Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Evrim ve İslam İslam inancı üç kaynağa dayanmaktadır. Kuran, hadisler ve hurafeler. Peygamberin devrinde İslam inancının temelini oluşturan Kuran, zamanla ağırlığını kaybetmiş, hadisler ve daha sonraki yıllarda da hurafeler İslamda ağırlık kazanmıştır. Bazı uydurma hadislerle ve diğer inançlar ve kültürlerle zenginleşen hurafeler günümüz İslam inancının birincil dayanağını oluşturmaktadır. Yani günümüzdeki İslamın, Hz. Muhammed’in İslamı ile hiçbir ilişkisi yoktur. Prof. Dr. Nihat G. Kınıkoğlu, nihatkinikoglu@gmail.com BİLİM VE LAİKLİK: Türkiye, ortaçağ yalanlarıyla bir yere varamaz! “Bizim üyelerimiz henüz karşıt görüşleri dinlemeye hazır olmadıkları için öneri kabul edilememiştir”. Karşıt görüşleri dinleyemeyen bu üyelerin çoğu profesör veya doçent. Aradan 15 yıl geçti. O zamanki öğrenciler profesör oldu. Fakat bunlar hâlâ karşıt görüşleri dinlemeye hazır değiller! Çünkü dinlerlerse ezberleri bozulur, inançları sarsılır!… Prof.Dr. Süleyman Çelik, Ondokuz Mayıs Üniversitesi; scelik@omu.edu.tr niversiteler Nereye Gidiyor” başlıklı yazımda, “Laikli in türbana indirgendi ini, kar s na da mayo veya mini etek giymenin, ya da içki içmenin konuldu unu” bildirmiş, oysa “laikli in, ele tirel ak lc bilimsel dü ünce” demek olduğunu öne sürmüştüm (CBT 1136/15, 26 Aralık 2008). Laikliğin türbana indirgenmesi, mayoya, mini eteğe ve özellikle içkiye pek sıcak bakmayan halkımızı gericilerin kucağına itmektedir. Mart başında Vatan gazetesinde, “Türkiye Nereye Gidiyor” başlıklı bir seri röportaj yayımlandı. Görüşlerine başvurulan, çoğu liberal veya İkinci Cumhuriyetçi düşünürler, bilim insanları, köşe yazarları vb. genellikle on y l sonra Türkiye’nin daha geriye gitmiş olacağını kabul ediyorlar. Fakat bunun korkulacak bir şey olmadığını öne sürüyorlar. Sayın Ataol Behramo lu’nun yazısında belirttiği gibi, “bunu bir yazg olarak kabul edip içselle tirmi ler…” Engellenmesi olanaksız, yaşamak zorunda olduğumuz bir süreç olarak görüyorlar. Bu süreç, güzel olmasa da yaşamak zorunda olduğumuz, gerçekten geçici bir dönem mi olacaktır? Laikliği bilim bakımından, daha doğrusu eleştirel akılcıbilimsel düşünce yönünden ele alacak olursak, ba m za neler gelebilece ini daha iyi öngörebiliriz. TÜB TAK’ ta yaşanan son gelişmeler üzerine bu konuyu açmamız gerekir. Antik Yunan bilim ve felsefesiyle karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdı. Bu engeli aşabilmek için kilise babalar , çatışma yerine uzlaşmayı seçtiler. Aslında amaçları uzlaşmak değil, onu yozla t rarak i lerine geldi i gibi kullanmaktı. Bu amaçla Antik Yunan filozoflarının öğretileri esas alınarak dini dogmalar türetildi. Bu şekilde “Patristik” felsefe, yani kilise babalarının felsefesi ortaya çıktı. Bu felsefe, yaşam ve doğa üzerine değil, ölüm ve öbür dünya üzerine kurulmuştu. Yaşamı, öbür dünya için bir sınav olarak gören bu felsefede, doğal olarak bilimin yeri yoktu. Kilise babalarından Aziz Ambroise, “doan n niteli i ve durumu üzerinde tart mak gerçek ya amda, yani öbür dünyada bizim ne i imize yarar?” demiştir. “Her eyin Tanr ’n n istenciyle olduğu, insanların sadece kulluk görevlerini yerine getirmeleri gerektiği” söylenmiştir. “Akl n, insanı inanmaktan alıkoyan bir tuzak” olduğu öne sürülmüş ve “aklı bırakıp imana sarıldığında insanın esenli e erişeceği” bildirilmiştir. “Tüm bilgilerin kutsal kitaplarda var olduğu veya buradan türetilebileceği” savıyla, “H ristiyanlar n, putperestlerin bilgilerine/bilimlerine gereksinimleri olmad ” öne sürülmüştür. di?” diyen Teknik Üniversite profesörüne ne diyeceğiz? Geçenlerde, aklamantığa aykırı zırvalarla dolu, “Aile lmihali” gibi bir kitap yazmış olan bir ilahiyat profesörüne disiplin cezası verilmesini, YÖK zamanaşımına uğratarak önledi. lahiyat fakültelerinde, “Sünni slam Meslek Yüksekokulu” gibi bir eğitim uygulanmakta. Hatta bu nedenle, tıp fakültelerinin yanına hastane yapılması gibi, bunların da yanlarına birer cami yapılmakta ve “uygulama camii” adı verilmekte. Batı üniversitelerinde ilahiyat fakültelerinin karşılığı “divinity” değil, “theology”, yani “inançbilim”dir; eleştirelaklın ışığında inançlar tartışılır. Bununla birlikte, ilahiyatçı diyelim, hadi bunu da geçelim!..Ancak, “bilim ak lla deil vahiyle olur” veya “evliyalar k h z yla hareket ettikleri için, aynı anda birden çok yerde görülebilirler” diyen fen bilimleri profesörlerine, ya da yaşamını kurtardığı için kendisine teşekkür eden hastasına, “ben bir şey yapmadım ki, seni Allah iyile tirdi, otur Allah’a dua et” diyen hekim profesörlere ne demeli? düzenleyelim. Bu şekilde aramızda diyalog başlatmış oluruz”. Böyle bir öneri beklemediği için şaşıran başkan, “konuyu yönetim kurulunda görüşmesi gerektiğini” bildiriyor. Birkaç gün sonra yanıt geliyor: “Bizim üyelerimiz henüz kar t görü leri dinlemeye hazır olmadıkları için öneri kabul edilememiştir”. Karşıt görüşleri dinleyemeyen bu üyelerin çoğu profesör veya doçent. Aradan 15 yıl geçti. O zamanki öğrenciler profesör oldu. Fakat bunlar hâlâ karşıt görüşleri dinlemeye hazır değiller! Çünkü dinlerlerse ezberleri bozulur, inançları sarsılır!… Prof. Dr. A.M. Celal engör, 14 Mart tarihli Cumhuriyet’teki yazısında, TÜBİTAK Başkan Yardımcısı’nı çok ağır şekilde eleştirerek “Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu adamı kulağından tuttuğu gibi TÜBİTAK’tan ve üniversiteden atmasını” istiyor. Sayın Şengör, kimi kime şikâyet ediyorsunuz? Kad makamında oturanlar, sorunları “ulema fetvas yla” çözmeye çalışıyor; sağlıklı/hijyenik besin tüzüğü hazırlayacaklarına, “helal g da nizamnamesi” çıkarmaya uğraşıyorlar. Ayrıca bu bir tekil (münferit) olgu değil ki atmakla kurtulalım. Yaratılış Kuramı(!)’nın sözde kanıtları olan uyduruk fosil sergisi, turneye çıkmış tiyatro kumpanyaları gibi, rektörlerin yüksek himayelerinde, Anadolu’daki üniversite yerleşkelerinde sergilenmeye devam ediyor. Sonuç olarak, laiklik olmayınca, çarşafa girmek veya içki içememekten daha önemli olan, eleştirel akılcıbilimsel dü ünce ortadan kalkacaktır. Bilimsel düşünce olmayınca bilim üretilemez. Bilim üretilemeyince teknoloji geliştirilemez ve sömürü devam eder. Emperyalistler, bizim kadınlarımızın çarşaf giymesinden hoşlandıkları için, “Atatürkçülü ü b rak n, l ml slam ülkesi olun” demiyorlar. Amaçları sömürüyü sürdürmek. Obama’nın Başkan seçilmesi, ABD’nin Irak’tan çekilmesi, Bayan Clinton’ın Anıtkabir’i ziyaret etmesi ve ılımlı İslamdan söz etmemesi kimseyi umutlandırmasın. Büyük devletler uzun erimli planlar yapar, sadece gerektiğinde taktik değiştirirler. Bu nedenle ne ılımlı İslamdan vazgeçilmiştir, ne de BOP veya GOP çöpe atılmıştır. H urafelere teslim olmuş olan İslam, Kuran reddetmemesine rağmen, evrime karşı çıkıyor. Daha önce İslami Araştırmalar dergisinde yayımlanan, evrimi ve İslamın bakış açısını anlatan bir araştırma makalem (1), hurafelerin etkisindeki bir dinci gazetenin editörü tarafından, erkeğin kadının kaburga kemiğinden yaratıldığı iddiasıyla çeliştiği için reddedilmişti. Avrupa’ da altı yüz yıl kadar önce, erkeğin ve kadının kaburga kemiğinin eşit sayıda olduğunu saptayan Padua Üniversitesi cerrahı Vesalius’un, Kudüs’e kadar yürüyerek gidip gelme cezasına çarptırılmasına neden olan bir Tevrat ve İncil inancı, İslama mal ediliyordu. Aşağıdaki açıklamalarımda, din kitabı olan Kuran’ı, ayetlerini bilimsel sözler kabul edip bir bilim kitabı gibi yorumladığım anlaşılmasın (2). Sadece, Vatikan’ın bile 2 Mart 2009’da kabul ettiğini açıkladığı, hurafelerle yüklü kafalarla çelişen evrimin Kuran’la çelişmediğini göstermek istedim ve ilgilenenlerin daha ayrıntılı bilgiye ulaşabilmeleri için geniş bir kaynakça verdim. gibi birçok türün uzun süre beraberce var olduklarını, insanın atası olarak kabul edilen Homo sapiens sapiens’in, yok olan Neandertal insanı ile bundan 50 bin yıl kadar önce uzun süre birlikte yaşadığını göstermektedir (19). “Ü LK NSAN VE ADEM İlk insan, bir mutasyon sonucu kabilesi içinde ona insan adının verilmesine neden olan özelliği kazanan Homo sapiens sapiens, kutsal kitapların deyişiyle Adem’dir. Son yıllarda genetik çalışmalarından elde edilen bulguların fosiller ile elde edilen bulgulara önemli katkıları olmuştur. Bazı genetikçiler doğumdan sonra atılan sonlardaki hücrelerin mitokondrialarının mutasyon hızına dayanarak dünyadaki bütün insanların tek bir annenin çocukları olduğunu ve bu annenin yaklaşık 200.000 yıl önce Kuzey Batı Afrika’da yaşadığını iddia etmektedirler (20). Kuran’a göre, Allah evreni hiç yoktan “ol” demesiyle (21), değişmeyen kanunlarıyla (22, 23) yaratmıştır. Bilim de, bugün için, evrenin hiç yoktan belki de bir kuantum dalgalanması sonucu var olduğunu, içindeki her şeyin bir müdahale olmadan, değişmeyen doğa kanunlarının etkisiyle meydana geldiğini iddia etmektedir (25). NC L ve KURAN İncil insanın yaratılışından bahsederken, “Onu kendi şeklinde balçıktan yarattı sonra burnuna üfleyerek ona can verdi” der (3). Kuran’da ise insanın yaratılışını anlatan ayetlerden, insana belirli bir şekil verildikten sonra can verildiği anlamını çıkarmak mümkün değildir, aksine insana ekil vermenin yarat l tan sonra olduğu söylenmektedir (4, 5, 6, 7, 8, 9). Buna rağmen, Müslümanlar arasında yaygın olan yaratılış inancı Hıristiyanlığınkine benzer. Evrenin yaratılışını araştırmamızı ısrarla vurgulayan Kuran (10, 11, 12), insanın sudaki balç ktan yaratıldığını söyler (13, 14, 15). İlk canlının, yani kendi kendini kopya eden ilk DNA’nın oluşumu hakkında bilim adamlarınca öne sürülen kuramlar içinde en kabul görenleri, hayatın kendi kendini kopya eden silisyum dioksit kristalleriyle (balçık) (16), evrende ve dünyada var olan proteinlerin ve nükleik asitlerin, sodyum dioksit kristallerinin dislokasyonlarında (atomlarının dizilim kusurlarında) yerleşmesi ile başladığını ileri sürmektedir (17). Bundan yaklaşık 45 milyar yıl önce meydana geldiği sanılan ilk tek hücreli canlının, DNA zinciri halkalarını oluşturan dört proteinin diziliminde zamanla oluşan, rasgele değişiklikler (mutasyon) ve bu değişiklikler sonucunda meydana gelen bir öncekinden çok az farklı, Kuran’ın deyişiyle “bir diğerine benzemeyen” (18), yeni canlılardan çevreye daha iyi uyanların daha hızlı çoğalmaları, yani doğal seçim sonucu, bugün var olan insan dahil bütün canlılar meydana gelmiştir. İki ayak üzerinde dolaşan insan benzeri canlılar ilk defa 10 milyon yıl kadar önce görülmeye başlamıştır. Fosiller, Homo sapiens, Homo erectus, Homo rhodesiensis HAYRANLIK UYANDIRICI Her biri milyarlarca yıldızdan oluşan milyarlarca galaksinin ve bunlar kadar görkemli olan var oluşunu ve nedenini sorgulayan insanın, müdahale olmadan, evrimle meydana gelmiş olması hayranlık uyandırıcıdır. Geçen milyarlarca yıl, bu tür bir var oluşun görkeminden hiçbir şey kaybettirmediği gibi, yüzyıllık ömrü olan insanın küçüklüğünü, inananlar için zaman boyutlarının kapsayamadığı yaratıcının büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Bütün bunlara rağmen Müslümanların bilimin ortaya koyduğu, Kuran ile çelişmeyen evrimi değil de artık eskiyen bir Hıristiyanlık inancını benimsemiş olmaları, Türkiye gibi İslam toplumlarının en aydınlarının yaşadığı bir ülkede, ders kitaplarına heykeltıraş usulü yaratılışın konmaya çalışılması ve bilhassa TÜBİTAK gibi bir bilim kuruluşunun evrime karşı çıkması çok üzücüdür. Söz konusu haberi okuduğum zaman Cumhurba kan Özal’ın bir yemeğinde, o zaman TÜBİTAK Başkanı olan Prof. Dr. Mehmet Ergin’in, evrimi savunmam karşısında “Hayat m boyunca hiç insan olan maymun görmedim” dediğini aynı üzüntüyle hatırladım. Aynı kafaların zaman zaman bu gibi kuruluşlara egemen olması hiçbir şey değiştirmeyecektir. Bilimsel gerçeklerin üstü dergi sayfaları yırtmakla örtülemez. KAYNAKLAR: Îslamî Araştırmalar, Cilt 7, sayı 1, 19931994. 2) Din Şeriat Örtünme, Cumhuriyet 25.2.2005Y. 3) İncil, Ahdiatik, Başlangıç (Genesis). 4) Kuran, A’la2. 5) Kuran, A’raf11. 6) Kuran, İnfitar5,6. 7) Kuran, Mü’minun14. 8) Kuran, Nuh14 9) Kuran, İnsan1. 10) Kuran, Al’i İmran189. 11) Kuran, Bakara164. 12) Kuran, Casiye4. 13) Kuran, Mü’minun12. 14) Kuran, Hicr26. 15) Kuran, En’am2. 16) CairnsSmith, A.G., Seven Clues to Origin of Life, Cambridge University, Press, 1985. 17) Richard Dawkins, The Blind Watchmaker, W.W. Norton Company, 1987. 18) Kuran, En’am99. 19) E.A.Hoebel, Anthropology: The Study of Man, McGrawHilI Company, 1972. 20) M.H. Brown, The Search for Eve, Herper and Row, 1990. 21) Kuran, Mü’min68. 22) Kuran, Ra’d8. 23) Furkan1,2. 24) Fundamental Forces, Inside Science, New Scientist, 18.11.1988 TÜRK YE’DE ORTAÇA YALANLARI Sonuçta bilim düşmanlığı GrekoRomen uygarlığını ortadan kaldırmış, Kilisenin soylularla birlikte egemen olduğu, Hıristiyan eriatının en yoğun bir şekilde uygulandığı, Avrupa’nın en karanl k dönemi olan ortaça a girilmiştir. Ve papazlar ile soylular gönenç (refah) ve zenginlik içinde, cenneti bu dünyada yaşamaya başla TAR H N SONSUZ KANITLARI H ristiyanl n Roma mparatorlu u’nun resmi dini olmas yla din devlet ve toplum üzerinde belirleyici olmaya başladı. Dinin bunu başarabilmesi için, o zamana kadar belirleyici olan mışlar, kendilerine öbür dünyada cennet vaat edilen halk ise serf/köle olmuştur. TÜBİTAK’ta, Başkan Yardımcısı da olsa, bir kişinin gayretkeşliğinden hareketle ülkemizin Ortaçağ karanlığına gömüleceğini öne sürmek, olayın aşırı abartılması olarak düşünülebilir. Ancak, “Il ml slam Üniversitesi mi?” başlıklı yazım okunduğunda, gelişmelerin bireysel sapk nl klar veya rastlant lara bağlanamayacağı, her şeyin 1945’ten bu yana uygulanan bir plana göre yürüdüğü görülecektir (CBT 1138/9, 9 Ocak 2009). Yukarıda örnekler verdiğimiz ortaça söylemleriyle, günümüzde her platformda, her zaman, hepimiz karşılaşıyoruz. Bu söylemlerin, halk arasında ağız alışkanlığıyla veya lafın gelişi söyleniyor olması önemli görülmeyebilir. Ancak ne yazık ki, bunlar üniversitelerde inanarak, bilinçli olarak söylenmektedir. “7.4’ten ders almad n z m ?” Bu soruyu, üniversite önünde türban yasağını protesto eden kız öğrenciler, taşıdıkları pankarta yazmışlardı. Öğrenci oldukları için hadi bunları hoş görelim!.. Ancak depremin ilk günü, felaketin içinde yaşayan, acılarını daha yüreklerinde/iliklerinde hisseden insanlara, “nasıl bir günah işlediniz de Allah size böyle büyük bir felaket ver BU KÜLTÜR B L M ÜRETMEZ Biz bunları 90’lı yıllardan beri yazıyoruz. Rapor halinde Atatürkçü (!) YÖK başkanlarına ve bu konulara duyarlı olduklarını bildiğimiz Sayın Celal Şengör gibi hocalara gönderdik. Buna karşın, bunların sayısı giderek arttı, bizler azınlıkta kaldık. Tarikat/cemaat kreşlerinde, okullarında, evlerinde, yurtlarında, dershanelerinde mürit olarak eğitilen bunlar, inan p itaat/biat etmek kültürüyle yetiştirildikleri için ku ku duymazlar, sorgulamazlar, ele tirmezler ve tart mazlar. Bu kültürle bilim üretilebilir mi? Bir kentte yaşanmış bir olay, bunların kafa yap lar nı göstermesi bakımından ilginçtir. Bunlar bir dernek kurmuşlar ve hafta sonlarında, kendi aralarında konferans tarzında toplantılar yapıyorlar. O kentteki Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Başkanı olan profesör, bu derneğin başkanı olan profesöre bir öneri götürüyor: “Bir konuşmacı sizden, bir konuşmacı bizden, istediğiniz konularda ortak toplant lar Evrime yöneltilen yaratılışçı iddialara yanıtlar 5) Do al seleksiyon dairesel muhakemeye dayan r. Yani iyi uyum sa layan hayatta kal r ve hayatta kalanlar n iyi uyum sa lad farz edilir. Doğal seleksiyonun günlük konuşma dilindeki açıklaması, iyi uyum sağlayanın hayatta kalabilmesi şeklindedir. Ancak teknik açıklamasına göre doğal seleksiyon, farklı hızlarda üreme ve hayatta kalma kavramlarını içerir. Bu da u anlama gelir: Türler az uyumlu, çok uyumlu gibi uyumluluk derecelerine göre tanımlanmaz; belirli koşullar altında geride kaç tane yavru bırakabileceklerine göre tanımlanır. Tohum açısından zengin kaynaklara sahip bir adaya hızlı üreyen bir çift küçük gagalı ispinoz ile yavaş üreyen bir çift büyük gagalı ispinoz bırakın. Birkaç nesil sonra hızlı üreyenler daha fazla besin kaynağına sahip olabilirler. Diğer taraftan büyük gagalıların tohumları daha iyi kırmaları durumunda, avantaj yavaş üreyenlere geçer. Galapagos Adaları’nda gerçekleştirilen bir pilot çalışmada Princeton Üniversitesi’nden Peter R.Grant, vahşi doğada buna benzer nüfus değişimine tanık oldu. Burada en önemli olan, çevreye uyumun hayatta kalma kavramından bağımsız olarak tanımlanmasıdır. Yani büyük gagalılar, belirli koşullarda tohumları daha kolay kırdıkları için daha iyi uyum sağlıyorlar. Ancak bu özelliklerinin hayatta kalmalarını kolaylaştırıp kolaylaştırmadığına bakılmıyor. 6) E er insanlar maymunlardan gelmi olsayd , niçin hâlâ ortal klarda maymunlar dola yor? Bu çok yaygın olan iddia, evrim konusundaki bilgisizliği tüm çıplaklığı ile ortaya koyuyor. İlk yanlışlık şu: Evrim insanların maymun soyundan geldiğini söylemez; insan ve maymunların ortak bir ataya sahip olduklarını söyler. Daha büyük yanlışlık ise şudur: Bu tartışma ile şu soru arasında koşutluk kurulabilir:‘‘Eğer insanlar yetişkinlerin soyundan geldiyse, niçin ortalıklarda yetişkinler dolaşıyor?’’ Bir kısım organizma, ailenin ana gövdesinden ayrılıp sonsuza dek aileden uzak yaşayabilecek farklılığa erişince, yeni türler oluşur. Ana gövde bundan sonra yaşamını sonsuza dek sürdürebilir; ya da yok ola bilir. 7) Evrim ya am n yeryüzünde ilk kez nas l ortaya ç kt n aç klayamaz. Yaşamın nasıl başladığı sorusu bugün hâlâ gizemini koruyor. Ancak biyokimyacılar ilkel nükleik asidin, amino asitlerin ve yaşamın diğer yapı taşlarının nasıl oluştuğunu ve bunların kendini kopyalayan ve kendi kendine yaşamını sürdürülebilen üniteler olarak nasıl organize olduğunu bilirler. Astrokimyasal analizler ise bu bileşimlerin uzaydan gelmiş olabileceğini ve bunların göktaşı içinde dünyaya düşmüş olabileceğini göstermektedir. Bu senaryo dünyanın ilk oluşum dönemindeki koşullarında, bu bileşimlerin nasıl ortaya çıktığı konusundaki soruları yanıtlayacaktır. Yaratılışçılar evrimi tümüyle hükümsüz kılmak için bilimin yaşamın kökenine ilişkin soruları hâlâ yanıtlayamamasından yararlanıyor. Ne var ki eğer yeryüzünde yaşam evrim dışı bir şekilde başlamış olsa dahi (uzaylılar ilk hücreleri milyarca yıl önce dünyaya taşımış olabilir) bu tarihten sonra evrim sayısız mikroevrimsel ve makroevrimsel çalışmalarla kanıtlanabilir. CBT 1149/8 27 Mart 2009 Rastlantı evrimde önemli bir rol oynar. (Örneğin random mutasyonlar yeni özelliklerin ortaya çıkmasında önemli bir rol oynar.) Ancak Yazının devamı arka sayfada CBT 1149/9 27 Mart 2009 8) Matematiksel olarak, b rak n ya ayan bir hücrenin veya insan n rastlant sal olarak ortaya ç kmas n , protein gibi karma k bir nesnenin rastlant sonucu ortaya ç kmas mümkün deildir.