02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

POLİTİK BİLİM Aykut Göker http:/www.ınovasyon.org;[email protected] Darwinci görü e göre sanat n evrimi “Akıllıca tasarlanmış müdahaleler, örneğin kamuözel sektör ortaklıkları, girişimciliğin desteklenmesi gibi politikalar uzun vâdeli ekonomik büyümenin güçlendirilmesine yardımcı olabilir. Hükumet önceliklerin belirlenmesinde, uzun vâdeli stratejik seçimlerin yapılmasında katalizör görevi görebilir.” OECD, 2009. Sanat, üremek ve hayatta kalmak için gerekli Sanatın kökeni nedir? Sanat içgüdüsel bir dürtü müdür? Sanat her zaman bir amaca mı hizmet eder? İlk ortaya çıktığı zamanki işlevi ile bugünkü işlevi arasında fark mıdır? Son yıllarda evrimsel psikoloji* dalındaki gelişmelere koşut olarak, sanatın evrensel yapısına vurgu yapan bilim insanları, insan yaratıcılığının Darwin’in evrim kuramı ile açıklanabileceğini düşünüyor. Bu görüşe göre sanatın kökeni, ilkel göçebe atalarımızın hayatta kalma ve üreme içgüdülerine dayanıyor. Kısaca insanoğlunun sanata duyduğu evrensel ilginin, evrimin bir sonucu olduğu düşünülüyor. Ekonomik Kriz ve Yenilik Politikaları (2) OECD’nin düzenlediği “Sürdürülebilirlik ve Günümüzdeki Finanssal Krizde Yenilik Politikalarının Rolü” konulu, ‘resmî olmayan’ seminere ait raporda yer alan tavsiyelerden birkaçını size de aktaracağımı söylemiştim. Bunlardan en önemlisi şu: “Hâlen pek çok OECD ülkesinde yenilik politikaları uygulanıyor ya da bu politikalar üzerinde duruluyor. Bunlar teşvik paketleri çerçevesinde oluşturulmuş politikalar... Teşvik paketleri de genellikle, araştırmayı ve girişimciliği güçlendirmeye, altyapı yatırımlarını artırmaya yönelik teşvik uygulamalarını içeriyor. Teşvik konusu olan altyapı yatırımları da, daha çok, enformasyon ve iletişim teknolojileri, ‘yeşil’ teknolojiler ve beyin gücüyle ilgili olanlardır. Bununla birlikte, yenilik politikalarının sihirli bir değnek olmadığını ya da her ülkeye uyan bir en iyi uygulama örneği bulunmadığını bilmek gerekir. Nitekim, uygulamaların ülkelere göre büyük değişiklikler gösterdiği; ayrıca, ülke ekonomileri üzerindeki etkilerinin ve ekonomik getirilerinin de çok farklı olduğu görülmektedir. Ama, ülkelere özgü deneyim ve uygulamaların paylaşılması da, yenilik politikaları konusundaki düşüncelerimizi ilerletebilir ve politika geliştirmedeki kritik zamanı kaçırmama konusunda bize yardımcı olabilir.” Burada söylenen çok açık… Politikanı, kendi özgün koşullarını, kendi ekonomik ve toplumsal beklentilerini dikkate alarak kendin tasarla. Ama, sürekli etrafına da bak. Bu sana hem fikir verir; hem de atı alan Üsküdar’ı geçmeden, senin de kendi politikanı zamanında geliştirmeni sağlar... Raporda yer alan bir diğer tavsiyeyse şöyle: “Çözüm olarak getirilecek politika geniş tabanlı olmalı, katılımcılığa ve güçlü bir siyasî önderliğe dayanmalı: Finlandiya’nın deneyimleri ve diğer ülkelerde geliştirilen son yenilik stratejileri göstermektedir ki, yenilikçiliği güçlendirmeye yönelik politikalar geniş bir yelpazeyi kapsayan politik önlemlerin bir bileşimidir. Bu bileşimin kendi içinde tutarlılık olmalı ve ilgili tarafların alınan kararlara etkin katılımı sağlanmalıdır. Ancak, uzun vâdeli sürdürülebilir ekonomik büyümeyi sağlayacak politikalarda başarı kazanmak için, bunların yanında, güçlü bir siyasî önderlik ve uzun vâdeli bir bakış açısı olması şarttır.” OECD’nin bu tavsiyesi, bu köşenin okuyucularına hiç de yabancı gelmemiştir. Çünkü onlar, benim şu tür satırlarımı okumaktan bıktılar, usandılar: “Yenilik politikaları ülkenin bilim, teknoloji, eğitim ve öğretim politikalarından istihdam ve sanayi politikalarına, ekonomi politikalarından para ve yatırım politikalarına, dış ticaret politikalarından doğrudan yabancı sermaye yatırımlarına ilişkin politikalara kadar pek çok politika alanını ilgilendirir. Bütün bu politikalar arasında, ülkenin yenilikçilik yeteneğini güçlendirmeyi gözeten sistemik bir bütünlüğün; uygulamada siyasî kararlılık ve sürekliliğin sağlanması esastır. Ama her şeyden önemlisi, ülkenin, toplumsal katmanlarca paylaşılan bir gelecek vizyonunun olmasıdır.” Neyse, ben size OECD’den bir tavsiye daha aktarayım: Hükumet yeni bir rolle karşılaşınca, bu noktada kamu müdahalesinin niteliği belirleyici olur: Yenilik sürecinde pazar mekanizmasının merkezî rolü sürmekle birlikte, son dönemde hükumetlerin rolünün giderek arttığı görülmektedir. Akıllıca ve iyi tasarlanmış müdahaleler, örneğin kamuözel sektör ortaklıkları, girişimciliğin kamu kaynaklarından desteklenmesi gibi politikalar uzun vâdeli ekonomik büyümenin güçlendirilmesine yardımcı olabilir. Hükumet önceliklerin belirlenmesinde, uzun vâdeli stratejik seçimlerin yapılmasında katalizör görevi görebilir.” OECD’ye üye 30 ülkenin büyük çoğunluğunu gelişmiş ekonomiler oluşturuyor. Bu son tavsiyenin muhataplarının da asıl bu gelişmiş ekonomiler olduğu rahatlıkla söylenebilir. Peki, Türkiye gibi ülkelerde hükumetlerin rolü ne olacak? Sorunun yanıtı yukarıdaki ilk tavsiyede var: Otur, külâhını önüne koy, düşün ve buna kendin karar ver... İyi de, bu ülkede külâhını önüne koyup bu kararı verecek olanları nereden bulacağız? C harles Darwin’in doğumunun 200.yılını, “Türlerin Kökeni” isimli kitabının ise 150.yılını kutladığımız şu günlerde, bilim dünyasında egemen olan görüş, biyolojik olayların tümünün altında doğal seçilim yoluyla evrimin yattığı düşüncesi. Şimdi sıranın insan psikolojisine geldiğini düşünen Steven Pinker ve Daniel Dennett gibi evrim psikolojisine yakın duran bilim insanları, modern toplumların düşünce ve davranış şekillerini Darwinci bir bakış açısı ile değerlendiriyor. Bunun için tarih öncesi dönemde Doğu Afrika savanlarında yaşayan atalarımızın davranışları ile bugünkü davranışlar arasında benzerliklerin bulunup bulunmadığı araştırılırken, günümüzde yaşayan ilkel kabilelerdeki davranış şekilleri mercek altına alınıyor. diği yepyeni bir kavram çıkartmış. Böylece sürekli birbiri ile çatışan fen bilimleri ile sosyal bilimler arasında Darwinci estetikten yararlanarak bir köprü oluşturmuş. SANAT GEN Darwinci sanat anlayışı, sanatın evrenselliğine ve insanların bundan çok büyük bir zevk aldığı öngörüsüne dayanır. Evrimci psikologların bunu keşfetmesi, yepyeni bir anlayışın doğmasına yol açtı. İnsan davranışlarının evrensel olduğu iddiasını doğru olarak kabul eden bu görüş, sanatın 60.000 yıl önce, insanların Afrika’dan göç etmeden önce ortaya çıkmış olabileceğini savunuyor. Sanatın bulunduğu yerde yoğun bir tatmin duygusunun olması ve genlerimizin avantaj sağlayan davranışları teşvik etmesi (Örneğin tatlı veya yağlı yiyeceklerin atalarımızın yeterli miktarda kalori almalarını garantilemesi gibi), evrimci psikologların sanatı genlerin tetiklediği sonucunu çıkartmalarına zemin hazırlıyor. Ne var ki, iki ayak üzerinde yürüme ve gıda çeşitliliği gibi gelişmeler, bizim göçebe atalarımıza belirgin avantajlar sağlarken, sanat gibi enerji tüketen ve dışarıdan bakıldığında somut bir yarar sağlamadığı düşünülen bir uğraşın, nasıl bir avantaj sağladığı tam olarak bilinmiyor. PLE STOSEN DÖNEMDE** SANATIN LK ZLER Yeni Zelanda, Christchurch’deki Canterbury Üniversitesi’nden felsefe profesörü Denis Dutton, sanatı ve estetiği spesifik kültürlerin şekillendir EVR M N YARATICILI I ÖZEND RMES Evrim psikologları, evrimin sanat içgüdüsünü iki yoldan yarattığını düşünüyor. Birincisi, yaratıcı kapasitenin, atalarımızın Pleistosen dönemindeki olumsuz koşullarda hayatta kalmalarını kolaylaştırmış olması. Bu dönemde Homo sapien’ler Afrika’da evrimleşmişlerdir. O evrede öykü kurgulamak ve bu öyküyü can kulağı ile dinlemek, ilk insanların tehlikeye atılmadan, olası tehlikelere karşı önceden hazırlıklı olmalarını sağlamış olabilir. Aynı zamanda bu öyküler, yararlı bilgilerin nesilden nesile geçmesine ve kamp ateşinin etrafında toplanan diğer insanları daha iyi anlamalarına yol açmış olabilir. Yetenekli öykü anlatıcıları ve iyi dinleyiciler, hayatta kalma açısından diğerlerine göre daha avantajlı hale gelmiş olabilirler. Böylece gelecek nesillere daha iyi öykü dinleme ve kurgulama yeteneğinin aktarımı sağlanmış olur. kincisi, yorucu ve maceralı bir avcılık/toplayıcılık faaliyetinden sonra, uzun ve sıkıcı Pleistosen gecelerinde, öykü anlatan erkekler, gelişmiş sözcük bilgisi ve yaratıcı beyinleriyle ka CBT 1152/ 6 17 Nisan 2009 diği yönündeki modern görüşe karşı çıkarak, sanat algısının Pleistosen döneminde gelişen evrimsel uyumun bir sonucu olduğunu iddia ediyor. Dutton, insanoğlunun sanat yapıtı üretme ve bu yapıtlardan zevk alma tutkusunu evrimsel psikolojinin sağladığı araçlarla açıklamaya çalışan ilk bilim insanı değil. “The Art Instinct” (Sanat İçgüdüsü) isimli kitabında, sanatın kökenleri konusunda günümüzün farklı yaklaşımlardan bir sentez oluşturan Dutton, bu sentezleri evrim kuramının uyum (adaptation) kavramıyla birleştirerek ortaya “Darwinci estetik” olarak isimlendir
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle