05 Aralık 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Darwin olayı ve tarihte akılcılıknakilcilik mücadelesi TÜBİTAK’ın dergisinde Darwin’in sansür edilmesi birdenbire gündemin başına oturdu. Darwin ve karşıtlarının mücadelesi, dünyada akıl ve bilime karşı dogmanın mücadelesini simgeler. Bu nedenle Türkiye’de bilimin kalesi olması gereken bir kurumun akıl – dogma mücadelesinde dogmadan yana bir davranış göstermesi üzerinde çok ciddi düşünülmesi gereken bir olaydır. Atatürk’ün “en hakiki mürşit ilimdir” ilkesinden yıllar sonra ülkemizin en önemli bilim kurumu dogmadan yana tavır koyuyorsa, bunun nedenlerini ve almamız gereken önlemleri bulmalıyız. Ömer Kaymakçalan, Kimya Yüksek Mühendisi, Eski TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi başkanı bulmanın bir akıl işinden çok, bir iman sorunu olduğunu ve doğru bilginin insana ancak vahiy yoluyla geldiğini savunur. Gazali'nin felsefesi yüzyıllarca İslam devletlerinde baştacı edildi. Bunda, Gazali’nin görüşlerinin, ‘sabır’, ‘şükür’, ‘tevekkül’ gibi, iktidar erkleri için ‘gerekli’ unsurları öne çıkarıyor olmasının payı büyüktür. Bugün de pek çok İslamisiyasi çevre, felsefi öz bakımından Gazali'nin görüşlerini temel almaktadır. 1126 – 1198 yılları arasında Endülüs’te yaşayan İbni Rüşd’ün bütün eserlerindeki ortak tema, din ve felsefenin iyi anlaşıldığı takdirde aralarında uyumsuzluk olmadığıdır. İbni Rüşd’ün felsefeye katkıları Aristo’nun ayrıntılı yorumlanmasından, felsefeyi İslam’a karşı bulanların, özellikle Gazali’nin hücumlarına karşı savunmaya kadar uzanır. İbni Rüşd “Akıl Allah’ın bize bir ihsanıdır ve aklımızı kullanarak onun yarattığı eserleri daha iyi anlayabiliriz” der. İbn Rüşd’ün, Gazali ile olan anlaşmazlığı İslamda biliminin neden ilerleyemediğine bir ipucu verebilir. İbn Rüşd, Aristo’nun etkisinde kalarak dünyanın düzenli olduğuna, gerçek nedensonuç bağlantılarının bir düzen içinde sergilendiğine inanıyordu. Gazali, böyle bir inancın Araplar için salt egemen olan Tanrı kavramını yok ettiğini sanıyordu. Gazali’ye göre fiziksel nedenler gerçek nedenler değildir fakat Tanrı’nın doğrudan doğruya müdahalesi için bir araçtır. sonra sınırlı kalıyordu. TALYA VE TÜRK YE A kıl – bilim – inanç ilişkisi insanlık tarihi boyunca çeşitli felsefi akımların konusunu oluşturmuş ve toplumların yaşamına yön vermiştir. Aristo ile başlayan akılcılık okuluyla ona karşı imanı/inancı esas alan düşüncelerin mücadelesi Doğu ve Batı dünyalarında etkili olmuşlardır. Aristo – Farabi – İbni Sina – İbni Rüşd çizgisindeki akılcılık düşüncesiyle İslamdaki nakilciliğin çatışmasını, akılcı düşünce ve yöntemin Türkiye ve İslam dünyasında egemen olamayışının tarihsel nedenlerini ve alınması gereken önlemleri incelemeye çalışacağım. Allah'ın mutlak kudreti ile insan kudreti arasındaki ilişki konusu İslam düşünürleri arasında farklı yorumlar yapılmasına neden oldu. İslam tarihinin ilk dönemlerinden itibaren, insanların eylemlerinde özgür olup olmadıkları hep tartışıla geldi. Nakilciler olayların, eylemlerin insanların iradelerine bağlı olmayıp, Tanrı tarafından, önceden değişmez bir şekilde tespit edildiğini ileri sürdüler. Onlara göre insanların yaptıkları ve yapacakları hiçbir şey kendi iradesi ile değildir, önceden takdir edilmiştir ve insanlar yapmaya mecburdurlar. Akılcılık, aklı, bilginin temel kaynağı ve sınanabilirlik ölçüsü olarak kabul eden felsefi akımdır. Akılcılık din ve etik alanlarında da insanın düşünme yetisine öncelik verir. Akılcılara göre; gelenek, iyiyle kötünün ayırt edilmesi ya da insan bilgisinin kaynağı vahiy değil insanın doğal yetileridir. İlahiyatta akılcılık, dinin akla uygunluğunu ifade eder fakat salt olarak akılcılık ise idealizm ve din hâkimiyetine karşı insan aklının sınırsız imkânlarına aşırı güveni dile getirir. Akılcı düşünce, Antikçağ Yunan düşüncesine dayanır. Akılcılığın ilk olarak Parmenides (MÖ 600) ile başladığı kabul edilir. İlk akılcılık daha sonra ortaçağa ve İslam dünyasında da Meşşai Okulu’na geçer. Oradan da Descartes, Leibniz, Spinoza, Wolf gibi 17. ve de 18. yüzyıl filozoflarına ulaşır. Bu filozofların ortak özellikleri; insan bilgisine ve akla duydukları güvendir. Onlara göre, ebedi ve ezeli hakikatler vardır ve aklımızla bu hakikatleri kavrayabiliriz. SLAM ESERLER AVRUPA’DA Öyle görülüyor ki Araplar, “her şeye kadir Allah” kavramını doğal nedenlerle ve olaylarla uzlaştıramadı. Bundan başka benimsemiş oldukları sistem, çağdaş bilimin dayandığı kuşkuculuğa uygun düşmüyordu. Araplar arasında düşünce özgürlüğü teşvik edilmiyordu. 13. yüzyılda devlet desteğiyle nakilciliğin İslam dünyasına hâkim olmasıyla, akılcılığı esas alan kurumlar, tarih sahnesinden çekiliyorlar. Meydan nakilciliğin farklı ölçülerde uygulayıcıları olan kurum ve mezheblere kalıyor ve bu durum bugüne kadar devam ediyor. Bu değişikliğin en somut göstergelerinden biri 13. yüzyıldan sonra İslam âleminden dünya çapında bilim adamı çıkmayışı, ikincisi ise içtihat kapısının kapanmasıdır. Öte yandan Haçlılar işgal ettikleri İslam ülkelerinde buldukları eski Yunan klasiklerinin Arapça tercümelerini Avrupa’ya götürüp Latince’ye çeviriyorlar. Bu çeviriler ve Endülüs’te ki İbni Rüşd gibi İslam filozoflarının eserleri Hıristiyan Avrupa’da aydınlanmanın başlamasını sağlıyor. Aydınlanmayla birlikte Avrupa’ya akıl ve bilim egemen oluyor. Avrupa’ya yayılan Rönesans ile Protestan reform hareketleri, 16. yüzyılın ilkyarısının sonlarına kadar, Avrupa’nın entelektüel ikliminde pek çok şey değiştiriyor. Bu değişimde ‘akıl’ kavramı çok önemli bir rol oynuyor. Akılcılık – nakilcilik tartışmasında, son halkası Osmanlı İmparatorluğu olmak üzere, büyük Müslüman devletlerde devlet otoritesi Gazali’nin tavrını benimsemeyi tercih etti. Batı’da bu şekilde bir siyasi iktidar tekeli bulunmadığı için, konuya o nitelikte bir otoritenin müdahale etmesi söz konusu değildi. Katolik kilisesi ve papa, doğal olarak, Gazali ile aynı kategoride ele alınması gereken bir tavır takındı. Ama Vatikan’ın da yetki alanı, özellikle Protestan hareketinden Yüzyıllarca süren bir çatışmadan sonra akılcılık Batı Hıristiyan dünyasında egemen, Doğu İslam dünyasında ise başarısız olmuştur. Bunun tipik iki örneği İtalya ve Türkiye’dir. İtalya ve Türkiye birçok ortak özellikleri olan iki ülkedir. Her iki ülke de Akdeniz bölgesinde coğrafi konum olarak denize uzanmış iki büyük yarımadada kuruludur. Nüfusları sayıca birbirine yakındır. İtalya dünya tarihini etkileyen Roma İmparatorluğu’nun, Türkiye ise bir anlamda Roma İmparatorluğu’nun devamı olan Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasçılarıdır. İtalya ortaçağda en ağır Katolik bağnazlığını engizisyon döneminde yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu ise duraklama ve çöküş dönemlerini nakilciliğin egemenliğinde geçirmiştir. İtalya İkinci Dünya Savaşı’ndan, Türkiye ise Birinci Dünya Savaşı ve onu takip eden Kurutuluş Savaşı’ndan yanmış yıkılmış olarak çıkmışlardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan 63 sene sonra ise, bugün İtalya dünyanın en gelişmiş sekiz üyesinden birisidir. Türkiye ise Birleşmiş Milletler ölçütleriyle “gelişmekte olan ülke” grubuna girmektedir. İki ülke arasında ki bu gelişmişlik farkının nedeni, İtalya’da Aydınlanma çağı ile akılcılığın hâkim olması, Türkiye’nin ise aydınlanmayı kaçırmış olmasıdır. Türkiye’nin siyasette, ekonomide, eğitim ve öğretimde yaşadığı çok temel sorunlarının altında “toplumda akıl ve bilim egemenliğinin sağlanmamış olması” gerçeği yatmaktadır. A) “Toplumda ak l ve bilim egemenli i sa lansayd , bugün Türkiye’nin görüntüsü nas l olurdu? 1) Toplum daha sorgulayıcı ve araştırıcı olurdu, 2) Dogmalara daha az bağımlı olurdu. 3) Yasalar ve kurallar daha etkin uygulanırdı; 4) Doğal afetlerden bu derece zarar görmezdi; 5) Araştırma ve geliştirme (ARGE) yaygın, etkili ve kazandırıcı olurdu; 6) Toplum, özgüveni gelişmiş, dışa bağımlılığı dengeli ve karşılıklı bağımlılığa çevirebilmiş olurdu; 7) Daha demokrat ve çeşitliliğe saygılı olurdu. 8) Toplumda kadının yeri daha yüksek olurdu, 9) Etkili ve verimli bir eğitim sistemi uygulanırdı. B) “Toplum ya am n n çe itli kesimlerinde ak l ve bilimin egemen ol(a)may n n en önemli nedenleri nelerdir?” 1) Cumhuriyetin devraldığı ve hâlâ büyük ölçüde aşamadığımız, devlette katı hiyerarşik yapı, 2) Bireysel birikimi engelleyen mülkiyet yapısı, 3) Tarihteki önemli toplumsal dönüm noktalarını (Rönesans, Sanayi Devrimi, vb.) kaçırmış olmak gibi tarihsel miraslar 4) Bugün yaşadığımız bilgi devriminin de yeterince farkında olmayışımız, 5) Değerler sistemi içinde akılcı düşüncenin yer almayışı ve bu durumun yarattığı bağnazlık türleri: 6) Eğitim sisteminin akılcı düşünceye dayalı ve yeteri yaygınlıkta olmaması, 7) Üretimi temel almayan sosyoekonomik yapı ile devletin stratejik gelişme aracı olarak kabul ettiği ve tüm kurumlarıyla benimsediği bir bilim anlayışının bulunmayışı. GAZAL VE NANÇ 1058 – 1111 yılları arasında yaşayan İmam Gazali nakilci düşüncenin en önemli düşünürüdür. Gazali, Farabi gibi bazı Müslüman filozofların tersine, mutlak ve sonsuzu kavramak için aklın yetersizliğini savunur. Akla dayanan disiplinleri yani geometri, mantık, doğa bilimleri ve felsefeyi eleştirir, bunların hiçbirinin, mutlak gerçeğe ulaşmak için kesin bir yol göstermediğini iddia eder. Ona göre insanın bu dünyayı kavraması ve bilmesi mümkün değildir. Matematik, mantık gibi pozitif bilimler bile kuşkuludur. Bundan dolayı din ve felsefe arasında kesin bir ayrım yaparak tavrını dinden yana koyar. İnanç, Gazali'de temel düşüncedir. Mutlak, gerçek ve kesin bilgiye buradan varılacağını belirtir. Doğruyu TÜRK YE’DE NASIL B R SÜREÇ BA LAMALI? Geçmişin köstekleyici mirasını aşmak için: 1) Kamu yönetiminde hizmet kalitesini teşvik edici etkinlikleri yaygınlaştırmak ve bu yolda başarı örneklerini özendirmek; 2) Birey ve sivil toplum örgütleri olarak, yerel yönetimlerde yerel katılım ve çözüm üretmek; 3) Fikri mülkiyeti korumak ve yaygınlaştırmak; 4) Vergisinin hesabını soran bireyi teşvik etmek; 5) Uygarlığın gelişmesinde büyük dönüm noktaları olan tarihsel dönüşümleri ıskalamanın maliyetinin bilinci CBT 1152 / 14 17 Nisan 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle