü niyet, ihtiyacı olduğunu (arzunu) hissettikten sonraki işlem olabilir ancak. O zaman soru şu olur: Arzu nasıl niyet oluşturur? Arzudaki açlığını ölçer, sonra doyacak olduğunda tokluğunu düşlersin, ikisi arasındaki biyolojik denge farkını hesaplar doymaya niyet edersin. Her yapı dengede durmak ister, arzular denge bozulduğunda ortaya çıkar, sonra niyet ve sonra eylem dengeyi yeniden kurar. O zaman bir yapının niyeti olabilmesi için en azından dört işlemden birisi olan çıkarma işlemini yapabilecek durumda olması gerekiyor ki, ikinci durumdaki dengenin ilk durumdaki dengesizlikten daha kararlı bir durum oluşturduğu sonucunu çıkarsayabilsin! Yani arzu primitif bir yapının ürünüyse, niyet gelişmiş bir yapının ürünü olmalıdır. Öte yandan niyet ama, tümden arzunun sonucu değildir, arzu taneciklerinin içine bir aşamadan sonra niyet çekirdekleri de gömülmeye başlar ve sonra çekirdekler çatlamaya durunca niyet ortaya çıkar ve üst bir edim olarak eylem oluşturur. O zaman niyet arzunun sonucu değil başkalaşımıdır diyebiliriz. Bugünkü konuyu sonlandırması için işimize yarayacak biçimde söylersek, her niyet başkalaşmış bir arzu yığılmasıdır. O halde, başlangıçtaki konuya dönersek, niyet her durumda arzunun türevi olduğuna göre, kendini aldatan herkes, bunu niyet ettiği için değil, fakat temel olarak arzuladığı için yapmaktadır. Buradan çıkan ikinci sonuç şudur ki, bir erkek sevgilisine, kendini aldatarak “beni aldatıyorsun” dediğinde, aslında aldatılmayı arzuluyordur. Aldatılmak çünkü bazen erkeğe iyi gelir. Böylece bazıları dengesizliği derinleştirerek, bir denge elde etmeye kendini mecbur bırakır, bazıları da yakında ortaya çıkacak bir iktidarsızlığın kokusu ortalığa yayılmadan mevzuyu kapatır. Kendini bilmeden aldatmak, içinde daima insanın yarı yarıya bilincinde olduğu bir aldatılma arzusu barındırır. (*)D.K.Nelkin, Pacific Philosophical Quarterly 83, 384406, 2002 KAR ILA TIRMA VE SONUÇ Bulanık akademik performans indeksi ile hindeks arasında bir karşılaştırma yapıldı. Bu iki indeks arasında çok yüksek bir korelasyon görülmekle birlikte ( ekil 2), bazı farklılıklar göze çarpıyor. hindeks, araştırmacının en fazla atıf aldığı yayınlarının sayısını dikkate alır. Oysa ki; bazı araştırmacılar toplam yayın ya da toplam atıfta yüksek sayılara sahip olabilmekte. Bu nedenle bulan k akademik performans indeks, toplam yayın sayısı, toplam atıf sayısı ve akademik yaşam süresini kullanır. Basit bir karşılaştırma ile hindeks ve bulanık akademik performans indeks arasındaki fark görülebilir. Çizelgede dört farklı araştırmacıya ait bilgiler var. Birinci araştırmacının toplam 83 yayını ve 1247 atıfı, ikinci araştırmacının ise toplam 57 yayını ve 1066 atıfı bulunuyor. Her iki araştırmacının da akademik yaşam süreleri 33 ve 32 yıl, hindeksleri ise 20’dir. Sadece hindeks ile değerlendirme yapıldığında, eşit performansa sahip araştırmacılar gibi gözükmektedirler. Ancak, bulanık akademik performans indeks değerleri, birinci araştırmacı için 0.366, ikinci araştırmacı için ise 0.262 olarak elde ediliyor. Buna göre, birinci araştırmacının ikinci araştırmacıya göre daha yüksek bir performansa sahip olduğu söylenebilir. Diğer bir örnek olarak, hindeksleri, toplam yayın ve atıf sayıları aynı, ancak akademik yaşam süreleri farklı iki araştırmacıyı dikkate alalım. Neredeyse aynı per Şekil 1: hindeks’te ihmal edilen atıflar ve yayınların şematik gösterimi bulanık bir yaklaşımla da değerlendirilmesi gerektiği ileri sürülmektedir. Bu nedenle, bu yazı kapsamında akademik performansın değerlendirilmesi için geliştirilen bir bulan k algoritma ve kar la t rmal sonuçlar birlikte verilmekte. Ancak, bu yazı kapsamında geliştirilen bulanık algoritmanın aslında hindeks için bir alternatif değil, hindeks için bir katkı olduğu düşünülmeli. VER LER VE BULANIK ALGOR TMA Bulanık akademik performans indeksinin geliştirildikten sonra denenmesi için gerçek verilere ihtiyaç duyulmuştur. Bu amaçla beş adet uluslararası yerbilimleri dergisinin (Engineering Geology, Tectonophysics, Earth and Plenatery Science Letters, Şekil 2: Bulanık akademik perInternational Journal of Volcanology and Geothermal Researches ve formans indeks ile hindeks Geomorphology) hakemler kurulunda görev alan araştırmacılar kullanıldı. Bu araşarasındaki ilişki tırmacılara ait veriler Web of Science sitesinden temin edildi. Ancak isim benzerlikleri nedeniyle taramalar sırasında bazı güçlüklerle karşılaşıldı. Bu sorunu aşabilmek için araştırmacıların sadece yerbilimleri ile ilgili yayınları dikkate alındı. Bu değerlendirme sonucunda beş uluslararası derginin hakem kurulunda bulunan toplam 208 araştırmacıya ait toplam yayın, toplam atıf, akademik yaşam süresi (son yayın tarihi ile ilk yayın tarihi arasındaki yıl farkı) ve hindeksi de formansı göstermekle birlikte, üçüncü araştırmacı bu performansı 31 yılda, dördünğerleri elde edildi. Bu 208 araştırmacının ortalama yayın sayısı 35.6, ortalama atıf sa cü araştırmacı ise 18 yılda yakalamıştır. Bu durum yine hindeks ile ifade edilmezyısı 679.4, ortalama akademik yaşam süresi 20.3 yıl ve ortalama hindeksi ise ken, bulanık akademik performans indeksine yansıyor. Üçüncü araştırmacının bulanık akademik performans indeksi 0.238 iken, bu değer dördüncü araştırmacı için 11.8’dir. Son yıllarda bulanık algoritmalar bilgisayar, elektronik, makine, endüstri gibi 0.248’dir. Bu özelliklerine karşın, bulanık akademik performans indeksi, hindeksi yerine alanların yanı sıra biyoloji, tarım, tıp, ekonomi, yerbilimleri ve malzeme bilimleri gialternatif olarak düşünülmemeli. Çünkü bulanık akademik performans indeks, hbi birçok alanda da kullanılıyor. indeksin sahip olduğu basitlikte değildir. Bulanık algoritmaların diğer yöntemlerle karşıÇizelge :Dört farklı araştırmacının karşılaştırılması (BAPI: Bulanık akaAncak bulanık akademik performans indeksilaştırıldığında belki de en ilgi çekici tarafı, karmaşık demik performans indeksi) nin, hindeks değeri aynı olan araştırmacılar ve çok değişkenli problemleri saydam biçimde çöze1. 2. 3. 4. arasında bir karşılaştırma yapmak için çok Ara t rmac Ara t rmac Ara t rmac Ara t rmac bilmesidir. Akademik performansın değerlendirilhindeks 20 20 21 21 kullanışlı olduğu ve farklılıkları da açık bimesi için Mamdani bulan k algoritmas kullanıldı. Toplam yay n 83 57 48 48 çimde yansıttığı görülmektedir. Dolayısı ile hMamdani bulanık algoritması sözel “eğerise” kuralToplam at f 1247 1066 1422 1442 index üzerine tamamlayıcı bir katkı olduğu Ak.Ya am süresi 33 32 31 18 larıyla çalışır. Bu kapsamda geliştirilen bulanık algoBAPI 0.366 0.262 0.238 0.248 düşünülmekte. ritma araştırmacının toplam yayınını, toplam atıfını CBT 1152/8 17 Nisan 2009 CBT 1152/9 17 Nisan 2009