18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

OOOF OFF LINE Ergun Türkcan ve Bilimimizin Tarihsel Kökleri Ülkemizin ilk bilim politikası uzmanı Prof. Dr. Ergun Türkcan’ın, Dünya’da ve Türkiye’de Bilim, Teknoloji ve Politika adlı eseri İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından geçtiğimiz günlerde okurlara sunuldu. Prof. Dr. Ergun Türkcan’ın bu kapsamlı eseri, Türklerin tarih sahnesine çıkışlarından günümüze kadar bilim ve teknoloji ile olan ilişkilerini çok boyutlu olarak ortaya koymaktadır. Osman Bahadır Prof. Türkcan’ın eserini tanıtmaya ve değerlendirmeye çalışırken başlıca olarak şunları söyleyebiliriz: Bilim ve teknoloji tarihimizle ilgili şimdiye kadar çok değerli çeşitli çalışmalar yapılmıştı. Fakat bunların hepsi tek boyutlu veya kısmi çalışmalardı. Örneğin Osmanlılarda bilim, Osmanlılarda teknoloji, Cumhuriyet döneminde bilim, Türkiye’de eğitim, Osmanlı düşünce dünyası vb. Prof. Türkcan’ın eseri ise, ülkemizin bilim politikasının tarihini ve bu tarihten ayrılamaz biçimde bilim ve teknoloji tarihimizi tüm boyutlarıyla inceliyor. Üstelik bunu, dünya bilim ve teknoloji tarihi çerçevesine yerleştirerek yapıyor ki, bütün bu nitelikleriyle bu eser bilim ve kültür dünyamızda ilk kez rastlanan bir çalışma olarak kendisini göstermektedir. (Prof. Türkcan dünya teknoloji tarihini, icadın koşulları, icadı yapanların niteliği ve icadın yapılış tarzları bakımlarından, icadın anonim dönemi, icadın kişisel mucitler dönemi ve icadın kolektiforganize dönemi şeklinde üçe ayırarak farklı ve paralel bir bakış açısından da incelemektedir.) Analiz olmadan sentez olmaz. Eserde, çok zengin kaynak bilgileri kullanılarak yüzlerce analiz yapılmakta ve bu analizlere bağlı olarak sentez niteliğinde sonuçlara ve değerlendirmelere gidilmektedir. Prof. Türkcan’ın sentezlerinin ikna ediciliği konusunda şüpheye hiç yer yoktur, fakat o yine de başka düşüncelere kapıları tümüyle kapatmıyor ve okura farklı yorum alanları bırakıyor. Ülkemizin bilim ve teknoloji tarihi ve politikası konusunda bu denli geniş kapsamlı bir analizsentez çalışmasına ilk kez bu kitapta rastlanmaktadır. Cumhuriyetin ilk yıllarında girişilen büyük sanayi hamlesinin (bu hamlenin büyüklüğü hacminden değil, yüksek iradi gücünden gelmektedir) temel özelliklerinin açıklanışı son derece aydınlatıcıdır. 1930’lu yıllarda girişilen bu sanayi hamlesinde Cumhuriyet hükümetlerinin, dünyadaki en ileri ve ülkemiz koşullarına en uygun teknolojileri arama bilinci, özgüveni ve titizliği çok açık olarak ortaya konulmaktadır. Bir girişime ve teknoloji seçimine karar verileceği zaman, önce o konunun uluslararası düzeydeki bir uzmanına başvuruluyor, teknoloji seçimine karar verildikten sonra da o teknolojiyi uygulayan ülkenin rejiminin niteliğine bakılmaksızın harekete geçiliyor. Örneğin, 1932’de, ağır sanayide ve tekstilde en gelişmiş ve uygun makinelerin Sovyetler Birliği’nde olduğu saptanıyor ve tekstil sanayii makinelerinin ithalinde oraya yöneliyorlar. Ama pamuk tohumunun seçiminde, Amerikan ‘ekspres’ tohumunun daha iyi olduğunu gördükleri için, pamukta bu cinsin yetiştirilmesine yönelik çalışmalar yapıyorlar. Bu amaçlarla hem Sovyetler Birliği’ne, hem de ABD’ye öğrenci gönderiliyor. 1930’lu yılların Cumhuriyet hükümetleri hep dünyadaki en iyilerin peşindedir. Prof. Türkcan 1930’lu yıllardaki bilim ve teknoloji politikasının ana özelliklerini ayrıntılarıyla ortaya koymaktadır. (Kanımızca 30’lu yılların büyük sanayi hamlesinin hedeflenen nihai başarıya ulaşamamış olmasının nedenleri; başlangıç koşullarının yetersizliği, yönlendirici ve yürütücü iradenin daha sonra zayıflaması ve giderek kaybolması ve üçüncü olarak da sanayi hamlesine bir toprak reformunun bazı nedenlerle eşlik edememiş olmasıdır). Bu eserin bir başka önemli özelliği, bu kapsamda ilk kez yazılmış olan TÜBİTAK tarihini içermesidir. Ülkemizin öncü bilimsel araştırma kurumu olan TÜBİTAK’ın tarihi, ülkemiz bilim ve teknoloji tarihinin ve politikasının anlaşılabilmesi bakımından büyük bir önem taşımaktadır. Uzun yıllar bu kurumda hizmet vermiş olan Prof. Türkcan, bu kurumu yakından tanıyan uzman kimliğiyle önemli bilgiler vermekte ve değerlendirmeler yapmaktadır. Prof. Türkcan’ın eseri hakkında söylenecek şeyler elbette bunlardan ibaret değildir. Ama bu eser hakkında daha çok konuşulacaktır. Biz şimdiden şunu söyleyebiliriz ki, Prof. Dr. Ergun Türkcan’ın, Dünya’da ve Türkiye’de Bilim, Teknoloji ve Politika adlı eseri, ülkemiz bilim ve teknoloji tarihine ve politikasına son yıllarda yapılmış en büyük katkıdır ve ülkemizin bilim ve kültür dünyasındaki temel ve kalıcı yerine yerleşmiştir. Bu büyük eseri yaratan Prof. Dr. Ergun Türkcan’a ve kitabı okurlara güzel bir biçimde sunan İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları’na teşekkür ederiz. Tanol Türkoğlu ([email protected]) 21. yüzyılın başında, dünya büyük ekonomik krizlerle boğuşurken, toplumların öncüleri, fikir önderleri toplumlarını nereye doğru götürecek? Hangi sular güvenlikli? Bilgi toplumu, dijital kültür ya da ağ toplumu olgularının bu tablodaki yeri nerededir? Fikir Önderleri Toplumların ilerlemesine kimler öncülük eder? Bu öncüler bir yandan toplumla birlikte bugünü yaşarken diğer yandan da kendi başlarına ya da bu amaçla oluşturdukları grupların birer üyesi olarak yarını yaşar. Yarını da dikkate aldıkları için bu öncüleri yıpratmak, ellerini kollarını bağlamak, zulme uğratmak, imha etmek sonucunda ortaya ne çıkar? Nereye doğru ilerleyeceğini bilemeyen toplumlar! Ancak toplum da birey de sürekli devinim halindedir (devinim, değişim, evrim). Yani öyle ya da böyle bir yerlere doğru ilerlemek durumundadır. Öncülerinden, fikir önderlerinden mahrum kalan toplumun içinden birileri çıkıp bu rolleri üstlenir. Toplum eğer şanslıysa öne çıkan bu yeni öncüler toplumun ilerlemesine hizmet eder. Şanssızsa her ne kadar toplum ilerliyor gibi görünse de perdenin arkasında bunun bir bedeli de birikmeye başlar. 21. yüzyılın başında, dünya büyük ekonomik krizlerle boğuşurken, toplumların öncüleri, fikir önderleri toplumlarını nereye doğru götürecek? Hangi sular güvenlikli? Bilgi toplumu, dijital kültür ya da ağ toplumu olgularının bu tablodaki yeri nerededir? Eğitim konusunda, bilgi olgusu konusunda özürlü hale getirilmesi sağlanmış bir toplumda dijital kültürden, ağ toplumundan bahsetmek belki de okumayı daha yeni sökmüş birine edebiyat klasiklerinden bahsetmek gibi gelebilir. Ancak bu toplumun on beş sene gibi kısa bir sürede başka toplumların onlarca yılda gerçekleştiremediği devrimleri gerçekleştirmiş olması umutlarımızın korunması için yeterli bir mirastır. Çalışmaya eğitimden, bilgi olgusundan başlamamız gerekiyor. Bunun en basit örneklerini 29 Mart yerel seçimleri arefesinde hep birlikte izledik. Adrese bağlı nüfus sayımı sürecinin sağlıksız sonuçları karşısında harekete geçen partiler web sitelerinden seçmenlerin kendi bilgilerini kontrol etmesini sağladılar. Nüfus kağıdının üstünde TC kimlik numaraları yazılı olmayan vatandaşlar sorumlu seçmen bilinciyle nüfus müdürlüklerini işgal etti. Bugün sosyoekonomik profili ne olursa olsun pek çok eve internet girdi. Bu müthiş bir imkândır. Yeter ki çalışmasını bilen, sorumluluk bilinciyle hareket eden fikir önderlerinin bu imkanı toplum için harekete geçirecek hale getirebilirsin. Bu hareketten kasıt yasadışı eylem değildir. Daha ziyade toplumun her kademedeki yöneticilerinin herhangi bir iletişim kanalıyla topluma bir mesaj verdiğinde bu mesajı irdeleyebilecek, değerlendirebilecek temel bilgi altyapısına sahip olmalarını sağlamaktır. Aksi taktirde mikrofonun karşısında en çok bağıran, sesi en gür çıkan toplumun nezdinde haklı, doğru olarak nitelendirilmektedir. Dijital kültürün, ağ toplumunun sunduğu doğrudan katılımcılık imkânı 21. yüzyılın başındaki toplumlar için tek çıkış yoludur. Bu yönde erkenden yol almaya başlayan toplumlar yüzyılın geri kalan döneminde dünyayı yönlendirecek olan büyük güçler haline gelecektir. Dünyaya yön veren bildiğimiz anlamdaki güçler bugün ekonomik krizin altında ezilmektedir. Bu bir açıdan da şimdiye kadar yarışın (her ne sebeple olursa olsun) gerisinde kalmış olanlar için büyük bir imkândır. Biz Türkiye olarak önümüzde resmi bu şekilde değerlendirebiliyor muyuz? Bu çok büyük bir problem olarak mı görünüyor? O halde kendinizi 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a ayak basmış olan Mustafa Kemal’in yerine koyun. O günkü problem daha mı kolaydı? Tek lider, tek önder devri kapanıyor. Artık her bireyin kendi sesini duyurabileceği lojistik altyapılar kuruluyor. Bu imkânlardan istifade etmek elbette ki kolay değil; emek, çaba, yatırım ve bunlara zaman ayırmak gerektiriyor. Eğer birey olarak bu konulara zaman ayırabilirseniz, gerisi kendiliğinden gelecektir. Bugün şikâyet ettiğimiz her problemin sorumlusu yine bizleriz. Yolsuzluk varsa o yolsuzlukları yapanları oraya biz kendi oylarımızla getirdik. Nutuk’un son tümcesinde Mustafa Kemal başlamak için gerekli olan tek şeyin ne olduğunu zaten tespit etmiş: “Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur.” Not: Günümüz Türkçesiyle Nutuk’un Tam Metni: www.atam.gov.tr/index.php?Page=Nutuk Evrim üzerine yanıtlara devam 13) Evrimciler geçi dönemine ait herhangi bir fosili bulup ç kartamam t r. Örne in yar sürüngen, yar ku gibi... Aslında paleontologlar şu ana kadar, şekil açısından ara konumda olan çok sayıda fosil örneğini bulup çıkartmıştır. Bunların içinde en ünlüsü ‘‘Archaeopteryx'' tir. Bu fosil kuşlara özgü tüy ve iskelet yapısına sahipken aynı zamanda dinozor özellikleri de sergiler. Ayrıca pek çok tüylü, uçabilen veya uçamayan fosil de bulunmuştur. Örneğin modern at, bir ara tür olan ‘‘Eohippus''tan gelmektedir. Balinaların atası karada yürüyen 4 ayaklı ara türlerden evrimleşmiştir. Ayrıca 20 veya daha fazla hominid, Lucy ile modern insan arasındaki döneme aittir. Ne var ki yaratılışçılar bu fosil çalışmalarını kabul etmiyorlar. Onlara göre Anchaeopteryx sürüngenler ve kuşlar arasındaki kayıp halka değildir; tam tersi sürüngen özellikleri taşıyan bir kuştur. Diğer taraftan bir yaratılışçı, iki tür arasındaki ara fosili kabul etse dahi, bununla yetinmeyecek, bununla ilk iki tür arasındaki geçiş fosilini görmek isteyeceklerdir. 14) Canl lar son derece karma k bir yap ya sahiptir anatomik, selüler ve moleküler düzeyde. Bu yap daha az karma k olsayd çal amazd . Bu da u anlama gelmektedir. Böyle bir yap ancak ak ll bir tasar m sonucu olu ur, evrim sonucu deil. Bu tasarım konusu yaratılışçıların en fazla üzerinde durduğu tartışmadır ve en eskisidir. 1802 yılında teolog William Paley şöyle yazıyordu: ‘‘Eğer tarlada bir saat bulursanız, ilk aklınıza gelen bunu birinin düşürmüş olduğu olasılığıdır; doğal güçlerin bunu orada ürettiğini düşünmezsiniz. Bu benzerlikten yola çıkarsak, canlıların karmaşık yapılarından dolayı doğrudan, kutsal bir iradenin eseri olduğunu anlarız.'' Yaratılışçılar onlarca yıldır Darwin'in görüşlerini çürütmek için göz örneğini öne sürüyor. Yaratılışçılara göre gözün evrimleşmesi olanaksızdır. Gözün görüntü yaratma becerisi parçalarının mükemmel düzeninden kaynaklanır. Dolayısıyla doğal seleksiyon gözün evrimi sırasında geçireceği ara dönemlere izin veremez. Yarım bir göz zaten işlev yapamaz. Böyle bir eleştiriyi önceden tahmin eden Darwin, ‘‘tamamlanmamış'' bir gözün de, tamamlanmış göz kadar olmasa da en azından yararlı olacağını iddia ediyordu; örneğin canlı ışığa doğru yol alabilir. Biyoloji Darwin'in haklılığını daha sonra ortaya çıkarttı. Bilim adamları hayvanlar aleminde ilkel gözlerin ve ışığaduyarlı organların olduğunu kanıtladı. Akıllıtasarım fikrini savunanlar bugün öncekilerden daha zekice sorular soruyorlar. Ancak yine de tartışma ve hedeflerinde bir değişiklik görülmüyor. CBT 1151/ 10 10 Nisan 2009
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle